OLDU DA BİTTİ MAŞALLAH
Müslüman dünyasında dinin emir ve yasaklarına uymayan, namaz kılmayan, oruç tutmayan, içki içen mümin çoktur. Ama farz olmamasına rağmen, sünnet olmayan ve çocuğunu sünnet ettirmeyen yoktur. Üstelik bu vesileyle tantanalı eğlenceler tertiplenmesi de âdet olmuştur.
Sahabe zamanında sünnet için de düğün (azîra) yapılırdı (Müsned-i İmam Ahmed). Hazret-i Ömer def sesi duyunca, “Nikâh mı var, sünnet mi?” diye sorardı. İbn Abbas hazretleri, oğlunun sünnet cemiyetinde hokkabaz tutmuştu.
Kızın bir, erkeğin iki mürüvveti
Türkçe’de bu işe sünnet dense de, Arapça’daki ismi hıtan’dır. Meşhur doktor Rıza Nur’un Fenn-i Hıtan diye eseri vardır. Erkekliğe adım atma tabiri biraz saçma olsa da, sünnet, mühim bir dönüm noktasıdır. Her erkeğin anıldığı, olup bitenin merkezi olduğu 4 hâdiseden biridir: Doğum, sünnet, evlenme ve ölüm.
Kızların bir, erkeğin iki mürüvveti var, derler. Sünnet zamanı başına geleceklerden habersiz çocuk, haftanın en mühim şahsiyeti hâline gelir; kurbanlık koyuna gösterilen merhamet ve şefkat gibi, her yaptığına göz yumulur.
İdeal sünnet yaşı için ulema bir tarih vermemiş ise de, çocuk 7 günlükten, 7 yaşına kadar, nihayet 10 yaşında sünnet edilir. Yaşı geldiği halde sünnet olmayanlar arkadaşları tarafından alaya alınır; evde kalmış kız gibi ailenin gailesi olurdu.
Kirvenin derdi
Eskiden sünnet olacak çocuğa, sünnet elbisesi denilen süslü elbiseler giydirilirdi. Çocuk, ata veya faytona bindirilip şöyle bir dolaştırılırdı. Sonra İstanbul’da Eyüp Sultan, Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdai türbesine, taşrada da meşhur bir evliya makamına götürülüp dua edilirdi.Zeki Müren seneler evvel bir radyo mülakatında, sünnet çocuğu iken Emir Sultan türbesine götürüldüğünü; sünnet çocuğunun ziyaret ettiği din büyüğünün türbesinde kapıldığı uhrevi hava sayesinde, dönüşte sünnetin acısını hissetmediğini söylemişti.
Dönüşte meşhur Eyüp oyuncakçılarına uğrayıp, çocuğa “aynalı araba” veya döndürülünce sevimsiz bir ses çıkaran “kaynana zırıltısı” almak âdetti.
Düğünden evvel hallaç çağırılıp, yatak yünleri attırılırdı. Yatak yüzleri yenilenirdi. Çocuğa mavi sünnet entarisi diktirilirdi. Üzerinde maşallah yazan bir de sünnet takkesi ve omuza atılmış üzeri telli kırmızı kurdele kıyafeti tamamlardı. Kırmızı, nazarı alır; cinni ve büyüyü def eder.
Sünnetin bütün masrafları, kirve tarafından karşılanırdı. Kirve, ailenin yakını olan hâli vakti yerinde bir kimse idi. Çocuğu sünnet olurken kucağında tutardı. Anadolu’da kirveye o kadar ehemmiyet verilir ki, neredeyse kirvenin çocuğuyla evlenmek caiz görülmezdi.
Köylük yerlerde çocuklar, seyyar sünnetçiler geldiği zaman topluca sünnet edilir; topluca sünnet cemiyeti yapılırdı. Şehirlerde hâli vakti yerinde olanlar, mutlaka birkaç fakir çocuğu da beraber sünnet ettirirdi. Çünkü sünnet cemiyeti külfetlidir; herkes altından kolay kolay kalkamazdı. Cemiyetsiz sünnet de, eğlencenin az olduğu bir devirde, düşünülemezdi.
Sünnet bayramı
Eskiden sünnet cemiyeti yapmak, herkese yemek vermek her babayiğidin harcı olmadığı ve evler de böyle cemiyetlere müsait bulunmadığı için, birkaç memur veya birkaç esnaf bir araya gelip, çocukları beraberce kestirirler; cemiyetin yükünü müştereken çekerlerdi. Sonraları Belvü Bahçesi gibi parklar umumi sünnetlere mekân olmuştu.
Sünnet merasimleri eskiden Ağustos, Eylül ayında yapılırdı. Mektepler kapalı olduğu için mi? Hayır. Sultan Hamid, cülus günü olan 19 Ağustos’ta kendi kesesinden, her sene muayyen bir mikdarda çocuğu sünnet ettirirdi. Bugün Osmanlılarda yegâne milli bayramdı. Padişah her çocuğa bir altın hediye gönderirdi. Çokları bunu bekler, çocuklarını burada sünnet ettirirdi. Bu sebeple Ağustos, sünnet mevsimi hâline gelmiştir.
