Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

TAŞIDIĞIMIZ İSİMLERİN HİKÂYESİ

İsim, esas itibariyle bir modadır. Politikacıların, futbolcuların, artistlerin, roman kahramanlarının isimleri konur. Hatta çocuğun isminden, yaşını anlamak mümkündür.
18 Kasım 2019 Pazartesi
18.11.2019

Günümüzde hemen her sosyal çevreye mensup anne ve babalar, çocuklarına hiçbir yerde duyulmamış orijinal isimler vermeye pek meraklılar. Öte yandan modern ailelerde eski isimlere; muhafazakâr çevrelerde ise modern isimlere sık rastlanıyor. Şimdi en çok taşınan 5 erkek isminin Mehmed, Mustafa, Ahmed, Ali, Hüseyn; kız isimlerinin ise Fatma, Ayşe, Hadice, Emine ve Zeynep olduğunu istatistikler söylüyor.

İsim bir modadır. Geçen asrın sonlarında Nureddin, Sabahaddin, Şerefeddin gibi iddialı isimler yanında, Zekai, Recai, Necati gibi romantik isimleri çocuklara koymak modaydı. 20’lerde Haldun, Sadun gibi alengirli isimler çok tutuluyordu.  

Ahmed, Mehmed gibi sıradan bir isme sahip olanlar, memuriyete girince veya şairliğe soyununca, hemen ağdalı bir ikinci isim alırdı. Ahmed Cevdet, Mustafa Kemal, Mehmet Akif gibi.

Cumhuriyet devrinde, politikacıların, futbolcuların, artistlerin isimleri moda oldu. Hatta çocuğun isminden yaşını anlamak mümkündü. 1952 senesinde güzellik kraliçesi olan Günseli Başar’ın ismi o sene çok popülerdi.

Romanlar, çocuk isimleri için ilham kaynağı idi. Müjgan ve Kamuran; Çalıkuşu’nun, Bihter ve Behlül, Aşk-ı Memnu’nun yadigârıdır. Refik Halid’in Nilgün romanı neşredildiği 1953 senesinde doğan çocukların çoğuna bu isim konuldu. Deniz, İnan, Ulaş, Özgür, Devrim isimleri de solcular arasında modaydı. Zira isim, ailenin ideolojisi ve dünya görüşünü de aksettirir.

Yeni devirde isimlerde din değil, kahramanlık ve milliyet vurgusu âmildir. Kaya, Vural, Erol, Erdal, Ercan, Erkan, Caner veya Oğuz, Korkut vs. İlk mekteplerde öğretmenler, “Yakışır mı Türk çocuğuna Arapça isim” deyip çocukların isimlerini Turgut, Attila, Seyhan, Türkân, Tomris gibi güya Türk tarihinden isimlerle değiştirirlerdi. Hatta memurlardan kendi isimlerini de değiştiren çoktu. Annemin, muallim olan iki eniştesi Battal ve Derviş Beyler, isimlerini -ister istemez- Orhan ve Şahin diye değiştirmişti. Cengiz gibi Türklükle alakası olmayan zalim kahramanların ismi de bu devirde çok konulmuştur.


Dirse Han Oğlu Boğaç Han

İsim hak edilmeli

Eski Türklerde oğlan çocuklarına muvakkat bir isim verilir; büyüyüp bir işin hakkından geldiğinde ona göre isim alırdı. Dede Korkut’un en meşhur kahramanlarından Dirse Han oğlu Boğaç Han, Bayındır Han’ın ak meydanında cenk edip, bir boğa öldürdüğü için bu ismi almıştır. Çocuklara Şahin, Doğan, Sungur, Tuğrul, Arslan, Babür gibi düşmanı korkutucu vahşi hayvan isimleri verilirken; kızlara Gül, Lale gibi her çeşit çiçek, Sırma, Kadife gibi güzel kumaş, Turna, Suna gibi sevimli kuş ismi vermek âdettir.

Eski Türklerde hadiselere göre isim verilirdi. Göç sırasında doğan çocuğa Göçü; düşman baskınında doğana Yağbastı, ziyafet esnasında doğana Aşveren isminin verildiği vâkidir. Çocuk doğduğu sırada evdeki misafirin ismini de uğur sayıp koymak âdetti. Babam doğduğunda, bizde Müftü Bekir Efendi misafirmiş. Bu sebeple bebeğe onun ismini koymuşlar.

