ŞEYH ABDUH ve FRENKLEŞEN MISIR
İslâm dünyasında modernist fikirler ilk olarak eski bir ilim ve kültür merkezi olan Mısır’a girmiştir. Dini bütün bir şahsiyet olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa’dan sonra gelen vâliler bu gidişe lakayt kalmış veya durduramamıştır. 1805’den beri imtiyazlı bir eyalet olan Mısır, Süveyş Kanalı başta olmak üzere ölçüsüz masrafları yüzünden aldığı ve ödeyemediği dış borç sebebiyle 1882’de İngiliz işgaline uğramıştı.
Siyaset batağı
Mısır’ın batısındaki Şinrâ’da 1849’da doğan Şeyh Abduh, bir köylü çocuğu idi. Tanta’daki Ahmediye medresesinde okudu. İlk başta muvaffak olamadığı için hevesi kırıldı; tahsili bıraktı. Babasının ısrarıyla tekrar döndü. Şeyh Hasan Tavil kendisini felsefeye yönlendirdi. Şair ve musikişinas Bisyuni’nin çok tesirinde kaldı.
Tahsilini bitirince muallimlik yaptı. Derslerde Mutezile mezhebini müdafaa ederdi. el-Vekâyiü’l-Mısriyye gazetesinde muharrir olarak çalıştı. 1871’de Mısır’a gelen Efgani ile tanışması hayatını değiştirdi. Siyasetle alakadar olmaya başladı. 1877’de orta dereceyle Ezher’den mezun oldu.
Görünüşte İngilizlere karşı ayaklanan, ama Mısır’da İngiliz idaresinin kökleşmesinden başka bir işe yaramayan Arap milliyetçisi Urâbî’ye destek çıktı. Hıdiv Tevfik Paşa’nın azli için fetva verdi. Bu sebeple 1881’de Suriye’ye sürüldü. Suriye’den Paris’e geçti. Burada müsteşriklerle görüştü. Paris ve Londra arasında mekik dokudu. Böylece üç senelik sürgüne üç de kendisi ekledi.
Üstadı Efgani ile beraber el-Urvetü’l-Vüskâ gazetesini çıkardı. Osmanlı hilafeti aleyhine neşriyat yaptıkları gazeteyi, Fransız diplomatik postasından istifade ile İslâm memleketlerine gönderdiler. Gazete 10 ay sonra tatil edildi. Mısır modernleşmesinin öncülerinden Riyaz Paşa iktidara gelince, İngilizlerin Mısır komiseri Lord Cromer’a müracaat etti; o da Abduh’un yolunu açtı, dönmesine müsaade etti.
Dinler arası diyalog
Abduh evvela Beyrut’a geldi. Burada dinler arası diyalog üzerine ders verip, yazılar yazdı. 1889’da Mısır’a döndü. Artık herşey İngilizlerin elindeydi ama, Abduh, sanki İngilizlerin aleyhine çalışmamış gibi hüsnü kabul gördü. Kadılığa, ardından istinaf mahkemesi müsteşarlığına ve nihayet 1899’da Mısır müftülüğüne tayin edildi.
Muhipleri kendisini Mısır’ın son asırda yetiştirdiği yüksek bir ilim ve irfan sembolü olarak görür; müceddid, hatta müctehid kabul eder. Zekası ile Arapçayı kullanmaktaki mahareti bir araya gelince, yazıları göz kamaştırmıştır.
40’ından sonra Fransızca öğrendi. Felsefeye dair nice eserleri tercüme edip, gazetelerde neşretti. Üstadının ölümüyle Kahire Mason Locası reisi oldu. Bu sebeple muhalifi arttı. Muhipleri, bunu ya dine hizmet, ya da o zaman bu cemiyetin hakiki hüviyetinin bilinmediği gerekçesiyle mazur göstermeye çalışırlar. Şurası bir hakikattir ki iki taraf da birbirini gayet iyi kullanmıştır.
Hıdiv, Abduh’un reformcu faaliyetlerinden rahatsızdı. Bu sebeple Abduh, Ezher’den ayrıldı. İskenderiye’de vefat etti. Cenazesi büyük bir tantanayla Kahire’ye getirilip defnedildi.
