TAKSİM CÂMİİNİN SERÜVENİ
Sultan I. Mahmud’un şehre su getirtirken yaptırdığı maksem sebebiyle suların taksim edildiği yer mânâsına Taksim adını alan semtte vaktiyle büyük bir kışla vardı. Sultan III. Selim topçu askerleri için yaptırmıştı. Meydanın Harbiye’ye bakan tarafındaydı. Şimdiki Gezi parkı ve heykelin olduğu yere düşüyordu.
Suyu kesilmiş hamam
Kabakçı isyanında harab olduğu için, Sultan II. Mahmud tarafından 1812’de yenilendi. Sultan Mecid zamanında bir yangın geçirdiği için meşhur mimar Kirkor Balyan tarafından tamir edildi. Önündeki geniş meydanda da talim yapıldığı için buraya Talimhâne denirdi. Kışlanın bir de minareli câmisi vardı. 1894 zelzelesinden sonra kışlanın yıldızı söndü. Kışla boşaltılınca, câmi de suyu kesilmiş hamama döndü.
İttihatçı hükümet, Balkan Harbi akabindeki para ihtiyacı sebebiyle devlete veya vakıflara ait mülkleri satarken, Taksim Topçu Kışlası’nı da 20 Şubat 1913 tarihinde İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyyesi adında bir Fransız-Osmanlı şirketine 500 bin liraya sattı. Aslında hükümet 3 sene evvel kışladan başka Borsa Hanı, Dolmabahçe Gazhanesi ve Kadıköy Rıhtımı’nı da satmaya teşebbüs etmiş; ama meclise kabul ettirememişti. Şimdi artık meclis tamamen ellerinde idi. Bunu o zamanki belediye reisi Cemil Topuzlu hatıralarında anlatıyor (s.133).
Harap kışla yıkılıp, yeri imara açılacaktı. Şirket buraya bir câmi, bir mektep ve bir karakol inşa etmeyi taahhüt ediyordu. Harb sebebiyle proje geri kaldı. Hükümet, Fransa’ya karşı harbe girince, Fransız şirketi mensupları tabii olarak memleketi terk ettiler.
Harb mağlubiyetle bitince, İstanbul işgal edildi. Fransız şirketi mensupları da geri döndüler. Harb müddetince araziyi kullanamadığı için, haksız yere harbe giren hükümetten 200 bin lira tazminat istedi. Hükümet bunu ödemekten aciz olduğu için, mukaveleyi bozamadı, işi sürüncemede bırakmayı denedi. Satılan yerlerin hududu tespit edilirken, mukavele yenilendi. Böylece evkafa ait yerlerin vakıflara iade olunması ve bir takım pürüzlerin giderilmesine teşebbüs edildi.
Kurtarma operasyonu
Bu arada kışla câmisinin iç edilmesine mâni olmak isteyen Evkaf Nezareti, şer’î mahkemeye müracaat etti. Câmiye dışardan giriş mümkün değildi. Dolayısıyla kullanılma imkânı yoktu. Etrafta müslüman da yaşamıyordu. Böylece câmi, müstağnâ anh, yani kullanılma imkânı kalmamış vakıf statüsüne düşmüştü.
Şer’î hukuka göre, müstağnâ anh câminin ihyası mümkün değilse, vakfedenin vârisinin (yani Sultan Vahîdeddin’in) mülkiyetine döner. Burada hükümet müstağnâ anh vaziyete düşmüş Taksim Kışla Câmii’ni ihya ederek kurtarmaya teşebbüs etti. Câminin, Rumeli muhacirleri için yeni kurulan Safraköy’de (Sefaköy) ihya edilmesi için şirketten 7 bin lira tazminat alınmasına hükmetti. Böylece çok zor bir zamanda, zaten elden gitmiş bir vakıf eseri için para koparmaya muvaffak oldu. Bu mesele o zamanki maliye nâzırı Tevfik Bey’in hatıralarında anlatılıyor (II/477).
