KÜLLERİNDEN DOĞAN İNÖNÜ
İkisi de İttihatçı klübünden gelme Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar, yıllarca ayrılmaz bir ekipti. 1916’da tanıdığı İsmet Bey’e zamanla büyük bir itimat duymuş; 15 sene başbakanlıkta tutmuştur. Ancak giderek güçlendiğini hissederek, 1930’da yerini bildirmeyi ihmal etmemiştir.
Esas iplerin kopuşu, 1937’de olmuştur. İnönü, her arkadaşın başına gelen gündelik şeyler diye vasıflandırdığı kavgaların 3 sebebi olduğunu hatıralarında anlatıyor:
1. Gazi, Fransız işgalindeki Antakya’ya askeri harekât yapmak istiyordu. İnönü, bunun diplomatik bir krize dönüşeceğinden endişe ediyordu.
2. Akdeniz emniyeti için toplanan Nyon Konferansı’nda, hükümetin talimatını almış delegelere, reisicumhurun buna aykırı başka talimatlar vermesi.
3. Gazi’nin, Ankara’daki çiftliğini, hükümete satmak istemesi; İnönü’nün, hükümet parasıyla kurulmuş bir müesseseyi tekrar hükümete satmak olmaz, demesi.
Ilımlı siyaset?
Anlaşılıyor ki, İnönü, Gazi’nin hastalığından istifade ile cesaretlenmiş, ama geri adım atmak zorunda kalmıştı.
Pek dile getirilmeyen bir başka sebep daha vardır. Devlet, birkaç zabıta vakasından istifade ile Dersim’i ezmek istiyordu. İnönü, bu işin fazla büyütülmesini istemediği için, ufak tefek tedbirlerle işi bitirmek istedi. “Dersim müşkülesinden kurtulduk” dedi.
Ancak bu “ılımlı çizgisi” uğruna Gazi ile ters düşerek siyasi ölüme mahkûm edildi. Yıllar sonra Süleyman Demirel, bunu Bayar’dan nakletmiş ve Erdal İnönü’nün, ‘Bizde biraz Kürtlük vardır’ dediğini söylemiştir. Dersim’deki İnönü sevgisinin sebebi budur.
Öte yandan Recep Peker'in hazırladığı ve partiyi (dolayısıyla kendisini) idarede hâkim pozisyona getiren karar, Gazi’yi işkillendirdi. “İsmet okumamış herhalde” dedi ve geri çevirdi. (Aydemir, 490)
İşin aslı, Gazi’nin şu itiraflarındadır: “Ben burada mahpus hayatı yaşıyorum. Gündüz herkes işinde gücünde. Bir saatimi dolduracak işim yok. Sokağa çıkıp gezsem, yine bu hapishaneye döneceğim. Akşam sofrada aynı yüzler…” (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün Hususiyetleri, 82-83)
O benim velinimetimdir
Falih Rıfkı, Çankaya’da der ki: “İnönü düzen adamıydı. Zaferden sonra onu askerlikten aldı, Lozan’a gönderdi. İlk cumhuriyet başvekili yaptı. Bütün arkadaşlarına ve pek sevdiği Fethi Okyar’a tercih etti.
Bu samimi anlaşma devri, Gazi’nin ölümünden hayli evvel başlayan rahatsızlığı, sinirlerini bozup, ona fazla titizlik, vehme yakın bir alınganlık verinceye kadar devam etti. Git gide başvekil aleyhindeki telkinler, onda yer tutmaya başladı. Hükümetle, reisicumhur başkâtibi Hasan Rıza Soyak vasıtasıyla görüşürdü. Zamanla ikisini görüştürmediler.
Nyon dönüşü, sofrada sert bir münakaşa oldu (17 Eylül). Gazi, çiftlikteki ağaçların bakımsızlığından ziraat vekiline dert yandı. İnönü, ‘Sebebini adamlarınıza sorunuz’ dedi. Kastettiği Soyak idi. Gazi, Kâzım Özalp’e dönerek, ‘Ne olmuş buna, içmiş mi yoksa?’ diye sordu.
