ANDIMIZ VE TÜRKÇÜLÜĞE DAİR

Avrupa’daki faşist fikirlerin de tesiriyle, Türkçülük, milliyetçilik olarak değil, ırkçılık olarak anlaşılmaya başlandı.
5 Kasım 2018 Pazartesi
5.11.2018

Andımız’ın mimarı Reşit Galip, Türkçe ibadetten, Halkevlerine; üniversite reformundan istiklal mahkemelerine kadar çok inkılabın da başrol oyuncusudur. Çankaya sofrasında Gazi’ye kafa tutacak kadar da cüretkârdır.

Kemalist inkılabın ateşli simalarından Reşit Galip maarif vekili iken, 1933 senesi 23 Nisan’ı vesilesiyle sonradan çok münakaşalar doğuracak olan bir metin yazmıştı. Andımız diye bilinen bu metin şöyledir: “Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam, küçüklerimi korumak; büyüklerimi saymak; yurdumu, budunumu canımdan çok sevmektir. Ülküm yükselmek; ileri gitmektir. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.” Gazi’nin çok beğendiği bu ant, maarif vekâletinin tamimiyle, o zamandan beri bütün mekteplerde her sabah çocuklara okutulmuştur.

12 Mart darbesinden sonra,  1972’de “budunum” kelimesi “milletim” oldu. Bir de paragraf eklendi: “Ey bugünümüzü yaratan ulu Atatürk! Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Ne mutlu Türküm diyene!” 12 Eylül’den sonra “yaratan” kelimesi, “sağlayan” oldu. 1997’de de “yasam” tabiri, “ilkem”e dönüştürüldü. “Adımız Andımızdır/Yoluna can koyarız/Türk olmayı en büyük şeref ve şan sayarız” diye başlayan marş da, mekteplerde herkese söyletilirdi.

Dr. Reşit Galip, ezanın yasaklanmasında; Türkçe ibadette; Halkevleri’nin kurulmasında; Dârülfünun’un kapatılarak nice ilim adamının sokağa atıldığı meşhur üniversite reformunda mühim rolü olan bir inkılapçıdır. Rodos’ta Alliance Israelite Yahudi mektebinde kız-erkek karışık okuduğu için açık fikirlidir. Maarif Vekili Esat Bey’e karşı 19 Mayıs’ta kızların şortla gösteri yapmasını müdafaa etmiş; bu sebeple Gazi, kendisini Çankaya sofrasından kibarca kovduğu halde, “Burası milletin sofrasıdır. Beni kovamazsınız” diye diklenince, Gazi, “O halde biz sofrayı terkederiz” diyerek meseleyi uzatmamış; fakat sonra Esat Bey’in yerine Reşit Galip’i maarif vekili yapmıştır. Vasfi Rıza’nın “Evin, her yaptığı hoş görülen şımarık çocuğu” diye andığı Reşit Galip, İskilipli Atıf Hoca’yı asan istiklâl mahkemesinin de savcısıdır. Baskın Oran’ın büyük kayınpederidir.

Türk kime denir?

İlk ve ortaçağda aynı ırktan gelen insanlar bir arada yaşardı. Zamanla siyasî, ictimaî ve iktisadî sebeplerle, farklı ırktan da olsa insanlar bir arayaraya geldiler. Bunlardan güçlü olan, dil ve kültür cihetiyle diğerine tesir etti; bu da asimilasyona yol açarak milletler teşekkül etti.

Milletlerin kendisine verdiği isimle, başkalarının verdiği aynı olmamıştır. Rum, Yunanca konuşan Anadolu halkına Arapların ve Türklerin verdiği isimdir. Romalı demektir. Ama Avrupalılara göre bunlar Grektir. Türklerin Arnavut dediği millet kendisine Şiptar derken, Avrupalılar Albanian der. Çerkesler kendilerine Adige; Çeçenler, Nohçi; Ermeniler, Hayer. Bizim ve Fransızların Alman dediğine, İngilizler German der. Onlar da kendisine Deutsche diye anar.

Türklere bu ismi veren Çinliler ve Romalılardır. M.E. III. asırda yaşayan Hun İmparatorluğu halkı arasında, Türk adında kalabalık ve güçlü bir boy vardı. Bu boy, iktidarı ele geçirip Göktürk Devleti’ni kurunca, aynı dili konuşan bütün topluluklara Türk adı verilmiş;  1071’den itibaren Anadolu’ya akan Oğuzları da, Avrupalılar Türk diye anmıştır.