Akıl mı? Nakil mi?
Abduh, İbn Teymiyye gibi o da cumhura muhalefette bulunarak, bidat saydığı şeylerle mücadele ederdi. Filozoflar gibi o da teselsülün butlanına muhalif idi. Halbuki İslâm inancına göre, illetlerin teselsülü batıl olmazsa, Allah’ın varlığını ispat edecek delil kalmaz. [Allah kadim olmasaydı, onu bir yaratan bulunurdu. Böylece kadim olmayan yaratıcılar teselsülü, zinciri olur. Bu ise olacak şey değildir.]
Kendine has görüşlerini Risâletü’t-Tevhid adıyla toplamış; bu eser vefatından iki sene sonra basılmıştır. Akıl ile nass çatışırsa, nassın ihmal edilerek aklın tercih edileceğine kâildi. Bu sebeple mucizeleri kabul etmezdi. Maksadı İslamiyeti, Avrupalılara şirin göstermekti.
Mesela Fil suresinde geçen ebabil kuşlarını sivrisinek, attığı taşları da mikrop olarak tefsir etmiştir. Belkıs’ın tahtı, Süleyman aleyhisselamın ayağına gelmemiş, bilakis aynısı yapılmıştır. Musa aleyhisselamın asasıyla denizi yarması, med ve cezir hadisesinden başka bir şey değildir. Çünki ona göre peygamber, yalnızca dürüst tanınan bir insandır.
Resim ve heykele, sigortaya, faize, şapkaya cevaz vermesi reaksiyon doğurmuştur. Serbest içtihada taraftar; tek mezhebe bağlılığa karşıydı. İslâm dünyasında yeni bir çığır açmış, çeşitli müslüman ülkelerde çok sayıda okumuş kimse, Abduh’un izinden yürüyerek, İslâm dünyasında muhafazakâr/modernist ayrılığı barizleşmiştir.
İttihad-ı İslâm oyunu
Abduh, ideallerinin tahakkuku için yeni kadrolar yetişmesi lâzım geldiğine inanırdı. Bunun için zamanın halifesi Sultan Abdülhamid’e maarife dair tabasbuskârâne (dalkavukça) ifadelerle dolu reform lâyihaları gönderdi. Efgani’yi iyi tanıyan Padişah, talebesine pek iltifat etmedi.
Fikirlerini, İttihad-ı İslâm, yani dünya müslümanlarının bir siyasî birlik altında toplanması sloganı altında lanse etmiştir. Ancak bu slogan çoklarını aldatmıştır. Burada fikirleri, İngiltere’nin emperyalist siyaseti ile örtüşüyordu. Misyonunu ifa ederken, önündeki en büyük engellerden biri olduğunu düşündüğü Osmanlı hilafeti ve bilhassa Sultan Hamid’in amansız muhalifi oldu.
Arap milliyetçiliği kisvesi altında, Osmanlı hilafetini yıkma siyasetinin mimarı İngiliz istihbaratçı Blunt, Abduh’un dostuydu. Abduh, Padişah’a yazdığı mektupta “Osmanlı Devleti’nin muhafazası, Allah ve resulüne imandan sonra akaidin üçüncü şartıdır” derken; 1882’de arkadaşı Blunt’a yazdığı mektupta Osmanlıların zalim olduğunu, Mısır’da sadece kötü bir miras bıraktığını ve bütün halkın onlardan nefret ettiğini yazabilmiştir.
Abduh’un, Lord Cromer’in desteği ile Mısır müftülüğüne getirilişi, modernistlerin kazandığı büyük bir stratejik zaferdir. Müftülüğü sırasında, şer’î mahkemelere, vakıflara ve medreselere el atmayı ihmal etmemiştir.
Şiî Fâtımîlerin kurduğu, ancak asırlarca Sünnîliğin kalesi mevkiindeki Ezher, böylece ilmî seviyesi cihetiyle eski parlaklığını ve Müslümanlar nezdindeki itibarını kaybetti. Öyle ki, lise ve orta kısımdaki kitaplar, yüksek sınıflarda okutulmaya başlandı. Modernist Tanci Hoca bile, medrese sisteminden mektep sistemine dönüş sebebiyle Ezher’de kalitenin düştüğünü söylerdi.
