OSMANLI CEZA KANUNU VE HOMOSEKSÜELLİK
Sosyal medyada dünya ülkelerinde homoseksüel münasebetin suç sayılmaktan çıkarıldığı tarihleri gösteren bir harita dolaşıyor; Türkiye üzerinde 1858 tarihi okunuyor ki, bu, Osmanlı Ceza Kanunname-i Hümayunu’nun çıkarıldığı tarihtir.
Bu haritaya göre Türkiye, bu işi suç olmaktan çıkaran ilk ülke olmuş oluyor. Ancak bunu paylaşanların maksadının, Osmanlı Devleti’ni ileri görüşlü ve demokratik olarak lanse etmekten ziyade, hakkında zihinlere şüphe getirmek olduğu da belli bir şeydir.
Gayrı meşru temayül
Bir kere suç olan homoseksüellik değil; livâta, yani gayrı tabii münasebettir. Kişi zihninden geçen veya nefsinin istediği şeyden dinen de, hukuken de mesul olmadığı için; homoseksüellik de fiiliyata dökülmedikçe cezalandırılmaz. Hükümet/mahkeme, kimsenin hususi hayatını araştırmaz. Bu, homoseksüel olmayı suçun tekemmülü için kâfi gören önceki Avrupa hukukundaki tatbikattan en büyük farktır.
Önceki dinler gibi, İslâmiyette de sadece livâta değil; karşı cinsin kılığına girip onun gibi davranmak da men edilmiştir. Dinde, “tabii bir tercih” değil; “gayrı meşru bir temayül” (eğilim) olarak görülen livâta, aleni yapılmazsa, sadece günah iken; aleni yapılırsa hem günah hem de suç sayılır.
Ancak âlimler arasında cezasının ne olduğuna dair ihtilaf edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin hukuku, zaten İslâm hukuku olduğundan dolayı, bunun için ayrı bir kanun maddesi bulunmasına hacet yoktur.
Kanun ne diyor?
Fransa’dan ilhamla zamanın en meşhur İslâm hukukçusu Ahmed Cevdet Paşa tarafından hazırlanan 1858 tarihli Ceza Kanunnamesi’nde, livâtanın suç olmaktan çıkarıldığı doğru değildir.
Nitekim 202. madde der ki: “Mugâyir-i âr ve hayâ alenen fi’l-i şenî icrâsına ictisâr eden şahıs [ahlak dışı ve utanç verici şekilde alenen zina ve livâtaya cesaret eden kişi], üç aydan bir seneye kadar haps olunur. Bir mecidiye altından on mecidiye altınına kadar ceza-i nakdî alınır.
Zükür ve inasdan genç kimselere harf-endazlık edenler [kız veya oğlanlara laf atanlar], bir haftadan bir aya kadar ve elleriyle sarkıntılık edenler bir aydan üç aya kadar habs olunur. Nisa [kadın] kıyafetiyle makarr-ı nisvan [kadınların bulunduğu] olan mahallere girenler mücerred [sırf] bu fiilden dolayı üç aydan bir seneye kadar habs olunur.”
[Fi’l-i şenî (çirkin iş), hukukta namus ve ahlâka dokunan her fiile denir. Umumiyetle yerine göre, zina, livâta ve ırza geçme için kullanılır. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye Kâmusu’nda livâta manasına kullanmıştır. 197-201. maddeleri ırza geçme ve iğfal suçlarını tanzim eden Kanunname’de, hem zina hem livâta için kullanılmıştır.]
Şimdi de öyle
1926 tarihli Türk Ceza Kanunu’nda vaziyet böyledir. Madde 419: Alenen hayasızca vaz-ı harekette bulunanlar [utanç verici iş yapanlar] on beş günden iki aya ve o suretle fi’l-i şenî icra edenler altı aydan bir seneye kadar hapis ve 100 liradan 500 liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır.” 1936’da “fiil-i şenî icra edenler” ifadesi, “cinsi münasebette bulunanlar” diye değiştirilmiştir.
Halen cari bulunan 1930 tarihli Askeri Ceza Kanunu madde 153/2 der ki: “Bir kimseyle gayrı tabii mukarenette bulunan yahut bu fiili kendisine rızasıyla yaptıran asker kişiler hakkında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çıkarma cezası, erbaşlar için rütbenin geri alınması cezası verilir.”
Erkek Model
Eski Anadolu Türkçesi’nde bâkire kız manasına da gelen oğlan tabirine başka manalar vererek; divan edebiyatının sembolik ifadelerine zahiri mana yükleyerek; her güzeli ilahi hilkatin tezahürü görenlerin hayranlıkla tasvirini başka cihete çekerek; Zenanname, Hubanname gibi benzerine her zaman her yerde rastlanabilecek müptezel kitapları sanki cemiyetin el kitabıymış gibi tasvir ederek bazıları garip bir algı operasyonu yürütmektedir.