Araplar, Moğollara Türk derdi. Nitekim Ortaçağ Arap literatüründeki Türk tarifi, Moğol tipine uyar. Kumral, buğday beniz, açık renk göz, orta boy gibi genetik hususiyetler taşıyan Türklerin, Moğollarla ortak hiç noktaları yoktur. Türkler, sarı değil; Orta Asya’da yerleşen eski bir Âri ırkıdır.

Türkler kendilerine ne isim veriyordu? Muhtemelen hiç. Zira o zaman herkes kendi kabilesini bilir ve söylerdi. Oğuz, Oğuzdu; Kayı, Kayıydı. Kıpçak, Kıpçaktı; Uygur, Uygurdu. Aynı ırktan olmalarına rağmen, bir aidiyet hissine sahip değil idi. Bütün dünyada da böyleydi. Norman, Frank’ı; Angl, Sakson’u kendinden saymazdı. Halbuki hepsi Cermendir. Antik çağda, aynı lisanı konuşan insanlarda bir millet şuuru aramak yersizdir.

Milletler kendilerini umumiyetle mensup oldukları din veya kültürle ifade ederdi. Alt kimlik olarak da ırkı bilmiştir. Bir Rum, evvela Ortodokstur. 72,5 milletin yaşadığı Avusturya İmparatorluğu’nda, Macarların da dahil olduğu çok kimseye kim olduğu sorulduğunda sadece Katolik ya da şu şehirden ya da bölgeden olduğunu söylererdi (Martin Rady, Habsburglar)

Modern devirde ise ulus-devletlerin, suni ırklar inşa etmesi kaçınılmazdı.  Bu sebeple mesela hepsi Helen aslından olmayan, başka soylardan gelen, ama Rumca konuşan Ortodokslar, Yunan ırkını teşkil etti.

Türkçülüğün Esasları

Türk kelimesinin etnik tarif olarak kullanılması Tanzimat’tan sonra ve Avrupa’daki milliyetçi cereyanların tesiriyledir. Bunun da mimarı, Leh milliyetçisi olup, Ruslardan kaçarak Osmanlı’ya sığınan sonra da Müslüman olarak Mustafa Celaleddin Paşa adını alan Konstantin Borzecki’dir. 1876’da vefat eden ve Nazım Hikmet’in dedesi olan bu zat ve oğlu Hasan Enver Paşa, Türklerin menşei üzerine ilk kafa yoranlardandır.

Rusları zaafa düşürmek isteyen İngiltere, saraya Fransızca muallimi olarak giren ve zamanın padişanının itimadını kazanan Yahudi asıllı Macar ikili ajan Vambery vasıtasıyla Rusya’daki müslümanları hükümete ayaklandırmak üzere Turancılık ideolojisinin temelini atmıştır. Bir asır sonra, bu sefer Almanya, aynı taktiği kullanarak, Rusya’daki Türkleri ayaklandırabilmek için Türkiye’deki Turancıları kullanmayı düşündü. Ama bunların romantik hayalleri sebebiyle havaya girmesi üzerine astarının yüzünden pahalıya geleceğini düşünerek vazgeçti. XIX. asır sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndaki gayrı müslimlerin giderek bağlarının zayıflamasını gören bazı entelektüeller, Garpçılık, Osmanlıcılık, İslamcılık gibi cereyanlar fayda etmeyince, başka bir fikre bağlandılar: Türkçülük. Bu, hem siyasî, hem kültürel mânâda Türk hüviyetinin öne çıkarılması manasına geliyordu. Avrupalıların bu entelektüellere Jön Türk adını vermesi de enteresandır.

Balkan Harbi’nin felaketle neticelenmesi üzerine, Jön Türkler, artık dünyadaki bütün Türklerin siyasî birliği olarak anlamaya başladıkları bu yeni ideolojiye iyiden iyiye sarıldılar. Bunda İsmail Gaspirinski gibi Rus esaretindeki Kırımlı ve Kazanlı entelektüellerin de tesiri oldu. Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Moiz Kohen, Mehmet Emin Yurdakul cereyanın en mühim mümessilleridir. Türklerin ideal yurdu, yeni ideolojiye de adını vermiştir: Turancılık.