İşte son zamanda bazı gazetecilerin, Tek Parti zamanında, yıkılan, satılan veya başka maksatlarla kullanılan pek çok câmi yanında Taksim Kışla Câmii’nin de 1940 senesinde yıkılmasını görmeyip, Sultan Vahîdeddin’i câmi satmakla suçlamasının aslı budur. Halbuki İslâm-Osmanlı vakıf hukukuna göre, fermanla cami satılamaz; ihya ve istibdali (yani vakfın başka şekilde yenilenmesini) kadı yapar; sultan imzalar. Câmi, hazine malıyla yapılmışsa; hakiki vakıf değil; tahsistir ve istifade imkânı kalmayınca hükümet bu tahsisi kaldırabilir.
Nefretin insanı getirdiği hâl…
Yakın tarihe dair meseleleri her fırsatta tahrif ederek yazmayı âdet edinen bu gazetecilerden biri diyor ki, “Sonuçta Taksim Camii, Padişah Vahdettin’in emriyle ve 7000 lira bedelle Fransız sermayeli İstanbul Emlak Şirket-i Osmaniyesi’ne satılmıştır. Cami satışına halkın tepki duyacağı düşüncesiyle ahalisinin tamamı Müslüman olan Safraköy’de bir cami inşasına karar verilmiştir. [Hayır, hukuk böyle icap ettirdiği için.] Ancak o dönemde böyle bir cami yapılmamıştır. [Çünki Osmanlı Devleti yıkılmıştır. Yapılmadıysa, suç yeni hükümetin olsa gerektir.] Bakırköy’deki Safraköy Camii bölge halkının topladığı paralarla ancak 1957 yılında yapılmıştır. Ayrıca Vahdettin’in bu onur kırıcı satış sözleşmesi dönemin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de de yayımlanmayarak adeta halktan gizlenmiştir. [Takvim-i Vekâyi’de bulamadığını söylüyor ki, mukavele tekemmül etmemişse neşredilmemesi tabiidir.]
Bu apaçık gerçeğe rağmen saltanat sevicisi cumhuriyet düşmanları “Taksim Camisi’ni İsmet İnönü yıktı!” yalanını söylemişlerdir. Örneğin, Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Taksim Camisi’ni, 1940 yılında İsmet İnönü’nün yıktırdığını iddia etmiştir. [İyi de kışlanın İnönü zamanında yıkıldığı gizli bir şey değil ki… Ya hakikati tahrif edenler ne sevicisi olur acaba?]
İşgal yıllarında İstanbul hükümeti ve Padişah Vahdettin, Beyoğlu’nun göbeğindeki tarihi Ağa Camii’ni de satmaya kalkmıştır. Taksim Camii’nin satışında olduğu gibi, “Camii şerifi başka bir yere nakledeceğiz!” taktiğiyle tarihi Ağa Camii de satılmak istenmiş, fakat cami mütevellisinin muhalefeti yüzünden satış gerçekleşmemiştir. İleri gazetesi, Ağa Camii’nin satışı için yapılan girişimleri öğrenip “Cami Satılır mı? Ağa Camii Etrafında Dönen Dolaplar” başlıklı bir haber yapmıştır. İstiklal Caddesi üzerindeki tek cami olan Ağa Camii’ni satılmaktan, yıkılmaktan kurtaran da Atatürk Cumhuriyeti’dir. [Gazete böyle bir dedikodu olduğunu söylüyor; aslı çıkmıyor. Satılan yer, Ağa Câmii yanındaki bir arsadır. Burasının vakfa ait olduğuna dair Ağa Câmi Vakfı itiraz ediyor. Mesele bundan ibarettir. Hükümet vakıf eserini satamaz.]”
Bu kişiler, vatanı işgalcilerden kurtardığı iddiasındaki Tek Parti’nin iktidarında, ecnebilerden de hoyrat davranılarak pek çok vakıf eserinin, vakıf olmaktan çıkarılıp, satılıp, el konup, gelirlerinin çoğuna el konulduğu meselesine nedense hiç temas etmiyorlar. Halbuki hükümetin yaptığı, hukuka uygun normal bir muameledir. Osmanlı düşmanlığının ve Son Padişah’ı kötüleme gayretkeşliğinin, insanı getirdiği nokta ne kadar hazin…
İstanbul’un ilk stadyumu
1918’den sonra mütareke devrinde İstanbul işgal edilince, Fransızlar kışlaya el koydu ve Senegalli askerler yerleştirildi. Adına da MacMahon Kışlası dediler. Bir ara kışla Bolşeviklerden kaçıp İstanbul’a sığınan Beyaz Ruslar’ın mekânı oldu. Onlar burada at yarışları tertiplediler.
