ÇANAKKALE HARBİ EFSANELERİ
Çanakkale Harbi’nde askerin yemek listesi diye ellerde dolaşan bir menü var. Buna göre askere gün aşırı şekersiz üzüm hoşafı, buğday çorbası ve yarım ekmekten ibaret basit bir tayın veriliyormuş.
Elden ele gezen bu liste, bazı askerî birliklerde “Çanakkale zaferini anlamak istemeyenlere anlatınız” altyazısıyla yemekhanelere asılmakta; hatta 18 Mart’ta bazı yerlerde millete birebir bu menü çıkarılmaktadır.
Bu hayali liste, İlhan Selçuk’un Irak cephesinde cereyan eden ve 1973’te basılan Yüzbaşı Selahattin’in Romanı kitabında geçer. Üstelik listenin üzerindeki tarihe bakılırsa bunun Çanakkale’den 2 sene sonra olduğu anlaşılır. Bazı listelerde bunu farkedip tarihi 1915’e çekivermişler. Ama Çanakkale’de 43.alay olmadığından habersizdirler.
İlhan Selçuk'un Yüzbaşı Selahattin'in Romanı'ndan "Çanakkale Menüsü"
Genelkurmay arşivlerine göre, Çanakkale cephesinde bir askere verilen günlük tayın şöyledir:
Peksimet 600 gr.
Bulgur ve Pirinç 150 gr.
Çorbalık Konserveler 100 gr.
Tereyağı ve Zeytinyağı 20 gr.
Tuz 20 gr.
Soğan ve Sarımsak 20 gr.
Kuru Sebze 120 gr.
Sebze Konserveleri 150 gr.
Kuru Üzüm 50 gr.
Çerez 250 gr.
Kavurma, Pastırma, Sucuk ve Kuru Balık 125 gr.
Et Konserveleri 200 gr.
Zeytin ve Peynir 160 gr.
Çay 1 gr.
Şeker 10 gr.
Sabun 9-10 gr.
Gaz 30 gr. (asgari verilmesi gereken miktar ise 5 gr.).
Çanakkale askerin yemek listesi - tashihli versiyon-
O devre ait hatıratlarda, gazetelerde tam aksi yazmasına rağmen, zaferin zor şartlar altında kazanıldığını anlatmak için neden bu gibi ajitasyonlara ihtiyaç duyulur, doğrusu anlamak zordur. Hamaset kokan bu gibi haberlerin, tarihi tahrif ve ecdadı tahkir etmekten başka bir işe yaramadığını bilmek lazımdır.
Cihan Harbi’nde orduda ciddi Alman yardımı mevzubahistir. Bilhassa Çanakkale, iaşe ve ikmal cihetiyle en zengin cephedir. Mevcudu da tamdır. En iyi zâbit ve askerler oradadır. Sonra Suriye ve Filistin cephesi gelir. Kafkas cephesinde kadroya göre mevcut az, ama mühimmat ve iaşe iyidir. Irak cephesinde hepsi kötüdür. Çanakkale, merkeze yakın olduğu için denizyoluyla iaşe ikmali kesilmeden devam etmiş; düşman gemileri buna müdahale edememiştir.
Çanakkale’ye dair mesela Mehmed Reşad (Moralı) Bey’in günlüğünde; 27. alay kumandanı Yarbay Şefik (Aker) Bey’in hatıratında; 5. Ordu menzil (ikmal) müfettişi Abdülkadir (Noyan) Bey’in hatıratında ve ikmal raporlarında, Çanakkale’deki birliklerin iaşe vaziyetinin gayet iyi olduğu; bilakis düşmanın içilebilir su bile bulamadığı anlatılır. Çanakkale’deki asker için İzmir’de konserve fabrikası bile kurulmuş; iskorbüte mâni olmak üzere askere sık sık Muğla, Biga, Lapseki civarındaki hususi çiftliklerden taze sebze temin edilmiştir.
(Tafsilat için Mehmet Çevik-Yavuz Selim Çeloğlu’nun 2015’te Çanakkale Araştırmaları Türk Yıllığı Dergisi’nde neşredilen Çanakkale Cephesinde Türk Ordusunun İaşe ve İkmal Faaliyetleri makalesine bakılabilir.)
Geçen 18 Mart'ta büyük bir üniversitenin yemekhanesinde verilen ve sadece 7 talebenin yediği Çanakkale Menüsü
Çanakkale Efsanelerinin doğuşu
Almanya’da kaldığı günlerden harbde propagandanın ne kadar ehemmiyetli olduğunu muhtemelen iyi öğrenmiş bulunan Enver Paşa, 11 Temmuz 1915’te, mıntıkaya edip, şair ve gazetecilerden seçtiği bir heyet yolladı. Heyette Ömer Seyfettin, İbrahim Alaettin (Gövsa), Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip (Yöntem), Celal Sahir (Erozan), İbrahim (Çallı), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Mehmet Emin (Yurdakul), Nazmi Ziya (Güran), Orhan Seyfi (Orhon), Yusuf Rıza (Ortaç) vardı. Bunlar, cephede görüp duyduklarını şiir ve hikâye tarzında amme efkârına anlatacaklardı.