Bunun üzerine İnönü, ‘Ne oldu paşam size? Eskiden böyle değildiniz. Artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız? Aramıza Kara Tahsinler (başkâtip) giriyor. Konuşmamıza meydan vermiyorlar’ dedi. Gazi, ‘Efendiler anlaşılıyor ki bugün fazla görüşemeyeceğiz’ dedi ve çekildi.
Ertesi gün Salih Bozok, “Efendim kardeşi ölmüştür. Her sabah mezarına gidip ağlarmış, bağışlayın” demesi üzerine, “Daha iyi ya. Demek hasta. Dinlenmeye ihtiyacı var” cevabını vermişti. Eski arkadaşı Ali Fuad Cebesoy’a, “Efendim hangi işi verdik de biz yardım etmeden başarmıştır? Kütahya muharebelerinde böyle olmamış mıdır? Lozan’da böyle olmamış mıdır?” dedi. Öfkesi dinmemişti.
Sonraki gün İstanbul’dan beraberce Ankara’ya giderken trende, “Vazifeniz bitmiştir, dostluğumuz devam edecektir” dedi. 25 Ekim’de başbakanlıktan azletti. Fakat mesele bitmedi. Pazar günü İnönü çocuklarıyla futbol maçına gitti. Halk, görülmemiş tezahürat yaptı. Hemen orayı terk ettiyse de hâdise reisicumhuru çok tedirgin etti. 1 Kasım’da mecliste, milletvekilleri İnönü’ye işin aslını sordu. O da, “Gazi her işe karışıyordu. Münakaşa ettik. Yorgun düştüm. Affımı istedim” dedi ve “O benim velinimetimdir” diye lafı ustaca bağladı.”
Şüpheli vasiyet
Falih Rıfkı anlatıyor: “Bu zaman zarfında giderek seyrek görüştüler. Gazi, selâm yollar, o da “huzur-ı âli-yi riyâsetpenâhi”ye mektupla cevap verirdi.
Mecliste hâkim kanaat, tek parti rejiminin ancak İnönü ile devam edebileceği idi. İnönü’ye suikastleri kendisini sevenler önledi; hatta emniyet umum müdürü böyle bir suikastte İnönü’yü kaçırıp gizlemek tertibatını bile almıştı.
Gazi’nin ardından İnönü’nün reis olmasından korkanlar, kulis yapmaya başladı. İsmet’i meclisten çıkarmalı; Çakmak, meclise alınıp reis olmalıydı. İnönü’nün Amerika’ya büyükelçi olarak gönderilmesi düşünüldü. Başvekil Bayar, bu komploya yeşil ışık yakmadı, seçime gitmedi. “Seçim demek, Atatürk’e sen öleceksin demektir. Bunu nasıl söyleyebilirim?” dedi.
Gazi, vasiyetinde ölümünden sonra İnönü’nün ayrılışının farklı tefsir edilmesinden korkarak, çocuklarına maaş vasiyet etmiş; bazıları ona İnönü’nün ölmüş olduğunu söyledikleri, onun da inandığı dedikodusunu yapmıştır.”
Sıkı bir kontrol altında yaşayan İnönü bu devrede İngilizce çalıştı, viyolonsel çalmayı öğrendi.
İkinci Adam
İnönü’nün muhalifleri dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras ve parti sekreteri Şükrü Kaya, daha Gazi ölmeden, meclis reisi Abdülhalık Renda’ya teklifte bulunmuş; ama o reddetmişti. Çakmak, Fethi Okyar ve Celal Bayar da geri durunca, çaresiz kalmışlardı.
10 Kasım 1938’de Gazi ölünce, 24 saat geçmeden meclis ittifakla İnönü’yü reisicumhur seçti. Bunda Çakmak kilit rol oynamıştır. Meclise kol kola giderek ordunun İnönü’yü istediğini göstermiş; beklenti içindeki Şükrü Kaya’nın önünü kesmiştir. Yakup Kadri, Gazi’den, “Çocuklar ben ölürsem, İsmet'in peşinden gidin” sözünü nakleder. (Aydemir, I/482)
Böylece küllerinden doğan İnönü, pelerinini sırtına aldığı Gazi’nin yolunu devam ettirdi. Aras ve Kaya’yı hemen tasfiye etti. Yıllar sonra Bayar’ı ipten alarak borcunu ödedi.