Okumuş takımı çocuğa isim koymak için tefeül ederdi. Yani Mushafı veya Mesnevî gibi kutlu bir kitabı rastgele açıp okumaya başlar; ilk rastgelen ismi uğur sayıp koyardı. Dedem benim için Mushaf ile tefeül etmiş; “inne ekremeküm…” âyeti kerimesi denk gelmiş. Şimdikiler Kur’an’da var diye Aleyna (üzerimize), Ecrin (ücretin), Esila (öğleden sonra) gibi hiç de konulması münasip olmayan isimleri tercih ediyor. Halbuki Kur’an’da hınzır da geçer, fâhişe de.

Farklı olmak

Çocuklara farklı bir isim koyma âdeti eskiden beri vardır. Doğumu yaptıran doktorun veya ebenin, askerdeki kumandanının, valinin, muallimin veya bunların hanımlarının ismini koymak yaygındır. Bir isim bazen kulağa çok alışılmadık gelir veya telaffuzu zor olurdu. Bu halde hemen mahalli lisana uydurulurdu: Tayfun, Fayton; Ukaşe, Ökkeş; Ubeyde, İbide olurdu.

Şehirliler arasında kardeş isimlerinde kafiye ve ahenk aranırdı. Orhan-Osman, Aysel-Günsel; Melahat-Sabahat; Şükriye-Fikriye gibi. Hiç değilse isimlerin aynı harfle başlamasına dikkat edilirdi. Fuad, Faruk, Faika, Fevziye gibi.

Çift isim koymak âdetti. Hatta Osman Nuri, Mehmed Emin, Ömer Faruk, Fatma Zehra gibi bazı isim, diğerinin mütemmimi gibidir. Bu bilhassa aile büyüklerini küstürmemek adına veya eşler arasında ihtilaf çıkınca müracaat edilen bu usule şimdi pek rağbet edilmiyor.

Araplarda olmayan bir Türk âdeti de, çocuğa Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan, Mevlüt, Arife, Kadir, Bayram gibi isimler koymaktır. Şimdi bunun yerini Berat, Miraç, Şevval, Merve almıştır. Mahzuru olmamakla beraber Selef, bu isimleri çocuklara koymamıştır. Hatta Mustafa da sıfat olduğundan, İslâm tarihinde Türklerden başka yerde isim olarak kullanılmamıştır.

Birine 40 gün deli demek?

İsim ve ismin tesiri inkâr edilemez. Eskiden hastalanıp bir türlü iyileşmeyen veya cılız olup toparlanamayan çocukların, “Ağır geliyor” diyerek ismini değiştirirlerdi. Şeyh Şamil’in ismi Ali idi de, çocukken hastalıktan kurtulamadığı için ismini değiştirmişlerdi. 

“Birine kırk gün deli desen deli olur” kaidesince, güzel ismin de kişinin karakter ve kaderinde rol oynadığına inanılır. Enteresandır, Lenin’in ismi Vladmir, memleketin efendisi manasına gelir. Bu sebeple çocuklara güzel isim koymak boş değildir.

Yahudiler de anne baba tarafından doğumda verilen ismin, kişinin hayattaki misyonunu ya da karakterini tayin ettiğine inanır. Her ismin manasının, taşıyanla uyduğunu da zannetmemelidir. Tarihin en kanlı papalarından birinin adı III. Innocentus’tur ki masum manasına gelir. Yaşlı bir Filiz, şişman bir Fidan, ufak tefek bir Levent, korkak bir Yiğit, duyanları bıyık altından güldürür.

Yunus, İlyas, Ömer, Osman, İskender gibi bazı isimler manadan müstakil olmuş; tarihî bir büyük şahsiyeti hatırlamak adına konmaktadır.

İstikbal ne getirir?