Futbol modası yeni yeni yayılırken, Talimhâne’de maçlar yapılırdı. Spor Âlemi mecmuasını çıkaran Said Çelebi, 1921’de büyük masraflar ederek Taksim Kışlası’nın stadyum hâline getirdi. Ancak bazı spor klüpleri kendisini boykot edince, Bork adında bir Maltalı’ya kiraladı. Bork da kışlanın kapısına büyük bir Yunan bayrağı asarak futbol klüplerine kiralamaya başladı. Osmanlı takımları ile İngiliz ve Fransız askerî takımlarının maçları büyük alâka uyandırdı.
İstanbul’un işgali sona erince Bork şehri terk etti; stadyumu da Said Bey’e bıraktı. Said Bey de kışlanın işletilmesini Menâzırzâde Aziz Bey isminde bir manifaturacıya devretti. Bundan sonra kışlaya Taksim Stadyumu denildi. Türk millî takımının 26 Ekim 1923’te Romanya ile giriştiği ve 2-2 berabere biten meşhur maça ev sahipliği yaptı.
Balkan Güreş Şampiyonası; Balkan Atletizm Şampiyonası, milletlerarası bisiklet müsabakaları hep burada yapıldı. Ana caddeye bakan kısmında iki ahşap tribünü, ortasında şeref balkonu; Harbiye ve Taksim tarafında kale arkası; Mete Caddesine bakan kısmında da 8000 kişilik açık tribünü vardı.
Günah keçisi Prost
1940’ta İstanbul vâli ve belediye reisi Lütfi Kırdar, Taksim Meydanı’na dikilen heykelin daha ihtişamlı görünmesi için İnönü’nün emriyle kışlayı yıktırdı. O devirde İstanbul’un Osmanlı havasından kurtarılması hedefleniyordu. Bunun için Fransa’dan Henri Prost adında bir de şehircilik mütehassısı getirtilmişti. Prost, hükümetin arzuları istikametinde şehir planı çizdi. Osmanlı’dan kalan perişan izlerden büyük bir kısmı da böylece ortadan kaldırıldı.
Bazı insaf ehli, kışlanın yıkılmayarak tamir edilmesi için yalvardılarsa da, tamir için gereken paranın bulunmadığı gerekçesiyle kulak asan olmadı. Tamir için bulunamayan para, sanat değeri olmayan heykeller için harcandı. Meselâ Taksim Âbidesi 1926 yılının parasıyla 16.500 İngiliz lirasına mal oldu. Taksim Kışlası’nın yanı başındaki Taşkışla, belki de câmisi olmadığı için yıkımdan kurtuldu. Şimdi teknik üniversitedir. Bazıları bu olup bitenlerden Prost’u suçlar. Halbuki o, profesyonel olarak kendisinden istenileni yapmıştır.
Taksim Kışlası’nın yerine İnönü Gezisi adı verilen park yapıldı. O zamanın imkânları içinde çiçek ve ağaçlarla, mermer merdivenlerle gayet güzel tanzim edildi. Prost’un burayı park olarak tanzim etmesi büyük bir şanstır. Çirkin binalar da yapılabilirdi. Taksim Meydanı’na bakan kısmına İnönü’nün at üzerinde heykeli için kaide yaptırıldı ise de heykel dikilemedi. İnönü düştükten sonra adı Taksim Gezisi oldu. İnönü heykeli de Maçka Parkı’na dikildi. Taksim Gezisi’nin kuzeyinde 1870’lerden kalma Taksim Bahçesi ve Cumhuriyetin ilk devirlerinde baloların yapıldığı Belediye Gazinosu vardı. Burada şimdi Sheraton Oteli yükselmektedir. Gezinin alt kısmında dükkânların bulunduğu set üzerine Beyoğlu Evlendirme Dairesi yapılmıştır.
Önceki Yazılar
-
İNGİLTERE’Yİ İDARE EDEN GÜÇ ve ANKARA2.12.2024
-
TİCARET YAPACAKTINIZ DA KİM MÂNİ OLDU?25.11.2024
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024