Entrika havası
Lord Kinross, Gazi’nin yarı resmi biyografisinde der ki: “Bu sırada Atatürk’ün çevresinde gizliden gizliye tatsız bir anlaşmazlığın dedikoduları dolaşmaya başlamıştı. Bu dedikoduların konusu, İnönü idi. Atatürk’ün ahbapları, İsmet Paşa'yı, öteden beri sevmezlerdi. Mazbut bir aile babası olan İnönü'nün Çankaya ve Dolmabahçe’deki bu sefahat düşkünü ve çoğunlukla ahlaksız adamlarla çok az ilgisi vardı.
Bu adamlar sadece iki şey peşinde koşarlardı: Para ve mevki. İnönü de onların bu iki şeyi elde etmelerine engel oluyordu. Öyle bir şeyi zaten Atatürk de istemezdi. O da çevresindekileri iyi tanır ve hiç kimseyi, yüklendiği sorumluluğu başaramayacaksa, önemli bir yere atamazdı. Ağızlarını kapatmak için, kendilerini inşaat işlerinde serbest bırakır, sanayi girişimlerinde biraz çalıp çırpmalarına göz yumar ve ortada bir skandal tehlikesi belirmedikçe, varlıklarını hangi yoldan edindiklerini inceden inceye araştırmazdı. Ama İsmet Paşa’nın çoğu kez, bu yolu bile tıkadığı olurdu.
Böylece Atatürk’ün çevresinde sürekli bir kişisel entrika havası sürüp giderdi. Bunun da başlıca konusu, İnönü’ye oyun oynamaktı. Atatürk, bir çeşit ‘böl ve yönet’ siyaseti uygular, rakipleri kâh birbirine karşı kışkırtır, kâh kendi önünde barışmaya zorlardı. Düşman olanları masasına çağırıp, birbirleri için söylediklerini tekrarlattırmaktan hoşlanırdı. İsmet Paşa’nın dostlarına ve düşmanlarına karşı da bu şekilde davranıyordu.
Bazen, yanındakilerden birini İsmet Paşa’nın önünde hükümeti eleştirmeye kışkırttığı olurdu. Bir kez de İnönü’nün arkasından, yumruğunu masaya vurarak: ‘Ben istersem bir adamı elime alır, yükseklere çıkarırım. Ama o bunu anlamaz da kendi değeriyle yükseldiğini sanırsa, o zamanda paçavra gibi silker atarım’ demişti.” (Bir Milletin Yeniden Doğuşu, s.730-731)
Gazi’nin zaafını bilenler, İnönü’nün dönüşünden korkuyor; onun elçilikle uzaklaştırılması için uğraşıyordu. Hatta, “Paşam, Bayar’a emir buyursanız da İnönü ile buluştuğu vakit onun gerisinde durmasa. Tam başvekilliğini takınsa” derlerdi. (Çankaya)
Milli Şef - Führer
Sonradan bir kısım Kemalistler, 1938 evveline toz kondurmamak adına, bütün kötülükleri İnönü’ye atfederler. Halbuki Atatürk’ü Atatürk yapan, İnönü’dür! Şevket Süreyya’nın tabiriyle ‘İkinci Adam’dır.
Hitler’in, Mussolini’nin heyecanlı ve korkutucu palavralarla ortalığı doldurduğu bir zamanda, silik, sönük, mesafeli, temkinli görünen İnönü, bazılarını cezbetmiyordu. Buna mukabil bu hâli ve ilaveten mazbut yaşantısı, eski günlerden bezmiş çoklarını cezbetmiştir.
Paralara İnönü’nün resminin konulması, kanun çerçevesinde tabii bir şeydi. Bu devirde, kişiye tapınma kültü yavaş yavaş uykuya bırakıldı. Rauf, Karabekir gibi eski muhalifler milletvekili yapıldı.
Gazi’ye, Ebedi Şef, İnönü’ye Milli Şef (Führer) unvanı verildi. Bu politika, 1950’den sonra CHP’nin muhalefetini kesebilmek için terkedilmiş; Kemalizm, 1960 ve 1980 darbeleriyle de milli din hâline getirilmiştir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024