Türk olmadıkları için Ahmed Haşim ve Süleyman Nazif heyete alınmamıştı. Halbuki Ahmed Haşim, zâbit olarak Çanakkale muharebelerine iştirak etmişti. Cephe gerisinde 10 gün dolaşan heyet, nice Çanakkale efsanelerinin doğuşuna hizmet etmiştir. Bulutun, İngiliz birliğini alıp götürmesi; sancağın düşman eline geçmesi; ağaçların mermilere eğilmesi, ölülerin askere su dağıtması gibi efsaneler sonradan halk vicdanından doğmuştur.
Çanakkale'de edibler ve şairler heyeti
Gerçekte şehid sayısı
Çanakkale’de 250 bin şehid verildiği iddiası da yaygın, ama tarihî gerçeklere aykırı bir husustur. Can kaybı, hele genç vatan evladlarının kaybı az da olsa acıdır. Genelkurmay kayıtlarına göre Çanakkale’de 57.263 şehid, 97.874 yaralı, 11.178 kayıp, 7.084 tebdil-i hava, 20.297 hastalık neticesi vefat, 14 bin hastaneye götürülen olmak üzere 207.696 ‘zayiat’ vardır. Bu listede 105 de gayrimüslim Osmanlı askeri vardır. 1919-1923 arası 4 sene süren Yunan Harbi’nde 9.900 civarında şehid ve 31 bin civarında yaralı olduğuna göre, 8,5 ayda verilen can kaybı müthiştir. Bu rakam bile bazılarını tatmin etmediği için ekzajere edilerek 250 bine çıkarılır.
Hamidiye Tabyası
Unutulan kahramanlar
Çanakkale muharebelerinin kazanılmasında başrolü oynayan Liman von Sanders gibi Alman zabitleri yanında, Vehip Paşa, Esad Paşa, Cevad Paşa hiç anılmaz. Ama harble uzaktan yakından alakası olan hemen herkesin ismi geçer; geçmezse infial doğurur. Ama 57. Alay kumandanı Kaymakam (Yarbay) Hüseyin Avni Bey ve 27. Alay kumandanı Kaymakam (Yarbay) Şefik Beyi de kimse bilmez. Yakın zamanda Çanakkale Şehitliği’nde bu zâbitlerin ismi bile yazılı değildi. En mühimi, Çanakkale zaferinde en çok payı olan, Sultan II. Abdülhamid’in isminden hiç bahsedilmez. Çanakkale, payitahtın eşiği sayıldığı için, daha Sultan Fatih devrinden beri gayet iyi tahkim edilmiştir. Birçok padişahlar buradaki tahkimatı yeniletmiş; tabyalar yaptırmıştır. En son Sultan Hamid, Boğazın emniyeti için 1892’de tabyalar yaptırmıştır. Çanakkale’yi gezenler, burayı geçilmez kılan, ama şimdi restorasyonla bir beton yığınına dönüşen Hamidiye Tabyaları’nı görünce, Sultan Abdülhamid’i hatırlamalıdır.
Çanakkale'de iki asker resmi
Bir başka Çanakkale efsanesi de üstü başı perişan genç iki asker resmidir. Devlet dairelerine asılan, mitinglerde afişe basılan bu resmin Çanakkale ile hiç alakası yoktur. Resimdekiler İzmir’de hava meydanında çalışan Bolu’nun Elmalık köyünden iki işçidir. Biri İbrahim Bayseç, diğeri Niyazi Yıldırım’dır.
İkisi de 1911 doğumlu olup, Çanakkale harbi esnasında 4 yaşındadırlar. 1930’da çalışmak üzere Çiğli hava meydanına gitmişlerdir. İlki 1982, diğeri 1994’te vefat etmiştir. Resmi Alman bir pilot çekmiştir. İbrahim Bayseç’in çocuğu Seyran Bayseç, bu hatayı düzeltmek için çok uğraşmışsa da muvaffak olamamıştır. Bir deli kuyuya bir taş atar, bin akıllı çıkaramaz. Tarih de böyle. Bir yanlış yayılıp kaide hâlini alınca, ne delil gösterirseniz gösterin, insanları bu kanaatten ayıramazsınız.
Seyit Onbaşı
Kilitbahir’de 28. Mecidiye bataryasındaki askerler düşman bombardımanına maruz kalınca kumanda “sığınağa” emri vermişti. Ancak asker daha sığınağa ulaşamadan gemiden atılan bir mermi ile cephanelik infilak etti. Bataryadaki erlerden sadece Havranlı Seyit ile Niğdeli Ali kalmıştı. Bataryanın toplarından sadece biri çalışıyordu; onun da vinci kırılmıştı. Seyit, Ali’nin de yardımıyla 215 okkalık (275 kg) mermiyi kucaklayıp altı basamak çıkarak topa yerleştirdi ve Ocean gemisine doğru ateşledi. Gemi isabet aldı. Bunun üzerine onbaşı rütbesi takıldı.