İsim koyarken heyecandan zamanın şartlarını ve istikbali pek düşünmeden; çocuğun ileride zora düşüp beddua edeceği, telaffuzu zor, manası gülünç isimler koyanlar vardır. Öte yandan Filiz’in şişmanlaması; Fidan’ın yaşlanması; Yiğit’in korkak; Bülent’in ufak tefek biri olması ihtimali akla gelmez. Eskiden hemcins isimler yaygındı. İsmet, Hikmet, Mükerrem gibi isimler kıza da oğlana da konurdu. Şimdi pek tercih edilmiyor.

Bazen sahibi hoşlanmasa da, isimleri kısaltmak veya değiştirmek de yaygındır. İbrahim’e, İbo, Fatma’ya, Fatoş demek, eğer alay veya hakaret kastıyla yapılırsa, din bunu men eder; değilse veya öyle meşhursa (Apo gibi) cevaz verir.

Köylük yerlerde çocuk sayısı fazla olunca, son çocukla ümitsizce bir mesaj yollanırdı: Yeter, İmdat, Soner, Songül, Elveda, Netice. Hep kız doğması halinde çocuğa Döndü, Döne konurdu.

Çocuğu yaşamayanlar Dursun, Dursune, Durdu koyardı. Kadın, daha doğurmadan bir yatıra bağlanıp, yani adak yapıp, çocuğu, evliyanın ruhunun himayesine verir; çocuğa da o zatın ismini koyardı. İsmi bilinmiyorsa, Satı veya Satılmış konurdu. Eski Türklerde çocuğu yaşamayanlar, kötü ruhları (şeytanı) kandırmak adına çocuğa İtalmaz, Kutuz gibi çirkin isimler koyardı.


İsim merasimi

Çocuğa isim koymak, babanın hakkı ve vazifesidir. Ancak bizim kültürümüzde dede varsa, tabiatıyla bu hak ona devredilir. Araplar hilafına bizde dede ismi koymak yaygın değildir. Zira büyüklere hürmet esas olduğundan, küçük çocuğu dedesinin ismiyle çağırmak edebe uymaz.

Çocuk doğduğunun 7. gününde babası veya dini bilgisi olan bir yakını çocuğu ayakta kıbleye tutup, sağ kulağına ezan ve sol kulağına ikamet okuyarak ismini söyler. Sonra da “Allahümmec’alhu bârren takiyyen ve lâ tec’alhu abden şakiyyen ve enbetehu fi’l-İslâmi nebâten” diye dua eder. Çocuk kız ise hu’lar hâ olur. “Ey Allahım, bunu takvalı ve iyi eyle; isyankâr bir kul eyleme; Müslüman yetiştir” demektir.

Çocuklara güzel isim koymak, dinin emridir. Çünki kıyamette kendisinin ve babasının ismi ile çağrılır. Hadis-i şerifte, “Çocuklarınıza peygamberlerin isimlerini koyun; meleklerin isimlerini koymayın” buyurulmuştur. Abdullah, Ahmed, Hamid gibi içinde abd ve hamd geçen isimler tavsiye edilmiştir. Hindiyye’de, Allah ve Resulü’nün anmadığı, müslümanların koymadığı ismi koymamalıdır, diyor.

Cenab-ı Peygamber kötü isimleri değiştirirdi. İsyan eden manasına (ayn ve sad ile, elif ve sin ile değil) Âsiye ismini, Cemile; Harb’i, Selm (barış), Sa’b’ı (çetin), Sehl (kolay); Afra’yı (kurak), Hadrâ (yeşillik); Damrâ’yı (cılız), Abdullah diye değiştirmiştir. Üvey kızı Berre’nin (çok iyi) ismini, iddialı bularak, Zeyneb yapmıştır. Şahap, Alev, Şule, Niran gibi Cehennemi hatırlatan isimler de men edilmiştir.

Resulullah, güzel isimle tefeül eder; yani olacak işler hakkında hayra yorardı. Hudeybiye’ye Kureyşlilerin Süheyl’i yolladığını görünce, “İşimiz kolaylaştı” buyurdu. Süheyl, kolay demektir.

