YILDIZ FALI NE DİYOR BU İŞE?
FALIN TARİHİ… MÜNECCİM ve YILDIZNAME
İnsanlar gayptan haber almayı her zaman merak etmişler; cinler, periler gibi metafizik varlıklardan, kâhin, müneccim, falcı, medyum gibi fevkalade kabiliyet sahibi insanlardan medet ummuşlar; burçlardan, gök cisimlerinin hareketlerinden, donmuş kurşundan, kumdaki çizgilerden, suyun hareketinden, çakıl taşından, bakla ve hurma çekirdeğinden, kuşların uçuşundan veya ötüşünden, hatta sıradaki şarkıdan manalar çıkarmaya çalışmışlardır.
Gaypları bilen Allah, bu bilgiyi kullarından saklamıştır. Kur’an-ı kerim, gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini; hatta peygamberlerin dahi, ancak kendilerine bildirildiği kadar bileceğini söyler. Bu, bir itikat kaidesidir.
İlmî ve dinî ciheti bulunmayan bu telakkiye göre gökyüzündeki yıldızlar ve seyyareler, madem ki insanların engellemeyeceği şekilde hareket ediyor; o halde insanın kaderi belli ölçüde bunlara bağlı zannedilmiştir. Bu kabul edilirse, insanlığın tüm kanunları ve ananeleri haklı gösteren ahlaki çerçeve ortadan kalkar. Bir maktulün ölümü bile yıldızların veya gezegenlerin zamansız devir hareketi ile izah edilebilir ve hatta onun ölümüne sebep olan el bir vasıtadır, mesul tutulamaz. Halbuki dinlere göre kainatta işler ilahi irade ile beşeri iradenin mutabakatından meydana gelir. Bu sebeple insan, fiillerinden mesuldür.
Astronomi? Astroloji?
Çoğu zaman astronomi (ilm-i nücûm) ile astroloji (ilm-i tencîm) birbirine karıştırılır. Birincisinde gök cisimlerinin hareketi ilmî usullerle tedkik edilir; ikincisinde bundan gayba dair manalar çıkarılır. Birincisi dinen makbul, ikincisi mezmumdur, kötülenmiştir. Necm, yıldız; nücûm, yıldızlar demektir. Müneccim de astronomi bilene denir.
Osmanlılar astronomide çok ileri gitmişler; buna dair 600 civarında kitap yazmışlardır. Astronomi medresede okutulan ilimlerdendir. Sultan Fatih devrinin sonlarında astronomi işlerini resmi şekilde yürütmek üzere müneccimbaşılık makamı tesis edildi.
İlmiye sınıfından gelen müneccimbaşılar arasında eser vermiş ehemmiyetli astronomi âlimleri bulunur. Müneccimbaşı, saray teşkilatına dâhildir; silahtarın maiyetindeki hekimbaşına bağlıdır. Tayinini de, azlini de bunlar yürütür. Emrinde müneccimler vardır.
Osmanlılarda 37 müneccimbaşı gelip geçmiştir. Tophane’deki meşhur rasathanenin kurucusu Takiyyüddin ile Câmiü’d-Düvel isimli Arapça tarihi ile tanınan Ahmed Dede müneccimbaşı idi. 1924’te son müneccimbaşı Hilmi Efendi ile bu tarihi makam da tarihe karıştı.
Müneccimbaşı ne iş yapar?
Müneccimbaşı, saray ve devlet ricali için -Uluğ Bey zîcine göre- takvim, imsakiye ve zâyiçeler hazırlar. 1800 senesinden sonra Jacques Cassini zîci esas alınmıştır. Zâyiçe (zîc), yıldızların hareketlerini gösteren dairelerdir. Yıldızname diye de bilinir.
Dinî günler, kamerî takvime göre başladığı ve bu aylar da yeni doğmuş hilalin rüyeti (görülmesi) ile sabit olduğundan, müneccimbaşının işi mühimdir. Kuyruklu yıldızların geçişi, güneş ve ay tutulması gibi mühim astronomik hâdiseleri takip eder; tabirleri ile beraber saraya bildirir.