En son umumi sünnette padişah tam 10 bin çocuğu sünnet ettirmişti. Bu cemiyet, Teşvikiye Câmii’nden itibaren Nişantaşı, Ihlamur ve Topağacı’nı içine alan geniş sahada olmuştu. O zaman burada ev yoktu. Yerlere binlerce Acem halısı serilmiş; kıymetli kumaşlardan yüzlerce çadır kurulmuştu. Gece binlerce mum yakılmıştı. Ortalık adeta rengârenk bir ordugâha dönmüştü. 12 gün 12 gece süren düğüne ecnebi sefirler de davet edilmiş; 1200 aşçı ve yamağı çalışmıştı.
“Pilav de zerde - Düğün de nerde?”
Sünnet düğünü için ya geniş bir bahçe veya büyükçe bir konak lazımdı. Kapısı önünde mahalle bekçisinin oturduğu cemiyet, gelip geçene açık olurdu. Bu iş için kiralanan ve tencere kazanlarıyla gelen hususi düğün aşçıları vardı. Mönü de fiks idi: Düğün çorbası, haşlama et, kuş üzümlü pilav, domates-hıyar söğüş ve zerde.
Bir de tulumbacıların tertiplediği sünnet cemiyetleri vardı. Bunlar, fakir çocukları kendi orta sandıklarından sünnet ettirir; karizmaları sayesinde her şeyi ucuza halletmeyi bilirlerdi. Sünnet olacaklar arasında bir veya iki paşazade ile bir de nasılsa yaşını başını almış veya yeni müslüman olmuş bir gayrı müslim bulunurdu. Bunlara baltalık denirdi.
Bir senelik dedikodu
Mahalle arasında gündüz düğünü kadınlara; gece düğünü erkeklere mahsustu. Bazen araya perde gerilip kadın ve erkek misafirler beraber çağrılırdı. Hele Karagöz oynatılacaksa, kadınları bundan mahrum etmek mümkün değildi. Zamanın en gözde eğlencesi bu idi. Kadınlar sünnetten evvel hazırlıklar yapar; elbiseler diktirirdi. 24 saat süren bir düğünün, gelecek seneye kadar dedikodusu edilirdi.
Sünnet ameliyesini sünnetçiler yapardı. Çocukların gözünü, “sünnet usturasının zehrini sende deneyecekler” diyerek korkutanlar az değildi. Kulağına su kaçan çocuğun, sünnet sabahı ortadan kaybolduğu, tavan arasına saklandığı veya öteki mahalleyi boyladığı olurdu. Ameliye esnasında çocuğun gözü, oyuncaklarla boyanırdı. Çocuk kesilirken uyursa, bayılır diye korkulur; limon koklatılırdı.
Saat mi? Hokka mı?
Ev düğününde iki hokkabaz, Karagöz ve ince saz olur; meydan düğününde Karagöz’ün yerini orta oyunu alırdı. Hokkabaz; çocuk kesilirken elindeki zilli def ile tantana yaparak çocuğun feryadını gürültüye getirmeye çalışır; “Oldu da bitti maşallah” diye bağırarak, çocuğun çığlığını diğer çocukların duymasına mani olmaya çalışırdı.
Hokkabazlar ekseriya Yahudi milletindendi. Hokka denilen ve iç içe geçen üç küçük bardağı oynattığı için bu ismi almıştı. Hokkabaz, hokka oynatan demektir. Bir yandan da “Yumurtanın sarısı / Uçtu gitti yarısı” gibi manalı manasız tekerlemeler söyleyerek çocukları güldürmeye çalışırdı.
Yatağın etrafı hediyelerle dolardı. Minik şimendiferler, arabalar, fırıldaklar, lastik toplar, hayati fener, kuklalar, boyalar, balonlar, saatler, bazen de saat ve hokka kalem gibi ekseri çocuğun pek de alakasını çekmeyen hediyeler verilirdi. Öyle ki çocuğun kolunda bazen 10-15 saat olurdu.
Karyolanın başına altın bağlanırdı. Bir de baba, sünnet çocuğuna bir kuzu veya oğlak hediye eder; çocuk onu bahçede büyütürdü. Hâli vakti yerinde olanlar çocuğa midilli hediye ederdi. Bunun yerini sonradan bisiklet almıştır.
Surnâme
Sultan III. Murad’ın ve Sultan IV. Mehmed’in şehzadeleri için tertiplenen sünnet düğünleri (sur-i hümayun), dillere destan olmuş; binlerce çocuk şehzadelerle beraber sünnet edilmiş; İstanbul halkı günlerce eğlenmişti. Bu şatafatlı merasim surnâme adlı eserlerde minyatürlerle tasvir edilmiştir. Sultan I. Ahmed, tahta çıktıktan sonra sünnet olmuştur.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024