İSKİLİPLİ ATIF EFENDİ’NİN GERÇEK SUÇU
1925’te çıkarılan şapka kanunu, memleket sathında diğer inkılaplarda rastlanmayan bir reaksiyona sebebiyet vermişti. Konya, Rize, Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş, Erbaa, Giresun gibi şehirlerde çıkan isyanlar sert bir şekilde bastırılmıştı. Reis, Ali (Çetinkaya); Necip Ali (Küçüka), müddeiumumi; azaları da Ali (Kılıç), Ali (Rize) ve Reşit Galip’ten müteşekkil olduğu için 4 Ali’ler Divanı da denilen Ankara İstiklal Mahkemesi, kanuna direnenleri cezalandırmakla vazifelendirildi.
Kasım 1925’de Anadolu turnesine çıkan mahkeme, Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya, Samsun, Trabzon, Erzurum, Rize, Giresun’da faaliyet yürüttü. İstiklal mahkemeleri; azaları hukukçu olmayan, kendini kanunlardan üstün gören, avukat ve müdafaa hakkı verilmeyen, kararları itiraz ve temyize tabi bulunmayan ihtilal muhafızlarıydı.
İlk etapta 21 idam
Kayseri’de halkı şapka kanununa muhalefete teşvik ithamıyla Şeyh Hamdi Efendi ve 4 arkadaşı idam edildi. Sivas’ta nümayişlere liderlik ettiği ithamıyla ulemadan 2 kişi idama mahkûm oldu. Abdurrahman Efendi kaçtı; İmamzade Necati Efendi infaz edildi. Aralarında belediye reisinin de bulunduğu 33 kişi ağır hapse mahkûm oldu.
Tokat’ta, şapka ve türbeler kanununu protesto eden Erbaa belediye reisi ağır hapse mahkûm edildi. Maraş’taki nümayişlerde 39 kişi tevkif edildi; aralarında Ulu Cami imamı Molla İbrahim ve müezzin Hafız Mehmed’in de bulunduğu 5 kişi idama ve gerisi ağır hapse mahkûm oldu. Giresun’da mahkemeye çıkarılan 60 kişiden, Nakşi Şeyhi Muharrem Efendi ve 2 hoca idama; 9 kişi ağır hapse mahkûm oldu.
Mahkeme, İstanbul üzerinden Ankara’ya geldi. Evvelce buraya sevk edilmiş zanlıları muhakemeye başladı. Rize’de 10 gün süren ve köylere kadar sirayet eden nümayişlerin failleri olan 143 kişi muhakeme edildi. 2 gün içinde içlerinde Ulu Cami İmamı Şaban Hoca’nın da bulunduğu 8 kişi idama; 55 kişi ağır hapse mahkûm oldu; gerisi beraat etti. Turneden eksik kalan davalara 1-15 Ocak arasında bakıldı; 9 kişi daha idama mahkûm oldu.
Ceza az geldi
Giresun davası çerçevesinde 9 Aralık 1925’te tevkif edilen İskilipli Atıf Hoca buradaki ilk mahkemede beraat etti; fakat serbest bırakılmayarak Ankara’ya götürüldü. O ve İstanbul ulemasından 27 kişinin muhakemesi Ankara’da yapıldı. Şapka inkılabından 1 sene evvel yazıp Maarif Vekâleti’nin ruhsatıyla bastırdığı “Frenk Mukallidliği ve Şapka” adlı kitapçıktan dolayı, hukukun umumi prensibine aykırı şekilde, kanun geriye yürütülerek Atıf Efendi’ye ve ayrıca Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi’ye idam cezası verildi.
Mahkeme, bazı zanlıların ifadelerine dayanarak, Atıf Hoca’nın kitabının hâdisede kışkırtıcı unsur olduğu; hatta Rize’deki hâdiselerin İstanbul’daki bir gizli cemiyet tarafından yönlendirildiği kanaatine vardı. Cemiyet ortaya çıkarılamadı. Müddeiumum, 15 sene kürek cezası talep etti; ama mahkeme 3 Şubat’ta idam cezası verdi.
Tahirül-Mevlevi, Ömer Rıza (Doğrul), Ahıskalı Ali Haydar Efendi ve Atıf Efendi’nin kitabını basan Ermeni Mihran Efendi beraat etti. Tahirü’l-Mevlevi’nin o günleri anlatan hatıraları matbudur. Mahkeme zabıtları -noksan da olsa- neşredilmiştir. Burada zanlılara sorulan sualler, adalet tarihi cihetiyle ibretliktir.
