OSMANLI HÂNEDANININ İTİBARI
3 Mart 1924’te tarihin en eski müesseselerinden halifelik kaldırılmış; dünyanın en eski hânedanlarından olan Osmanoğulları, eli bastonlu yaşlısından , beşikteki bebeğine , hatta evlatlık ve hizmetkârlarına kadar vatan topraklarının dışına atılmıştı. Yüzlerce kişinin başına gelen bu felâket , ailenin hanımları için 30, erkekleri için 50 sene sürmüştü.
Kâbus bittiğinde ise hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı. Son asrın en acı hâdiselerinden biri olan bu sürgün, Osmanlı ailesini, yeni rejimin ne kadar tehlikeli gördüğünün alâmetidir. Beri taraftan ailenin asırlara uzanan itibarının da delilidir.
Sultan III. Selim’i şehid ettikten sonra, Şehzâde Mahmud’u öldürmek üzere teşebbüse geçen âsiler bir an durakladılar. Tahtın yegâne vârisini öldürmek kolay değildi. Kadınların tahta geçmesi mümkün olmadığı halde, “İcab ederse Esma Sultan’ı padişah yaparız” dediler. Bu, tahta Osmanlı ailesinden başkasının layık görülmediğini gösteren enteresan bir vak’adır. Nitekim 1924 tarihli sürgün kanununa, hânedan hanımlarının, hatta bunların çocuklarının da dâhil edilmesi, bu an’aneyi hatıra getirmektedir. Yahya Kemal der ki: “Eskiden rejimlere itimat vardı. Şimdi rejimlere itimat yok. Osmanlı Hanedanının 600 sene durması sebebi bundardır. Halkta şu inanç vardı ki bu sülâle devam ederse nizam-ı âlem devam eder.”
Osmanlı padişahlarının hepsini bir arada gösteren tablo. Sultan Aziz devrinde yapılmıştır.
Yüzü ak etti
Osmanlı ailesi, eski Türk töresinde, kendisini kut verilmiş; yani Allah’ın inayetini kazanmış olduğuna inanılan bir aileden iner. Bu aileden bir hânedana sahip bulunan topluluklar hayatta kalmış; Peçenek, Kuman, Avar, Bulgar gibi bundan mahrum Türk kavimleri, ortalığı ne kadar titretirse titretsin, zamanla tarih sahnesinden silinmişlerdir.
Moğol istilası sebebiyle ana vatanından ayrılan bir küçük Türkmen topluluğuna, Anadolu’da yeni bir yurt kuran; sonra bu beyliği, tarihin en azametli imparatorluklarından biri haline getiren Osmanlı hânedanı, sadece Türk değil, sahabe devri müstesna olmak üzere, İslâm tarihinin parlak sayfalarında yerini almıştır.
İslâm âlemi, İslâmiyete yaptıkları hizmetlerden ötürü Osmanoğullarına minnet hissetmiştir. 1565’de Mısır’da vefat eden meşhur âlim İmam Şa’rânî, el-Uhûdü’l-Kübrâ adlı eserinde Osmanlı sultanlarının dine bağlılığını ve adaletlerini överek “Bugün dinin koruyucusu ve İslâmiyetin yüzünü ak eden ancak Osmanoğulları ve onların askerleridir” diyor.
1731'de vefat eden Şam ulemâsından Abdülganî Nablusî, “Yeryüzünü sâlih kullarıma miras bırakırım” meâlindeki âyet-i kerîmenin (Enbiyâ: 105) Osmanlı Sultanlarını övdüğünü söyler.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 60 sene evvel Şam’da vefat eden ve manevî keşifleriyle tanınan Muhyiddin Arabî hazretlerinin,
“İnne aslaha’d-düveli ba‘de’s-sahâbeti ed-Devletü’l-Osmaniyye
Ve lâ inkırâza ilâ yevmi’l-hatmi ve’l-kıyâme”
sözü meşhurdur. “Sahabeden sonra en sâlih devlet Osmanlı Devleti’dir ve kıyametin zuhuruna kadar ayakta kalır” demektir. Şeceretü’n-Nu’maniyye adlı antika eserinde, hem bu sözü nakleder; hem de rumuzlarla tek tek padişahların faziletlerine işaretler verir. Bu beyit, yakın zamana kadar Yıldız Hamidiye Câmii girişinde asılı idi. Mısır’da Vatan Partisi reisi Muhammed Ferid Bey (1868-1919), İngiliz işgali sırasında yazdığı Osmanlı tarihinin mukaddimesinde der ki: “Şarkın üzerinden asırlar geçti. Halk öyle sıkıntılı zamanlar yaşadı ki, bebeklerin saçlarını ağarttı, güçlü kimseleri çökertti, dağları eritti. Herkes kendi derdine düştü. Zaman, bütün belalarını şarkın üzerine sürdü. Ona çirkin yüzünü gösterdi. Şarklılar da zillete razı oldular. Sabah akşam uçurumun kenarında dolaşır hâle geldiler. Yok olmalarına ramak kalmıştı. İlahi inayet imdatlarına yetişti. Onları bir araya getirdi. Yaralarını sardı. Harabelerini tamir etti. Söküklerini dikti, Yırtıklarını yamadı. İslamiyet’in ufku Osmanlı Devleti ile aydınlandı. Osmanlılar, dinin muhafazası vazifesini üzerine aldı. Hayra çağırdı. Avrupalıların önünde sağlam bir sed, aşılmaz bir sur oldu. Onların emellerini engelledi. Kimsenin dinine, ırkına, mezhebine bakmadan insanlık üzerinde çok iyiliklerde bulundu ve hâlâ devam etmektedir.” (Tarihü'd-Devleti'l-Aliyyeti'l-Osmaniyye, Beyrut 1401/1981, s. 20 vd.)
