SULTAN HAMİD TAPUSU VE FİLİSTİN TOPRAKLARI
Geçenlerde bir Filistinli köylü elindeki tuğralı tapuyu sallayarak İsrail hükümetinin nesillerdir ekip biçtikleri topraklarının bir kısmını elinden aldığından yakınıyordu.
İsrail hükümeti ise, tapuda yazan miktar ile köylünün elindekinin aynı olmadığını, fazlasının tabii olarak hazineye ait olduğunu söylüyordu. Meseleye dair ipuçları, ancak Osmanlı hukuk tarihinde bulunabilir.
Sultan Hamid’in hakiki vârisi
Bir yerde yeni bir devlet kurulunca, şahsi mülkiyet aynen devam eder; ama amme mülkiyeti, yani devlete ait mallar/topraklar, yeni devlete ait olur. Bu beynelmilel bir prensiptir.
İttihatçılar, Sultan Hamid’in şahsî mülklerine el koyup, hazine adına tescil ettirmişti. Ekserisinde petrol bulunan bu topraklar elden çıkınca; İngilizler hepsinin sahibi oldular. Sultan Hamid veresesi bir kuruş hak alamadı.
Ganimet topraklar
Osmanlı Devleti’nde cari olan İslâm hukukuna göre, harb yoluyla fethedilen arazinin beşte biri devlete, onun da beşte biri hükümdara aittir. Bu, Kur’an-ı kerim ve Peygamber sünnetiyle sabittir. Geri kalan arazinin statüsünü tayin etmek, hükümdara ait bir salahiyettir.
Bu arazi, Cenab-ı Peygamber’in farklı tatbikatlarına istinaden, ya gazilere dağıtılır; ya eski sahiplerinin elinde bırakılır; ya da hepsi devlet hazinesine alınır. Bunlardan ilki ve üçüncüsü Hayber’in farklı kısımlarında tatbik edilmiştir. İkincisi ise Mekke’nin (ve İstanbul’un) fethinde tatbik olunmuştur.
Yalan kime yaramış?
Şer’î ve örfî kaidelerle teşekkül eden Osmanlı toprak nizamı Kanuni Sultan Süleyman devrinde, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin de gayretleriyle büyük ölçüde yazılı hâle getirildi. Bu sistem asırlarca falsosuz işledi. Ancak politik, sosyal ve ekonomik şartların değişmesiyle zaafa uğradı.
1858 tarihli Arazi Kanunnamesi’ni takiben çıkarılan Tapu Nizamnamesi ile halktan ellerindeki araziyi tapuya tescil ettirmeleri istendi. Ama her resmî kaydın arkasında bir mükellefiyet kokusu alan köylü, buna ehemmiyet vermedi. Kimi birazını kaydettirdi; kimi hiç kaydettirmedi.
Kaydedilmeyen toprakların bazısını bir takım açıkgözler kendi üzerlerine tescil ettirdi ki, köy ağalığının doğuş sebeplerinden biri budur.
Maharet!
İşte Filistinli köylünün de büyük dedesi muhtemelen az vergi vermek için, elindeki toprağı noksan tescil ettirmişti. Türkiye’de de kadastro yapılırken, yani arazi sayımı yapılırken, köylünün elindeki nice toprak, tapudaki miktardan fazla olduğu anlaşılarak, hazine adına tescil edilmiştir.
Türkiye’de de kadastro çalışmaları yürütülürken, köylünün elindeki toprak ile tapuda kayıtlı yüzölçümü farklı ise, artan miktar hazine adına kaydedilmiştir. Kadastro yapılırken bazı köylüler, ayrı bir maharet göstererek, buna mani olmayı becermiştir.
Cumhuriyet devrinde aşar kaldırıldı. Arazilerin statüsü değiştirildi. Bu, ayrı bir yazı mevzuudur.
Kira=Asker
Devlete ait araziye mîrî (beylik) arazi denir. Bu araziyi hükümet bir çift öküzle sürülecek kısımlara (çiftlik) ayırır ve halka kiralar. Kiracı ölene kadar toprağı ekip biçebilir; kirayı ödediği müddetçe arazi elinden alınmaz. Kiracılık hakkı öldükten sonra da evladına geçer.
Kiracı, isterse tasarruf hakkını bedelli veya bedelsiz olarak başkasına devredebilir. Ancak üç sene üst üste toprağı boş bırakamaz. Sene ortasında mahsulü bırakıp gidemez.
Bu kiraları Osmanlılarda tımarlı sipahiler toplar; mukabilinde asker beslerdi. Aşar adı verilen bu kira, mahsulün onda biri kadardır ve aynî olarak, yani mahsulün kendisinden alınır. Mahsül yoksa, aşar da yoktur. Aşar, onda bir demektir. Toprak mahsulleri zekâtı olan öşür başkadır; o mülk araziye mahsustur ve fakirlere verilir.
Yok mu arttıran?
Tımar kaldırılınca, aşarı iki sene tahsildarlar topladı; ama bunun randımanlı olmadığı anlaşılınca, iltizam usulüne geçildi. Bu usulde köyler ihaleye çıkarılır. Kendisine güvenen itibarlı kişiler, köyü ve mahsulünü yakından anlayıp, ihaleye girer. Kefil ve ipotek göstererek devlete en yüksek meblâğı ödemeyi vadeden, ihaleyi alır. Bu kişiye mültezim denir.
Aşar, 1887 tarihli Aşar Nizamnamesi’nin hükümleri çerçevesinde toplanırdı. Mültezim, hükûmete bir mikdar peşin para öder. Mahsul olgunlaştığı zaman hemen mültezime haber verilir. Mültezim nezaretinde mahsul kaldırılır. Bu mahsulden aynî olarak 1/10 aşar tahsil olunur. Gerisi köylüde kalır.
Mültezimler bu mahsulü umumiyetle müzayede (açık arttırma) ile satar; devlete olan borcunu öder. Geri kalan meblağ mültezimin kârıdır. Mahsulün umulduğu gibi yetişmediği seneler, aşar meblâğı düşük olacağı için, hükümete daha fazla ödemiş bulunan mültezim zarar eder. Bazı mültezimlerin zarar etmemek adına köylüye baskı yapması tehlikesi de mevzubahistir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024