Kanunun geriye yürütülerek idam kararı verilmesi hemen herkesi utandırdığı için, şimdi Atıf Efendi’ye daha vahim yeni suçlar atfedilmektedir. Öteden beri gerici ve İngilizci bir hain imiş. Ankara hareketini kınayan beyannamelere imza koymuşmuş. Dolayısıyla idamından tabii ne olabilirmiş! Fakat hukuk, mantık ve tarih öyle söylemiyor. Mahkeme zabıtları (bazı sayfaları imha edilmişse de) Latin harfleriyle neşredilmiştir. Bunları okuyan, her satırda, mezkûr kitap ve bunun dağıtılması hakkında Atıf Efendi’nin nasıl sıkıştırıldığını gayet iyi görür.
Sen misin karşı çıkan?
Atıf Efendi, 1919’da memleket sathında din ve maarif hizmetlerinde bulunmak; halka pratik dini bilgiler vermek, köylerde mektepler açmak, fakir hastaları tedavi etmek, içkiyle mücadele gibi maksatlarla kurulan Cemiyet-i Müderrisîn, sonraki adıyla Teâlî-i İslâm Cemiyeti’nin azası idi. Sabri Efendi’nin şeyhülislâmlığa tayini üzerine yerine reis oldu. Ermenekli Saffet, Zâhidü’l-Kevseri, Said Nursi, Tahirü’l-Mevlevi, Mustafa Fevzi (Saruhan) ve Şerefeddin (Yaltkaya) Efendiler de aza idi. Son ikisi sonradan inkılapların ateşli müdafileri olmuştur.
Anadolu’nun birçok şehir ve kasabasında şube açan cemiyet, İzmir’in ve İstanbul’un işgalini kınamış; Bolşeviklik aleyhine, ayrıca saltanatın kaldırılmasını ve din hürriyetine baskıları kınayan beyannameler neşretmiştir. Bazılarının dediği gibi İngiliz Muhibleri Cemiyeti ile hiçbir alakası yoktur. İkisi de o zaman için legal zeminde kurulmuş; ama saflıkları sebebiyle yanlış ata oynamış cemiyetlerdir.
Bu arada, Ankara hareketinin padişah ve meşru hükümete karşı bir isyan hareketi olduğu, buna iştirak etmenin suç ve günah sayılacağına dair fetvanın yer aldığı ve Tarık Zafer Tunaya’nın amme efkârına tanıttığı bir beyanname, neşredilmek üzere cemiyetin önüne geldi. Tasdiki hususunda azalar ikiye ayrıldı. Reis Atıf Efendi’nin menfi reyi ile reddedildi.
Böylece imzasız ve mühürsüz olarak, gayrı resmi şekilde Yunan ve İngiliz tayyareleri tarafından Anadolu üzerine atıldı. Tahirü’l-Mevlevi’nin anlattığına göre beyannamenin dağıtılmaması için bizzat Şeyhülislâm’ın huzuruna çıkan Atıf Efendi, aslında muhalefet ettiği bu beyanname yüzünden hain ve suçlu ilan edilmiştir.
“Zararlı Cemiyetler”
Bir dava, hangi mevzuda açıldıysa, o mecrada devam eder. Bu esnada yeni ithamda bulunulamaz. Bunun için mürurızamana (zamanaşımına) uğramamışsa yeni bir dava açılır. Bu da mümkün değildir.
Evet, mektep kitaplarında “Zararlı Cemiyetler” arasında sayılması adet olmuş Teâlî-i İslâm Cemiyeti, Ankara hareketinin karşısında idi. Ama o zaman memleket zaten İstanbul ve Ankara taraftarı olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Ankara muhaliflerinin bir kısmı fiilen mukavemete kalkışmış; bir kısmı sadece sesini yükseltmiş; bir kısmı da sesini kısarak beklemiştir.
Atıf Efendi’nin yeni rejimin sempatizanı olmadığı bellidir; ama illegal fiiliyata kalkışılmadıkça, fikir, suç sayılamaz. Fakat İstiklal Mahkemesi’nin adeta niyet okuyarak ceza verdiği; meselenin bazen zanlının nerdeyse çocukluğuna kadar götürüldüğü çok görülmüştür.
