VARLIK VERGİSİ FACİASI

Halkın servetini, devlet elinde toplamayı hedefleyen Varlık Vergisi, Nazilerden ilham almış; yakın tarihin bir yüz karası olarak hatırlanmıştır.
20 Mart 2017 Pazartesi
20.03.2017

Halkın servetini, devlet elinde toplamayı hedefleyen Varlık Vergisi, Nazilerden ilham almış; yakın tarihin bir yüz karası olarak hatırlanmıştır.

Tek parti rejimleri, servetin şahıslarda toplanmasından hiç hazzetmezler. Bizde de 1915 Ermeni tehciri, 1924’te hanedanın kadın-erkek bütün ferdlerinin sürgün edilmesi, hep bu maksada matuftur. 1930’lar, vapur işletmesinden, şehir suyu şebekesine kadar, şahsî mülkiyetteki şirketlerin, hazinede ne var ne yok verilip devletleştirildiği yıllardır. Servet düşmanlığının nerelere vardığını gösteren bir hadise vardır ki, romanlara, filmlere mevzu olmuş; bugün bile aktüalitesini kaybetmemiştir.

   

                                                                          Ekalliyetleri mevzu edinen karikatürler

Nazi modeli

11 Kasım 1942 tarihinde çıkarılan Varlık Vergisi Kanunu ile güya bilhassa harb esnasında istifçilik, vurgunculuk, karaborsacılık yoluyla yüksek kazanç sağlayanlar vergilendirilecekti. Hakikatte ise, gayrımüslim vatandaşların servetinin eritilmesi hedeflenmişti. Zira bu sayılan işlerde, 1914’den beri Jön Türklerin de hatırı sayılır namı yürümüştü. Amme efkârını hazırlamak adına gazeteler durmadan gayrımüslimler aleyhinde vurguncu haberleri yapıyordu.

Başbakan Saraçoğlu, 21/I/1943 tarihinde, “Bu memleket tarafından gösterilen misafiperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır” diyordu. Nitekim bu verginin mükelleflerinin % 87’si gayrımüslimlerdendi. Tahakkuk ettirilen verginin % 83’ü de bunlara tahakkuk ettirilmişti.

Kanun, reisicumhur İnönü’nün arzusu ve başbakan Saraçoğlu’nun talimatıyla maliye müsteşarı Esat Tekeli tarafından kaleme alındı. Maliye bakanı Fuat Ağralı ise başından beri kanuna muhalifti. Mecburi borçlanma şeklinde çıkmasını teklif ettiyse de, bunun yabancılara tatbik edilemeyeceği gerekçesiyle reddedildi.

Nazilerin 1933 tarihinde Yahudi mallarını tasfiye için çıkarttığı Nürnberg Kanunu’ndan ilham alan Varlık Vergisi’ni takdir komisyonları keyfince takdir ediyordu. İtiraz yoktu. Mükellefler 4 gruptu: M grubu (Müslümanlar) takdir edilen matrahın (vergiye esas alınan miktarın) % 12.5'ini; G grubu (gayrimüslimler) % 50'sini; D grubu (dönmeler) % 25'ini; E grubu (ecnebiler) % 12.5'ini ödemekle mükellefti. Çiftçiler de % 5 ödeyeceklerdi.

 

       Solda Şükrü Saraçoğlu. Sağda vergisini ödeyemeyenlerin malları satılıyor.

Kesildi Kısmet

Komisyondakilerin çoğu eski İttihatçılardandı. Vaktiyle hamallar gibi, Türk asıllı esnafı teşkilatlandırıp, gayrımüslimlerin canını yakmaya hedefleyen İaşe Nazırı Kara Kemal’in yanında yetişmişlerdi.