Hemen her şehirde namaz vakitlerinin tayini ile meşgul olan muvakkıthane ve belli yerlerde bulunan rasathaneler müneccimbaşına bağlıdır. XIX. asrın ilk yarısında Mekteb-i Fenn-i Nücûm kurulmuştu. Burası da müneccimbaşına bağlıdır.
Yıldızname
Müneccimbaşıyı bugün merak mevzuu haline getiren şey, bunların eşref saat tesbitine dair faaliyetleridir. Başta cülus (tahta çıkma) olmak üzere, harb, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi, has atların çayıra salınması, padişahın yazlık ve kışlığına gitmesi gibi ehemmiyetli-ehemmiyetsiz birçok hadisede müneccimbaşılar ve bazen müneccim-i sânîler eşref-i saat tesbit ederlerdi.
Zâyiçeleri isabetli çıkan müneccimbaşı, ihsanlara kavuşmuştur. Gerçi padişahlar eşref saat ve zâyiçeye pek iltifat etmez; ama halk psikolojisini gözeterek buna açıkça tavır da almazdı. Bu sebeple, yıldıznameye itimat etmekle; hatta bütün işlerini buna göre yapmakla itham olunmuşlardır. Vesikalarda eşref saate itibar edildiği görülür; ama bu, eşref saate itibarın bir kaide olduğunu göstermez. Sembolik bir değer taşır.
Nizip’te Hafız Paşa’nın eşref saat yüzünden taarruzu bir gün geciktirdiği için mağlup olduğu rivayeti mübalağalı bir yakıştırmadan ibarettir. Böyle bile olsa, mağlubiyet için muteber birçok sebep vardı.
3 Müneccim?
Sultan III. Mustafa, Küçük Prusya’yı güçlü bir devlet haline getiren Büyük Friedrich’e gönderdiği elçi Resmî Efendi vasıtasıyla güya kralın muvaffakiyetinin sırrı olarak gördüğü müneccimlerden üç tane istemiş, o da “3 müneccim değil ama, 3 nasihat vereyim: Tarih okumak, hazineyi dolu tutmak, güçlü bir ordu” demiş.
Osmanlıları aşağılamak için mektep kitaplarına kadar girmiş bu efsaneyi, o sıralarda Osmanlı Devleti’ni kendi yanında harbe çekmeye çalışıp, muvaffak olamayan Fransız sefiri raporunda yazıyor. Ama Resmi Efendi’nin sefaretnamesinde hiç geçmiyor. Bilakis, İstanbul Teknik Üniversitesinin kurucusu olan Sultan III. Mustafa, müsbet ilimlere meraklı bir padişahtı. Bilhassa tıp üzerine tedkikleri vardır.
Amerika niye böyle güçlü?
Tarihteki bilinen bütün hâdiselerin, hangi tarihlerde cereyan ettiği yıldıznamelerde yazılıdır. Bir nevi istatistik gibi, zaferlerin ve iyi hâdiselerin, müştereken umumiyetle hangi burçta olduğu tesbit edilir. Buna eşref saat denir. İşe o zaman girişilir. Bunun gayb ile alâkası yoktur. Fal ise tamamen tahmine dayalıdır.
Eclipse, yani iki gezegen/yıldız üst üste geldiğinde olan şey, güç ifade eder. Dünyaca meşhur fen âlimi Benjamin Franklin, ABD’nin kuruluşunu, 4 gezegenin üst üste geldiği 4 Temmuz 1776 saat 16.50’de ilan ettirmişti. Güneş, Jüpiter’in; Mars, Alphecca’nın, Venüs, Tejat Posterior ve Jüpiter de Nepsula yıldızının üstüne gelmişti. Bu, astrolojide çok parlak bir talih demektir. Jüpiter, ebedilik; Mars, güç sembolüdür. Mesela 29 Ekim 1923’de gökyüzünde yıldız hareketi yoktur.
Aynı burçta doğan insanların benzer karakterlere sahip olması ve bunun neticesi olarak benzer hâdiseler yaşaması, belki ay ve dünyanın çekim gücü ile izah edilebilir. Ancak genetiğin bile insan karakterinde en fazla % 30 tesiri varken, burçların tesiri, hemşerilerin veya meslektaşların benzerliğinden öte bir kıymet taşımaz.