Devlet kuran hânedan
Yılmaz Öztuna der ki: “Osmanlı hânedanı, cihan tarihinin en büyük hânedanı idi. Parça parça olan Anadolu’yu 1,5-2 asır içinde birleştirmişlerdi. Ayrıca en az 11 ilimiz, Osmanoğulları tarafından Bizans’tan fethedilerek Türk yapılmış ve ebedî olarak Türkiye’ye katılmıştı. Üstelik padişah, dünya Müslümanlarının başı idi.
Osmanlılar, hazıra konan değil, devlet kuran hânedanlardandır. Hristiyan Avrupa’nın en büyük ve en eski hânedanı sayılan Capet sülâlesi, Osmanlılardan 3 asır eskidir. Bugünki Fransa’yı kuran ve ona karakteristiğini veren onlardır. Bununla beraber Birleşik Fransa’yı kurmaları, 7 asır sürmüş iken, Osmanlılar, Selçuklu devrindeki Anadolu birliğini bir buçuk-iki asır içinde tamamlamışlardır. Bunun sebebi, bilhassa ilk üç asırdaki Osmanlı hükümdarlarının bir seriden çıkmış gibi art arda istisnasız dehâ derecesinde bulunmalarıdır; Capet hânedanında ise dehâ sahibi hükümdar azdır.”
Bir devlet prestijiyle yaşar
Kuruluşundan az bir zaman sonra, Orta Avrupa ortalarına kadar yayılan; bütün Avrupa hükümdarları ve soylularının iştirak ettiği orduları mağlub ederek yeni yurdun aidiyetini sağlamlaştıran Osmanlılar, üzerlerinden Timur ordusu belâsı geçtiği halde, sarsılmadılar. Avrupalılar, fırsat bilip, bu dizleri üzerine çökmüş devin üzerine taarruza geçmeye cesaret edemediler. 50 sene geçmeden İstanbul’u fethedip, dünyanın en güçlü imparatorluğu hâline geldiler. Bunun tarihte bir emsali yoktur.
Âhir zamanda, yıl yıldan kötü geldiğine göre, anlaşılıyor ki bunlar da vazifelerini yapıp çekildiler. Nimetin kadri bilinirse artar; bilinmezse elden alınır; üstelik bu kadir bilmezler azaba duçar olur. Sultan Hamid’i beğenmeyip tahttan indirenlerin uğradığı belâları, tarih, yazmaktan âcizdir. Bunu anlayan az sayıda insaf sahibi, pişmanlıktan yanmıştır. Osmanoğullarının kıymetini bilmeyen Ortadoğu halkı, başta Türkler olmak üzere, o zamandan bu zamana keşmekeş içindedir.
Sultan Hamid devri sadrazamlarından Avlonyalı Ferid Paşa’nın şu sözünün burada yeri geldi: “Osmanlı İmparatorluğu, 600 yıllık bir hânedanın eseridir. Bütün dünyaca tanınmış, hürmet görmüş, takdir edilmiştir. Hârice karşı prestiji de buradan gelir. Onu sarsmak, onu küçültmek kimsenin hakkı değildir. Bir devlet, prestiji ile yaşar. Bunu kurmak için de yıllar, asırlar lâzımdır.” ( Samih Nafiz Tansu, Madalyonun Tersi)
Prof. Kemal Karpat’ın annesi Zübeyde Hanım, Dobruca’dan muhacir geldiğinde Topkapı Sarayı’nı ziyaret etmiş. Saray bahçesindeki ağaçların yapraklarını, “Padişahların ruhuna yakın toprakların mahsulü” diye koynuna saklayarak uzun zaman saklamış. Bu hadiseyi işiten Prof. Şerif Mardin, “İnsanlar arasında geçmişe, geleneğe, seleflere olan bağlar, kültürümüzün ayrılmaz bir parçasıdır” demiştir. (Kemal Karpat, Bir Ömrün İnsanları)
Anayasa hukuku profesörü Kemal Gözler anlatır: “Osmanlı hanedanı kesintisiz hüküm sürmüş dünyanın en uzun ömürlü hanedanıdır. Bu hanedanın saltanatı altında Osmanlı İmparatorluğu başarı ile yönetilmiş ve altı yüzyıl yaşayabilmiştir. Bilindiği gibi ‘millet’ kavramı, ‘halk’ kavramından farklı olarak geçmişi de içine alır. Bugünkü Türk milleti büyük ölçüde altı asırlık Osmanlı geçmişinin bir ürünüdür. Türk milleti Osmanlı yönetimi altında varlığına koruyabilmiş, bünyesini çeşitlendirerek geliştirebilmiştir. Türk millî kimliği açısından Osmanlı Hanedanının önemi ortadadır.” (Cumhuriyet ve Monarşi, Türkiye Günlüğü, Sayı 53, Kasım-Aralık 1998, 34-35.)
