Bir kimsenin evlendiği yer vatan-ı aslî olmaktadır. Burada evlenmekten kasıt, nikâh akdi midir, zifaf mıdır?

Ne akid, ne zifaftır. Kişinin zevcesiyle beraber yaşadığı yerdir. Bir başka deyişle ikametgâhıdır. Fıkıh kitaplarında evlendiği yerdir ibaresindeki “evlenmek” kelimesi için “tezevvüc” veya “teehhül” deniyor. Nikâh veya zifaf kullanılmıyor. Bu iki kelime “evli bulunmak”, “zevcesi olmak” ma’nâsına gelir. Nikâh mektup, vekil veya haberci ile kıyılabilir. Bu takdirde taraflardan biri bir şehirde, diğeri başka şehirde olabilir. Ayrıca her evlilik zifafla neticelenmeyebilir. Eşlerden biri veya ikisi küçüktür; yahud çok yaşlıdır; veya başka sebeplerle eşler zifafa girmeyebilir. Bu takdirde evlilik yok mu sayılacaktır? Burası erkeğin vatan-ı aslîsi olmayacak mıdır? Veya eşler balayında zifafa girip, sonra evlerine gelseler, vatan-ı aslî birkaç gün kaldıkları, belki bir daha hiç gitmeyecekleri bir şehir mi olacaktır?
Mevkufat’ta diyor ki: “Malum olsun ki vatan üçdür: Evvelkisi vatan-ı aslîdir. İkincisi vatan-ı ikamettir. Üçüncüsü vatan-ı seferdir. Vatan-ı aslî insanın doğduğu yahud onda teehhül eylediği mekândır. Ve vatan-ı ikamet, onda en az on beş gün ikamete niyet eylediği mekândır. Şu şartla ki orası onun mevlidi (doğduğu yer) ve onda onun zevcesi olmaya. Vatan- süknâ, onda on beş günden az ikamet eylediği mekândır. Şu şartla ki orası onun mevlidi (doğduğu yer) ve onda onun zevcesi olmaya.” Demek ki bir yerde zevcesi olmak, vatan-ı aslî için kâfidir. Dürer’de de diyor ki: Vatan-ı aslî meskendir. Mesken, sâkin olunan, oturulan yerdir. İbni Abidin’de de diyor ki: İki yerde zevcesi olan, o şehirlerin herbirine gidince, o yer, vatan-ı aslî olur. Zevcesini bir yerde yerleştirip, sonra kendisi başka yere yerleşse, ikisi de vatan-ı aslîsi olur. Görülüyor ki, bir şehirde zevcesi olmak veya bir şehre zevcesini yerleştirmek vatan-ı aslî için yetiyor. Zifaf veya nikâh kıyıldığı yerden bahis yoktur. Memurun ailesi ile birlikte yerleştiği yer vatan-ı aslîsi olur. Bekâr olan memurun niyeti ile vatan-ı asli değişmez.
Zifaf, mehr-i muacceli verilmemiş bir kadının kocasıyla sefere çıktığı zaman, seferîlik hususunda kocasına tâbi olup olmaması meselesinde mühimdir. Nitekim Fetâvâ-i Hindiyye’de diyor ki: Yolculukta, kocası ile beraber olan bir kadın, niyeti ile mukim olmaz. Kendisine, mehr-i muaccele ödenmiş ise kocasına tabi olur. Mehr-i muacceli verilmemiş kadın, zifafa girmiş ise kocasına tâbidir.




31 Ekim 2012 Çarşamba
Alakalı Başlıklar