Deli Birader ve Enderuni Fazıl gibi bayağılığı sebebiyle ciddiye alınmayacak şairleri, ithamlarına yalancı şahidi göstermiş; bazı meşhur şahısları, hatta padişahları da işin içine çekmeye çalışmışlardır. Bir erkek, başka bir erkek ile dost olursa, hemen gayrı tabiî aşk yakıştırırlar.
Şarkta, kadın güzelliğinin ulu orta tasviri caiz görülmediği için, şairler, “erkek model” kullanır. Aklı başında dini bütün bir insan, erkek güzelliğinde, Rabbin cemal sıfatının tecellisini düşünür. Öte yandan düğünde kadın oynatmak erkeğe caiz olmayınca, eğlencelerde erkek dansçı oynatılır. Bu köçekler, gayrı tabiî aşkların mef’ulleri değildir.
O zamanki tarihçilik an’anesine uygun olarak, ne işitse yazan Evliya Çelebi, her şeyden bahsettiği meşhur eserinde, o devirdeki ahlâkî dejenerasyonu, biraz mübalağa ile tasvir eder. Gayrı tabiî aşkı iş edinmiş yersiz yurtsuz genç erkek tayfasından (hîz oğlanları) bahseder. Yoksa böyle meşru bir meslek erbabı hiç mevcut olmamıştır. Buna inanırsanız, bir kızın fil doğurduğuna, damdan dama atlayan kedinin soğuktan donduğuna da inanmalısınız.
Alman kusuru?
Avamın belden aşağı edebiyata merakını bilen para ve şöhret peşindeki bazılarının mevzuyu sulandırması bir yana; maksat, cemiyette homofobiyi kırmak ise, Osmanlı cemiyetinin esas dinamiğini teşkil eden Müslümanlık, zaten insanlara merhamet nazarıyla bakmayı emreder. Gayrı ihtiyari, olmayacak birine âşık olanları veya elinde olmayan sapkın hisler duyanları; bunu saklayıp fiiliyata dökmedikçe günahkâr saymaz. Hatta nefsine muhalefetinden dolayı sevapla müjdeler.
Yok, eğer maksat Osmanlı cemiyetini alaya almaksa, bunda da yanılırlar. Fuhuş, her zaman her yerde görülebilir. Peygamberler zamanında bile bulunduğunu Kur’an-ı kerim haber vermektedir. Osmanlı cemiyeti, melekler âlemi değildir. Ama (bazı muhafazakârların çok tuttuğu kafası karışık bir yazarın dediği gibi) “elinde tesbih, evinde oğlan, dilinde dua, panayır gözbağcısı” diyerek Osmanlıları riyâkârlık ile itham etmek de, ne insaf ne de ciddiyetle bağdaşır.
Osmanlı cemiyetinin karakterini tasvir eden en doğru ifade şudur: “Osmanlı ahlâkı mazbuttur”. Hüküm, ekseriyete göre verilir. Kaynaklarda bir şeyden bahsedilmesi, onun yaygın olduğunu değil; aksini gösterir. Oğlancılık (gulamparalık) âdet olsa, bu kadar dikkati çekmezdi. Rağbet, nâdiredir.
Saraydaki Enderun mektebinde, zeki, istidadlı ve yakışıklı gençler devlet adamı olarak yetiştirilir; bunlara sarayın içinde tahsil gördüğü için içoğlanı denirdi. Bu tabir, Hammer gibi meşhur bir tarihçiyi bunların menfur hizmette kullanıldığı yanılgısına sevketmiştir. Hammer Tarihi’ni Osmanlıcaya tercüme eden Atâ Bey, bu yanlışa dikkat çekmiş; hatta zamanın sadrazamı Âli Paşa bu satırlarından dolayı Hammer’i kınamışlardır.
Bu kelimeye rezil mana, sonradan argoda yüklenmiştir. Oğlan burada, tüysüz delikanlı demektir. Nitekim gulam da, erkek köle ve hizmetkârlar için kullanılır. Mektep, sarayın enderun (iç) kısmında bulunduğu için böyle anılmışlardır.
Enderun’da çok sıkı bir disiplin vardı. Her iki gencin yatakları arasına, bir akağa yatağını sererdi. Bu sebepledir ki, asırlar boyunca herhangi bir skandala ne Enderun’da, ne de Harem’de rastlanmıştır.
Homoseksüelliğe Le False d’Allemand (Alman Kusuru) demek âdet olduğuna göre, bir Alman olan Hammer’in böyle anlamasına şaşmamak lâzımdır.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024