Mustafa Celâleddin Paşa

Türkiye, Türklerindir!

Avrupa’daki faşist fikirlerin de tesiriyle, Türkçülük, milliyetçilik olarak değil, ırkçılık olarak anlaşılmaya başlandı. İmparatorluğun gayrı Türk unsurları bundan çok zarar gördü. Arada güçlü bir Müslümanlık bağının bulunduğu Arnavutlar ve Araplar, merkezden yüz çevirdiler. İmparatorluğun tasfiyesi üzerine kurulan yeni rejim, ahaliyi dünyaya karşı seferber edebilmek adına evvelce İslâmî bir jargon kullanmıştı. Az sonra, ırkçı manasıyla Türkçülük, gerçekten Türk ırkından olanları incitecek derecede, yeni rejimin resmî ideolojisi oldu.

Türkiye artık bir ulus-devlet idi; ama halkının beşte biri Türk ırkından değildi. Bunları ya yok veya Türk saymak yoluna gidildi. Gazi’nin 1923’te Adana’da yaptığı konuşmada, “Bu memleket sizindir, Türklerindir” sözünde buna işaret vardır. İlk devirlerde Türk, ırkı ifade eder; kafatasları ölçülürdü.

Gazi, 1926’da reisicumhur köşkünde idman cemiyetinin toplantısında ırk ıslahı projelerinden bahsetmiş; 1927 tarihli gençliğe hitabede, “Ey Türk genci, muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözüyle, bunu tebarüz ettirmiştir. “Güneş-Dil Teorisi” ve “Vatandaş, Türkçe konuş!” kampanyası, ‘Türk ırkı’nı, ‘Türk milleti’ haline getirme projesinin parçasıdır.

II. Cihan Harbi devri, artık Turancılık yapacak zaman değildi. Turancılıktan bahsedenler, hapse atılıp işkence gördü. Bir yandan da Türkçülük, aslî manasından uzaklaştırılarak bir alt-elit baskı vasıtası hâline getirildi. Zamanla Türk, “Türkçe konuşanlar”; “Türküm diyenler” ve nihayet anayasada da ifadesini bulduğu şekliyle, “Türkiye vatandaşları” için kullanılmaya başlandı.

12 Eylül’den sonra Türk-İslâm Sentezi olarak bilinen resmî ideolojiye göre, Türk, “Türkçe konuşan Müslüman” idi. “Türk müsünüz, Müslüman mısınız?” sualine Türkeş, “Tanrı Dağı (7429 m) kadar Türk; Hira Dağı (621 m) kadar Müslümanım” diyerek, münakaşaya nokta koydu.

Geniş bir kesimde XXI. asırda hâlâ çocuklara Andımız gibi faşizan bir metni okutmak trajikomik bulunmakta; ırkçılık esasına dayalı olmaksızın milletin refah ve saadetini istemek; bunun için çalışmak manasına gelen Türk milliyetçiliği ile çağdışı ideolojileri irtibatlandırmak irtica olarak görülmektedir.

Padişah Türk mü?

Türk kelimesinin bir de sosyolojik mânâsı vardır. Türkler, Müslüman olduktan sonra, Müslüman olmayan ırkdaşları ile İslâmî kültürü zayıf göçebe ve köylüler hakkında Türk tabirini kullanmıştır. Anadolu’nun çok yerinde bu tabir, sıradan köylüler için kullanılmıştır. Bu çok normaldir. Klasik devirde, bir Türke, “Hangi millettensin?” dense, Müslüman olduğunu, sonra da belki mensubu bulunduğu aşireti söylerdi.

I. Cihan Harbi esnasında İttihatçı bir subayla genç bir asker arasındaki konuşma:

-Oğlum Türk müsün? -Hayır, Osmanlıyım. -Nece konuşuyorsun? -Türkçe. -Öyleyse Türksün. -Hayır efendim. -Ülen padişah da Türk? –Hayır, padişah Türk olamaz. (Rahmi Apak’ın Hatıraları)

Macarlar sayesinde

1918’de Alman hâkimiyetinden kurtulmaları Macarları köklerini aramaya sevketti. Bu sayede Türklerle akrabalıklarını yeniden keşfedip ciddi araştırmalar yaptılar. Türkler de menşelerini büyük ölçüde Macarlar sayesinde öğrenebildiler. Dünyada Türkoloji ilminin kurucusu Macarlardır.