Yeni rejimin eski devir ricaline müsamahakâr davranmayacağı belli olduğu için, Lozan Antlaşması’nda müttefikler, umumi af getirilmesini şart koştu. Türk heyeti, 150 kişinin istisnası kaydıyla kabul etti. 26/XII/1923 ve 16/IV/1924 tarihinde iki umumi af kanunu çıkarıldı. Böylece bu tarihten evvel her ne şekilde olursa olsun Ankara hareketine karşı olanlar, itham edilemeyecektir. Teâlî-i İslâm Cemiyeti azaları ve ezcümle Atıf Efendi de bunun şümulündedir.
Atıf Efendi, Ankara tarafından hain görülseydi, o zaman 150’liklere dâhil edilip sürgüne gönderilebilirdi. Şu halde faaliyetleri, kendisi hakkında ithama medar olamaz. Darbeler tertiplemiş, bu uğurda adam öldürmüş, hırsızlık yapmış, yol kesmiş, daha nice suçlar işleyen kahraman fedailer, (mesela 1908’de Şemsi Paşa’yı vuran Atıf Kamçıl gibi) birer ikişer meclise girmiş, yüksek mevkilere kadar çıkmışlardır. Bunlara kimse vaktiyle işlediklerinin hesabını sormamıştır.
İskilipli Atıf Efendi kimdir?
Atıf Efendi, (1875-1926) İskilip’in Toyhane köyünde doğdu. Akkoyunlu Türkmenlerindendir. 6 aylıkken öksüz kaldı ve dedesi tarafından büyütüldü. İstanbul’a tahsile geldi ve bir yandan da maişetini çıkarabilmek için çalıştı. 1902’de Fatih medresesinden mezun olup müderris oldu. Darülfünun İlahiyat Fakültesi’ni de bitirerek, Kabataş Lisesi’nde Arapça muallimliği yaptı.
Müderrislerin zati haklarının iyileştirilmesi uğrundaki faaliyetleri hoş karşılanmayarak Bodrum’a tayin edildi. Bu, mücadeleci mizacına bir delildir. O vesileyle Kırım’dan Varşova’ya kadar dolaştı. 1908’den sonra İstanbul’a döndü. Sebîlürreşad ve Beyânülhak'ta yazılar yazdı.
31 Mart 1909 Vak'ası sebebiyle tevkif edildi. 1913’te Sadrazam Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesi bahanesiyle, muhaliflerini sindirme derdindeki İttihatçılar tarafından Sinop’a sürüldü. 1,5 sene sonra dönebildi. Hükümet, her iki hadisede de suçsuz olduğunu itiraf etti; ama kendisine 4 sene vazife verilmedi. Sultan Vahideddin zamanında Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi’nin yüksek kısmına tefsir ve Medresetü'l-Kudât'a hikmet-i teşriiyye (usul-i fıkh) müderrisi tayin edildi.
19 Şubat 1919'da Mustafa Sabri Efendi'nin riyasetinde kurulan Cemiyet-i Müderrisîn’de ikinci reis idi. Sonradan Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını alan cemiyete reis oldu. 1922 yılı Ramazan ayında sarayda yapılan huzur derslerine muhatap olarak katıldı. Alemdar ve Mahfil gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza (Doğrul) ve Süleyman Nazif ile dini mevzulardaki kalem münakaşaları meşhurdur.
1926’da Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından idama mahkûm edildi. Rüyasında Cenab-ı Peygamber’i gördüğü, “Bize gelmek varken niye müdafaa hazırlıyorsun” dediği nakledilir. Mahkemeden müdafaa yazmak üzere 3 gün mühlet istediğinde, kulakları da iyi işitmeyen müddeiumum kızarak, “Sizi bekleyemeyiz, bu gece yazın, yarın getirin” emrini vermiş; Atıf Efendi hazırladığı 8-10 sahifelik müdafaanameyi ertesi gün mahkemede okumuştu.Şu halde rüya rivayeti sahih ise, müdafaa hazırlama sitemi doğru olmasa icap eder.
Müdafaaname yazmayarak, hakkındaki hükmün hemen infazını rica eden Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi olmuştur. İki müderris, 4 Şubat 1926'da Ankara’daki Karaoğlan Çarşısı'nda infaz olundu. Başta İslâm Yolu ilmihali olmak üzere kıymetli eserleri vardır.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024