Aziz, Mecid, Metin gibi Allah’ın sıfat olan isimlerini çocuğa koymak caizdir. Samed, Hâlık, Rahman gibi zatına mahsus isimleri koymak caiz değildir. Bugün dünyada en yaygın isimlerden biri Muhammed’dir. Ama bu ismi taşıyan çocuğa asık surat göstermemek, mecliste yer vermek hadis-i şerifin emri olduğundan, insanlar bu edebi gözetemeyeceği için, âlimler çocuklara bu ismin verilmesini tavsiye etmemiş; edep timsali Osmanlılar da bunu Mehmed yapmışlardır.

Dosta-Düşmana

Araplarda çocuklarına Kelb (köpek), Hanzala (acıkavun), Dırâr (zarar), Harb (savaş) gibi ürkütücü isimler koymak; kölelerini de Felâh (iyilik), Necâh (hoş talih) gibi sevilen lafızlarla isimlendirmek âdetti. Bir bedevîye bunun sebebini sormuşlar. “Oğullarımızı düşmanlarımıza karşı, kölelerimi de kendimiz için isimlendiririz” demiş.

Bazıları düşmanı alt etmek üzere çocuklarına Gâlib, Gallâb, Mâlik, Zâlim, Garîm (rakip), Mukâtil, Târık tarzında korkutucu isimler verirdi. Bazıları da sert görünmek için oğullarına Hacr (engel), Sahr (taş), Fihr (şeref), Cendel (kaya) gibi isimler verirdi. Bazıları ise saadete nail olmak ümidiyle hepsi mutluluk manasına gelen Sa’d, Saîd, Es’ad, Mes’ud, Sa’dî, veya Gânim (kazanan) gibi adlar koyardı.

Bazıları da karısı doğurmak üzere iken dışarıya çıkar, hayvanattan, nebatattan, cemadattan ilk gördüğü şey ile yeni yavruyu isimlendirirdi. Bu âdet Kızılderililerde de vardı. Oturan Boğa, Parlayan Ay, Gümüş Irmak, böyle konmuş bir isimlerdir.

Araplarda bir insanı künyesiyle çağırmak, ismiyle hitap etmekten daha nazikçedir. Künye, bir kimsenin çocuğunun adıyla anılmasıdır. Resulullah’ın künyesi Ebu’l-Kâsım, yani Kâsım’ın babası idi.


Kadının adı yok

Antik Yunanlar, hippo (at) ile başlayan isimleri çok severdi.  Hippolite, Hipokrat, Hipias gibi. Roma’da kadınlara isim verilmez; aile ismiyle anılırdı. Aynı aile ismini taşıyan birkaç kadın varsa, Prima, Secunda, Tertia diye anılırdı. Evlendikten sonra da babasının aile ismiyle anılmaya devam ederdi.

Hristiyan Avrupa’da Mukaddes Kitap’tan isimler çok yaygındı. Ortaçağ’da Cermen/Pagan isimleri yayıldı. Bu çağda en çok konulan Henry, Robert, William, Richard, Thomas ve John gibi 6 isimden sadece son ikisi Mukaddes Kitap’tandır. Cermen isimleri tabiatla irtibatlıdır. Adolf, asil kurt; Rudolf şanlı kurt; Bernard, ayı gibi demektir. Hristiyanlarda her ismin bir azizi vardır. O azizin yortusu, o kişinin de doğum günü kabul edilir.

Kanun olmalı

Refik Halid, Şevket Turgut Paşa’yı ilk görüşündeki sukutu hayali anlatır: “Bende bu isim büyük bir tesir bırakmıştı. Türkçesi Arapçasından keskin, Arapçası Türkçesinden korkutucu iki isim taşıyan zat, dev cüsseli, palabıyık, iri sakal bir kumandandır. Gözleri şimşek çakar, sesi gök gibi gürler, basınca yer yerinden oynar. Şimdi karşımda kapının yanına yarı ilişmiş, ayaklarını göstermesi ayıp bir uzuvmuş gibi mümkün olduğu kadar sandalyesinin altına saklamış, tekaüt maaşı ile geçinemediğinden dolayı bir ilave memuriyet istemeye gelmiş bir tapu memuru tavrıyla helecan, mahcubiyet içinde bekleyip duruyordu. O tarihten sonra isimlerdeki dehşete kapılmamak, tesiri altında kalmamak kararını vermiştim. İnsanlara otuz yaşından sonra isim verilmesi kanun olmalı.”