Parlak yazıları sayesinde ecnebiler arasında da çok taraftar bulmuştur. İngiliz müsteşrik Edward Browne, Abduh’un ölümü üzerine yazdığı taziyetnamede kendisini göklere çıkarmaktadır. Şeyhülislâm Sabri Efendi, Mevkıf’da der ki, “Abduh, dinsizleri bir adım bile dine yaklaştıramadı ama, Ezherlilerin çoğunu dinsizlere yaklaştırdı.”
Abduh, yaşadığı devirde ve vefatından sonra, başta Beyrut ulemasından Yusuf Nebhânî, Ezher müderrisi Yusuf Decvî, şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi olmak üzere, çok sayıda âlim tarafından tenkit edilmiştir. Sabri Efendi, Abduh’un, Hristiyan gazeteci Ferah Anton ile yaptığı münazarayı okuyunca, “Şeyh şöhreti, hasmı da davayı kazanmış” demekten kendisini alamamıştır.
Sacayağı
Efgani, İslâm dünyasını canlandırmayı hedefleyen büyük bir ıslahatçı pozunda gözükürdü. Ancak kimine göre kendisini mehdi zanneden bir deli, kimine göre de İngiliz ajanı bir Şiî idi. Sultan Hamid, önce kendisine Irak’taki Şiî Arablar arasında, Osmanlı hilâfetini takviye vazifesini vermeyi düşünmüş; ancak İngilizlerle anlaşıp, Irak merkezli bir Arab hilâfeti kurmaya çalıştığına dair bilgilere ulaşınca vazgeçmiş; İstanbul’da göz hapsine almıştı.
Paris’teki üstadına Mısır'dan yazdığı mektupta Abduh, “Sen bizim içimizi de, dışımızı da bilirsin. Biz görünüşte ibadetleri yapıyoruz. Ama aslında senin yolundayız. Dinin başını, dinin kılıcıyla keseceğiz” diyerek, misyonlarının görünüşte “saf ideal din” teranesiyle “yozlaşmış” buldukları ananevî dini yok etmek olduğunun işaretini veriyordu. Takıyye, Şiîliğin esaslarındandır.
Bu işte Efgani, plan; Abduh ise program kısmını üstlendi. Biri İslâmiyeti sivil dine, öbürü politik dine çevirmeye çalıştı. Efgani, Luther rolü oynadı. Efgani-Abduh-Reşid Rıza üçlüsü, sacayağı gibi birbirini tamamlamış; İslâm dünyasındaki modernistlerin düşünüş tarzını şekillendirmiştir. Dinî ilimlerde çok zayıf olan Efgani ve Abduh’un açıkları ve falsoları, onlardan daha bilgili olan Reşid Rıza tarafından tamamlanmaya çalışılmıştır.
Beldedeki İngiliz siyasetine bu üçlü kadar faydalı kimse olmamıştır. Şeyh Abduh’un tesiri, Musa Carullah, Mehmed Akif, Said Nursî gibi çok geniş bir yelpazede yayıldı. Yazılarını Türkçe’ye çevirerek Türkiye’de tanıtan Akif, “Mısr'ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh” diye vasıflandırır. “İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi” diyerek üstadının misyonuna işaret eder.
[Şeyh Abduh’un mesaisi ve modernizmin İslâm dünyasına giriş serüveni şu kitaplarda güzel anlatılmaktadır: Muhammed el-Huseyn, el-İslâm ve’l-Hadarâtü’l-Garbiyye, Beyrut 1399/1979. (Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi, trc. Sezai Özel, 1986.) Nikki R. Keddie, An Islamic response to Imperialism, Londra 1983, Elie Kedourie, Afghani and Abduh: An essay on religious unbelief and political activism in modern Islam, Londra 1997. Bedri Gencer, İslâm’da Modernleşme, 2014. Hasan Bulut, Siyah Papanın Casusu, 2017.]
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024