Şair der ki: Men zâle sultâne vilâyetihi/Lâ zâle sultâne faziletihi. Yani “Vilâyetlerin sultanlığı kaybedilebilir; ama faziletlerin sultanlığı bâki kalır.”
Ermeni müzayedeci Yervant Portakal’ın vârisi Raffi Portakal bir röportajında der ki (14.VIII.2023 Türkiye): “Dedem sayılan ve sevilen bir sanat tüccarıydı. Daha ziyade sürgüne gönderilen Osmanlı hanedanına ait yalıların, köşklerin müzayedesini yapıyordu. Malum hanedan mensupları 1924’te yurt dışına gönderildi. Yanlarına sadece küçük şeyleri alabildiler. Dedem, bunların buradaki mülklerinde kalan mallarını müzayede ile satıp parayı Yahudi dişçi Sami Günzberg’e veriyor. O da Atatürk’ün izniyle sultanlara ulaştırıyor. Babam buna devam etti. Ben de sultanlardan birçoğunu tanıdım. Ben 1968 kuşağıyım, hanedanları yüceltmem. Ancak Osmanlı hanedanının çoğunun yüzünde bir nur vardı. Çok zorluk yaşamışlar ama o zorlukları ne sözlerinde ne de yüzlerinde hissettim.”
Hanedan Sirkeci Garı'ndan sürgüne çıkıyor
Solakzâde Hemdemî Çelebi'nin Osmanlı hânedanı hakkındaki şu mısraları kayda değerdir:
Hatâlardan emin eyle ilahi, Âl-i Osmânı,
Çün ettin bunları sen ehl-i İslâmın nigehbânı.
Bu nesl-i pâk ile din-i Muhammed takviye buldu.
Şerefbahş oldu dine bunların âyin ü erkânı.
İtaat üzredir şer’-i mübîne daima bunlar,
Kavîdir hak bu kim bu hânedanın sıdk-ı imânı.
Adaletle, şecaatle, sahavetle, mürüvvetle,
Nizâm-ı âlem için ettiler sa’y-ı firevânı.
Hemdemî'nin son asırdaki halefi adeta Ali Emiri Efendi'dir. Osmanlı hânedanına ve sultanlarına dair övgü dolu manzumeleri vardır.
Turancı yazar Nihal Atsız, Türk Ülküsü kitabında der ki: "Şimdi bir öğretmen teşbihi yapmak icab ederse, bu 40 kişilik sınıftan 33 tanesi sınıf geçmiş; 4 tanesi bütünlemeye kalmış; sınıfta kalanlar 3 kişidir. Onlar hasta oldukları için sınıfta kalmışlardır. Bir kişinin (Sultan Vahîdeddin) imtihan kâğıdı yeniden gözden geçirilecektir. O zaman onun da sınıf geçeceği muhakkaktır. Böyle bir sınıf mükemmel bir sınıftır.
Osmanlı hânedanından Gündüz Bey, Savcı Bey, Baykoca Bey ve Aydoğdu Bey, yani 4 tanesi şehiddir. Ertuğrul, I. Osman, Orhan, Süleyman Paşa, Yıldırım Bayezid, Yakub Çelebi, Süleyman Çelebi, Mehmed Çelebi, İsa Çelebi, Musa Çelebi, II. Murad, Fatih, Cem, II. Bayezid, Yavuz, Kanuni, III. Mehmed, Genç Osman, IV Murad, II. Mustafa, yani 22 kişi gazidir. I.Murad hem gazi, hem şehiddir. [Genç Osman, Sultan İbrahim, III. Selim, Abdülaziz de vatan ve millet uğrunda can vermiştir.] II. Murad’dan başlayarak hemen hepsi şairdir. Büyük bir kısmı hattat, musikişinas veya bilgindir. Osmanlı hânedanı, Türk tarihindeki ailelerin en büyüğüdür. Tarihî vazifesini şerefle yapıp çekilmiştir. Şüphesiz onların da bir takım kusurları vardır. Fakat, Osmanlı padişahlarını topyekûn küçük görmek ve göstermeye çalışmak nihayet kendi tarihimize ve geçmişimize karşı küfran olur. Hele okul kitaplarında bu gibi düşüncelerin yer alması millî terbiye bakımından büyük tehlikedir."
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024