Gelişmiş Arama İçin Tıklayınız!

GALİBİYETE BENZER MAĞLUBİYET: İNEBAHTI DENİZ MUHAREBESİ

İnebahtı’da Osmanlı donanmasını mağlup eden Haçlılar, harbin sonunda hiçbir şey elde edememişti. Voltaire, sanki harbi Türkler kazanmıştı, der.
11 Kasım 2019 Pazartesi
11.11.2019

İnebahtı’da Osmanlı donanmasını mağlup eden Haçlılar, harbin sonunda hiçbir şey elde edememişti. Voltaire, sanki harbi Türkler kazanmıştı, der.

Bazı tarihçiler antik çağda Romalı Augustus ile Antonius arasındaki Actium Muharebesi’nden sonra en büyük deniz harbinin İnebahtı Muharebesi olduğunu söyler. İkisi de aynı yerde cereyan etmiştir. İnebahtı (Lepanto), Yunanistan’ın batısında Adriyatik sahilinde bir Osmanlı deniz üssüdür. 7 Ekim 1571 tarihinde cereyan eden İnebahtı Muharebesi, büyük ve kanlı bir muharebe olmasına rağmen, neticelerini bambaşka bir cihette doğurmuştur.

Kaçan fırsat

Osmanlıların batıda ilerlemeleri ve Kıbrıs’ı alarak Akdeniz’de hâkimiyeti ele geçirmeleri üzerine, Papalık, İspanya ve Venedik bir ittifak yaptı. Papa V. Pius’un 6 senedir uğraştığı bu ittifak, Osmanlılara karşı 13. Haçlı ittifakıydı. Osmanlılar, Mısır, Arabistan, kırım ve Doğu Anadolu haricindeki topraklardan atılacaktı.

Zamanla irili ufaklı İtalyan devletleri, Milano, Cenova, Mantova, Savoia, Lucca, Toskana, Ferrara, Malta ve hatta Monako ittifaka dâhil oldu. Donanmanın yarısını İspanya, üçte birini Venedik, altıda birini Papalık karşıladı. Ganimet taksimi de bu nispette olacaktı.

Divan, bu gizli ittifakı hemen haber aldı ve Akdeniz’de perakende 400 gemiden müteşekkil donanmaya, Haçlı armadasını gördüğü yerde imha edilmesi emri verildi. Ancak sonbahar geldiği için muharebe ümidi zayıflamıştı. Venedik donanması, korkudan İspanyol donanmasından ayrılıp Sicilya’daki Messina limanına sığındı. Böylece Adriyatik Denizi’ni boş bırakıp Venedik’i bombardımana açık hale getirdi. Ama donanma serdarı Pertev Paşa fırsatı kaçırdı. Bu, felaketin başlangıcıdır.


Emanet ve Ehliyet

300 gemi, 30 bin asker ve 16 bin forsalık Haçlı Armada’sının başında Avrupa’nın en meşhur denizcileri vardı. Kumandan, İspanya Kralı’nın kardeşi Don Juan idi. Osmanlı donanmasında Uluç Ali Paşa, Karagöz Paşa, Cezayir beylerbeyi Cafer Paşa, Barbaroszade Hasan Paşa gibi denizciler vardır. Ama ilk 2 isim, Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa ve donanma serdarı Pertev Paşa denizci değildi. Bu, büyük bir hata idi. Bazı tarihçiler, denizciliğe mesafeli Sokullu’yu suçlar; rakiplerini yükseltmemek için böyle yapmakla itham ederler.

Uzun zaman denizde seyretmekten yorgun Osmanlı donanması, deniz mevsiminin bitişi üzerine İnebahtı limanına demir atarak rehavete düşmüş; denizcilerin çoğu izne gitmişti. Gemilerde kara askeri kalmıştı. Üstelik donanmanın bir kısmı Girit ablukasında idi. Diğerleri de şurada burada dağınıktı. Bu esnada İstanbul’dan taarruz emri gelmiş; ama malzeme ve asker gelmemişti.