Ama halk arasında her insanın gökyüzünde bir yıldızı olduğuna; işleri rast gitmeyen insanın yıldızının düşük olduğuna inanılır. Hacı Arif Bey’in meşhur şarkısındaki şu mısra bunun ifadesidir: “Ahteri düşkün garibim, âşık-ı avareyim/Gün gibi deryayı aşkında gezer biçareyim.” (Ahter=yıldız) Mizacı uymayan kimse için “yıldızı barışmamak” tabiri kullanılır.
İnsan fizyonomisinden, mimiklerinden ve uzuvlarının seğirmesinden mana çıkaran ilimler şark dünyasında pek yaygındı. Şimdi kriminoloji denen bu ilme, ilm-i kıyâfe ve ilm-i ihtilaç denir. Buna dair kitaplar, hatta şiirler vardır. Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin manzum Kıyafetname’si meşhurdur. Yıldızname de bunun gibidir.
Kurtulduk!
Câhiliyye devri insanları, bir şey yapmak istedikleri zaman, sol tarafından bir kuş uçsa yahud uğursuzluk saydığı bir şey görse, bunu kötüye alamet sayarlar ve bu işten vazgeçerlerdi. Cenab-ı Peygamber, kuşun ötmesinden ve uçmasından teşeüm etmeyi, ufak taşlarla fal açmayı, kum üzerine hatlar çizmeyi ve bunlardan geleceğe ait hükümler çıkarmayı, uğursuz sayarak sefere çıkmaktan vaz geçmeyi men etmiştir. (Ebû Dâvud, Neseî, İbn Hibbân, Beyhakî, Taberânî)
Resul-i Ekrem, “İslâmiyette teşeüm (uğursuzluk) yoktur; tefeül vardır” buyurdu. Tefeül nedir, diye soranlara “Duyduğunuz güzel sözdür” diye cevap verdi (Buhârî). Bir işe girişenin, ey yol bulan, ey işini beceren gibi bir söz duyması böyledir.
Cenab-ı Peygamber, tefeülü, yani gördüğü şeyi hayra yormayı severdi. Hicret yolunda arkadaşları ile önüne çıkan Büreyde’ye ismini sordu. Öğrenince, “İşimiz soğudu” (yani artık bizi takip edemezler); yanındakinin Eslem kabilesinden olduğunu öğrenince, “Kurtulduk” buyurdu. Büreyde’nin kökü berd, soğuktur; Eslem de, selâmet ile aynı köktendir. Hudeybiye Muahedesi’nde Kureyş’ten Süheyl’in murahhas olarak geldiğini görünce, “İşimiz kolaylaştı” buyurdu. Süheyl’in kökü olan sehl “kolay” demektir.
Eskiler bir iş yapacağı zaman, bir çocuğa isim koyacağı zaman, başta Kur’an-ı kerim olmak üzere mübarek kitapları, hatta divanları rast gele açarak okumaya başlar veya önceden baştaki, ortadaki veya sondaki cümleyi ya da beyti kast ederek fal tutardı. Halk, tefeüle, fal da dediği için, sonra gelenlerde yanlış bir kanaat hâsıl olmuştur.
Çarşambanın gelişi
Bir işe, eşref saatte, yani yümünlü, bereketli, uğurlu bilinen muayyen bir zamanda başlamak, eskiden beri âdettir. Mesela “Çarşamba günü başlanan iş tamamlanır” mealinde bir hadis-i şerif vardır (Zernûcî).
İslâmiyette uğursuz değil, ama uğurlu günler ve zamanlar vardır. Mesela Pazartesi ve Perşembe uğurludur; Resulullah, sefere çıkmak için bu günleri tercih ederdi (Mesâbih). Eskiden düğünler bu günlerde yapılırdı. Eski metinlerde geçen “uğursuzluk” tabiri, bereketsizlik, yümünsüzlük manasınadır.
Karar vermek en zor iştir. Hele meşveret edecek kimse yoksa. Bir işe girişmeden istihare yapmak; rüyada yeşil, beyaz veya parlaklık görürse yahud uyandığında yapmak arzusu artmışsa, hayır sayıp bu işe girişmek sünnettir. Kırmızı veya siyah görür yahud kalbindeki meyli azalırsa, yapmaktan vazgeçer. Resulullah, “İstihare eden yanılmaz” buyurmuştur.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024