Hâdise hemen işitildi. Harb Mecmuası’nda neşredilmek üzere Seyit Onbaşı’nın resmini çekmeye geldiler. Bundan iyi bir propaganda olamazdı. Ancak Seyit bu sefer mermiyi kaldıramadı. Boş, hatta küçük mermiler denediyse de yine olmadı. Bunun üzerine tahtadan bir maket mermiyle poz verdi. İşte meşhur fotoğrafın hikâyesi budur. Sonradan kendisini kabul eden Atatürk, “Beni de kaldırabilir misin?” diye sorduğunda, “Hayır. Sizi ben değil, dünya kaldıramaz” dediği anlatılır.
Halbuki bir topun ateşlenebilmesi için 20-30 askere ihtiyaç vardır. Bunlardan bir kısmı, teknik adamlardır. Zira bu iş, mühendislik seviyesinde matematik ve fizik bilgisine ihtiyaç gösterir. Seyit Onbaşı bunlardan birisi olmayıp, sadece bir ikmal neferiydi. İşin aslı, Seyit Onbaşı, vinci bozulan topa, arkadaşları ile beraber mermi taşımıştır. Nitekim bu sebeple taltif edilen başka askerler de vardır. Seyit Onbaşı’nın şöhreti, kapak resmi verdiği Harb Mecmuası sayesindedir. Üstelik Onbaşı’nın batırdığı söylenen Ocean zırhlısı, Mecidiye tabyasının top menzilinin dışında idi.
Askerleri yutan bulut
6 Ağustos 1915’ten itibaren Suvla (Anafartalar) sahiline çıkartma yapan İngiliz birliklerinden en mutenalarından Norfolk Alayı’na mensup bir müfreze asker, bulutlu hava yüzünden geriyle irtibatı eksilerek kaybolarak, düşman cephesinin arkasına düşmüştü. Daha sonra yapılan araştırmalarda, bir çiftlikte bulunan 114 ceset, Norfolk rozeti sayesinde aidiyeti tespit edilip, askeri mezarlığa nakledilmiş; böylece esrar çözülmüştü. 1965 senesinde Yeni Zelandalı bir asker, 12 Ağustos’taki taarruz esasında 250 metre uzunluğunda ve 60 metre eninde bir bulutun yere inip, Norfolklu askerleri yuttuğunu söyledi. Bu hikâye derhal yayıldı. 1998 tarihli All The King’s Men filmi bu hadiseye dairdir. Romanlara mevzu olan bu hadise, kimilerince UFO, kimilerince ilahi yardım olarak görülmüştür.
Çocuk Askerler
Çanakkale’de çocuk yaşta askerlerin muharebelere iştirak ettiği doğru değildir. Harb müddetince Osmanlı hükümeti 3 milyona yakın kişiyi silâh altına almıştır. Daha harbin başında cereyan eden Çanakkale cephesine çocuk yaşta asker göndereceğine inanmak safdillik olur. Buraya en seçme zâbit ve askerler sevk edilmiştir. Çanakkale muharebelerine ihtiyat zabiti (yedek subay) harbi denmesi de bundandır.
Türkülere mevzu olan 15’liler, 15 yaşındakiler değil; 1315 (1899) doğumlu askerlerdir. 12 Mayıs 1914 tarihli askerlik mükellefiyeti kanununa göre, 21 yaşındakiler askere alınırken; harbin sonuna doğru 18-20 yaşında gençler silâh altına alınmıştır. Bu iş için kullanılan meşhur resimdeki çocuk askerler, 23 Nisan 1923 tarihinde ihtifal için asker kılığında yürüyen çocuklardır. Üzerlerindeki üniformanın Enveriye tarzı olmadığından bile hakikati anlamak mümkündür.
Liman von Sanders ve Yarbay Mustafa Kemal Bey
Şarapnel ve Saat
Cumhuriyet devrinin popüler gazetecisi Ruşen Eşref’in anlattığına göre, Conkbayırı’nda bir şarapnel parçası, Yarbay Mustafa Kemal Bey’in göğsüne çarpar; hatta buradaki saati parçalar; ama fazla bir zarar vermez. Liman von Sanders, Mustafa Kemal’e kendi armalı saatini hediye eder; bu kırık saati hatıra olarak alır. Cumhuriyetten sonra bu efsanenin arkasına düşülmüş; hükümet kırık saati satın almak istemiş; ama ‘kahraman saat’ bir türlü bulunamamıştır. Bir rivayette eve giren hırsızlar çalmış; bir rivayette Liman von Sanders memleketine döndükten sonra bunu bir subaya hediye etmiş; bir rivayette general öldükten sonra eşyaları ile beraber satılmış. İşin garibi, Alman generalin hediye ettiği ve Anıtkabir müzesinde teşhir edildiği söylenen kıymetli saati de gören yoktur. Ama köstekli saat gaziler gününün sembolü olmuş; gazilere köstekli saat hediye etmek âdet edilmiştir.
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024