Sadece cesaret mi?

Armada, 15 Eylül’de Messina’dan hareket etti; 4 Ekim’de Osmanlı donanmasının karşısına demir attı. Osmanlı donanmasında 184 parça gemi vardı. Üstelik forsaların çoğu Hıristiyan esirlerdi ki, bu büyük risk demekti.  Armada güçlü olmakla beraber, iyi bir taktik ve kumanda, Osmanlılara harbi kazandırabilirdi. Öyle olmadı.

Hayatında deniz muharebesi görmemiş Ali Paşa, karşılıklı top ateşi ve gemileri rampa ederek işin biteceğini düşünüyorlardı. Halbuki filoların satranç taşı gibi nasıl oynatılacağı, top atışının nasıl tanzim edileceği hakkında fikirleri yoktu. Yüksek deniz tabyası ve kumanda hakkında bilgisizlerdi. Preveze ve Cerbe’deki Osmanlı zaferlerini biliyorlar; bunların sadece leventlerin cesareti ile kazanıldığını zannediyorlardı.

Denizciler, kalelere sığınıp dışarı çıkmamayı, düşmanın buraya saldırmaya cesaret edemeyeceğini söylediler. Hatta kara askeri Pertev Paşa bile bunu destekledi. Ama Ali Paşa itiraz etti. “Ben divandan, her ne şekilde olursa olsun, armadanın imha edilmesi emrini aldım” diyerek diretti. Generaller, işi amirallere bırakmadı. Böylece donanma sabah demir aldı. Armadanın öncüsüyle karşı karşıya geldi. Ali Paşa ateş emri verdi. Tam bu esnada pusuya yatmış bir kol, donanmayı arkadan sardı. İki ateş arasında kaldılar.


Kaçtı dedirtmem

Rüzgâr ters esiyordu. Uluç Ali Paşa, orsa yaparak, yani gemileri rüzgâra karşı dar açıyla limandan çıkarıp, açık deniz muharebesi teklif etti. Haysiyet meselesi yapan Ali Paşa, “ben düşmana kaçtı dedirtmem” diyerek reddetti. Top ateşleri ortalığı inletmeye başladı.

Bir ara sol kanat, Venedik donanmasını bozdu. Sağ kanatta da inisiyatif Uluç Ali Paşa’nın elindeydi. Ama öğleden sonra orta kanatta bozgun başladı. Ali Paşa büyük bir ihtiyatsızlık ederek kör cesaretle kendisine yaklaşan İspanyol baştardasına rampa etti. Ali Paşa, oğlu ve kurmayları başlarına gelen birer arkebüz misketiyle şehit düştü. Pertev Paşa denize düştü; zor kurtuldu. Bu kargaşadan istifade eden Don Juan, orta kanadı çökertti. Askerler ya vuruldu, ya denize düşüp boğuldu. Venedikliler de toparlanıp sol kanadı vurdu.

Toparlanmak adına son çırpınışlar fayda etmedi. Armada hâlâ tek kumanda altında iken, Osmanlı donanması dağılmıştı. Orta ve sol kanadı, kendileri de büyük zayiat vererek imha ettiler. Sağ kanatta ise en ufak bir bozgun eseri yoktu; hatta Malta amiralini öldürüp gemilerini ele geçirdi. En ağır kayıbı Malta verdi. Muharebenin bittiğini ve armadanın üzerlerine geleceğini gören Uluç Ali ve Hasan Paşa, ellerinde kalan 42 kadırgayı güneye çekerek kurtardılar. Düşmanın zayiatı o kadar çoktu ki, kaçanları takip edemedi.

Esir sancak

Osmanlı donanması 142 gemiyi batmak veya kıyıya vurmak suretiyle kaybetmişti. Bunların 60’ı düşman eline geçmişti. Gemilerdeki 30 bin Hıristiyan forsa azat edilmişti. Kaptan-ı Derya ve 10 sancakbeyinin de dâhil bulunduğu binlerce şehitten başka, içlerinde kaptan-ı deryanın oğlu ve 3 sancakbeyinin de bulunduğu 3500 kişi esir düştü. Donanma sancağı da Papalık eline geçti. 1965’de Papa bir cemile olarak bunu Türk hükümetine iade etmiştir.

Düşman zayiatı 8 bin ölü ve 20 bin yaralı idi. İsabet almayan gemi yoktu. Öyle ki kutlama ziyafeti yapmak için sadece Sfenks adındaki geminin iyi vaziyette olduğu görüldü. Don Kişot yazarı Cervantes bu harbe katılmış; hatta yaralanarak kolunu kaybetmiştir. Zayiatın çokluğu sebebiyle Türk denizcilik tarihinde bu muharebeye Sıngın Harbi adı verilmiştir. Sıngın, sinmiş, kırılmış demektir. Sadece Uluç Ali Paşa, büyük bir yararlık göstermiş ve bu sebeple taltif edildiği gibi, artık Kılıç Ali Paşa diye anılmıştır. Ancak gerek klasik Türk gururu, gerek emanetin ehline verilmemesi, gerekse tek elden kumandanın çabuk çözülmesi, İnebahtı mağlubiyetinin sebebini teşkil eder.


Yıkılan efsane seyri

Zafer, Avrupa’da İskoçya’ya kadar büyük bir coşkuyla kutlandı. Bugün bile Roma’da artık konferans gibi faaliyetlerle bu zafer kutlanmaktadır. Bu zaferin hatırasına Roma’da gümüş bir sütun dikildi; Padova’da bir kilise yapıldı. Ressamlar, heykeller, şairler bu büyük hâdiseyi eserlerinde mevzu edindiler. Şarkılar yapıldı. Papa, Don Juan’ı dini kurtaran Yahya’ya benzeterek takdis etti. Juan, Yahya’nın İspanyolcasıdır.

Bozgun haberi payitahta bomba gibi düştü. Padişah üzüntüsünden üç gün uyku uyuyamadı. Avrupa’da Türklerin yenilmez olduğu efsanesi yıkılmış; Avrupa’ya moral gelmiştir. Protestan Hollanda prensi, Katolik İspanya’ya karşı Sultan II. Selim’den yardım istemişti. İnebahtı Bozgunu, buna mani olarak belki de tarihin seyrini değiştirdi.

Kesilen sakal

Zafer Haçlılara hiçbir şey getirmediği gibi, Türklere de menfi bir tesiri olmadı. Buna benzer bir hâdise de 1897 Osmanlı-Yunan Harbi’dir. Osmanlı ordusu zafer kazanıp Termofil geçidini 24 saatte geçerek Atina’ya girdiği halde, Avrupa devletlerinin müdahalesiyle geri çekilmiş; zaferden bir şey kazanmak şöyle dursun; kayıp bile verilmiştir. Demek ki ne kadar parlak olursa olsun, muharebeler değil; devletin o zamanki gücü ve siyasi konjonktür tarihin yazılmasında rol oynamaktadır.

İstanbul’daki Venedik balyozu (sefiri) Barbaro’ya, Sokullu Mehmed Paşa’nın “Siz bizi yenmekle, sakalımızı kestiniz. Ama biz geçen sene Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik. Kesilen kol geri gelmez ama, kesilen sakal gür bir şekilde biter” dediği meşhurdur. Öyle de olmuştur. Zaferin neticesinde galipler hiçbir şey elde edememiş; üstelik Osmanlılara harb tazminatı ödemişlerdir. Voltaire, “Bu antlaşmaya bakanlar, harbi Türklerin kazandığını zannederdi” diyor.

Beklediğine kavuşamayan Papa kahrından öldü. Bir ay içinde muazzam bir gayretle hazırlanan Osmanlı donanması, eskiden daha büyük bir ihtişamla Akdeniz’e açıldı. Birkaç sene içinde Osmanlılar, Tunus’u da fethederek hâkimiyetlerini Fas’a kadar yaydılar. İnebahtı da, tarihe galibiyete benzer bir mağlubiyet olarak geçti.