18 Kasım 1942’de vergi listeleri neşredilince görüldü ki, mükelleflerin % 70’i İstanbullu idi. Bunların da % 87’si gayrimüslimdi. Bunlar arasında da Ermenilerin payı fazlaydı. Vergi, bakkal, çiçekçi, hamamcı, eczacı ve gazinolara, hatta seyyar satıcı ve hizmetkârlara kadar ulaşıyordu. Vergi matrahını tesbit ederken muhbirlerden istifade edilirdi. Bu arada nice başka tatsız hadiseler yaşandı. Küçük çocukların oyuncağı; ihtiyarların bastonu bile ellerinden alındığı oldu.

Verginin tesbiti için köye gelecek memurlar, köylüler tarafından ağırlanacak; üstelik vergi olarak alınan mahsulü, köylü bizzat şehre götürüp teslim edecekti. Bu ise büyük bir ek külfetti. Hele bir de o yıllarda yaşanan ve “Geldi İsmet, kesildi kısmet” sözüyle anılan kıtlık nazar alınırsa, köylünün büyük bir felâketle karşı karşıya olduğu bellidir.


Aşkale yolcuları

Aşkale Kampı

Başbakan Saraçoğlu "Varlık Vergisi benim beğendiğim işlerimdendir. O zaman içinde bulunduğumuz şartlar, yani seferber edilen ordunun masraflarını karşılamak, darlık içindeki hazineyi takviye etmek icap ediyordu. Bunun için 2 yol vardı. Birisi, fakir köylünün boş ambarına el uzatmak; diğeri de bu vatanın nimetlerinden istifade etmiş zenginlerimizin varlıklarına müracaat etmekti. Biz ikinciyi tercih ettik.”

Hakikatte, köylü de en az tüccar kadar vergiden zarar gördü. Bir yandan 6 liralık yol vergisini ödeyemediği için 15 gün dağlarda taş kıran köylü, bir yandan da azıcık mahsulünün bir kısmını vergi olarak ödüyordu. Bazı işadamlarının yaşadığı lüks hayat göz önündeydi; bunların vergilendirilmesi, çoklarının hoşuna bile gitti. Ama çoğu biçilen yüksek vergiyi ödeyemedi. Ödeyemeyenlerin malları yok pahasına satıldı.

Vergi borcunu ödemeyenler, Aşkale’de taş ocağında çalışmakla mükellef idiler. Bazısı yurt dışına kaçabildi; bazısı da kaçarken yakalandı. Vergiyi ödeyemeyeceklerini anlayan bazı mükellefler intihar etti. Neticede 1400 kişi, hayvan vagonlarıyla o günlerde -25 derece soğuktaki Aşkale’ye götürüldü. Mükellefler arasında daha toplama kampında iken borcunu ödeyip serbest bırakılanlar oldu. Sürgünlerden 21’i fena şartlar sebebiyle öldü. Geri kalanların da bir kısmı ruh ve beden sağlığını kaybetti.

Mesela Eminönü’nde 30 bin liralık sermaye ile tuhafiyecilik yapan Ankara Yahudisi Leon Bahar’a, 119 bin 988 lira vergi tahakkuk ettirilmiş; parayı ödeyemeyen ve itirazları dikkate alınamayan Leon Bahar’ın evine haciz gelmiş; kendisi de evvela Aşkale’ye, sonra Sivrihisar’ın bir köyüne sürülmüştür. 10 ay yaşadığı sürgünden hanımına yazdığı mektuplar, bu devre ışık tutan enteresan vesikalardandır.

 

                İstanbul'un meşhur tüccarlarından Leon Faraci Aşkale'de kampta

Fiyasko

Daha 1. yılını doldurmadan, verginin tasfiyesine girişildi. İnönü, 17 Aralık’ta Kahire’de Roosevelt ve Churchill ile görüşmeye gitmeden hemen evvel, sürgünler serbest bırakıldı. Amerika’daki Yahudi lobisinin faaliyetleri neticesinde, Varlık Vergisi Kanunu, 16 aylık bir tatbikattan sonra, 15 Mart 1944 tarih ve 4530 sayılı kanunla tamamen kaldırıldı. Hedeflenen verginin takriben % 75’i tahsil edildi; 109.984.481 TL’lik kısmı affedildi. Toplanan 315 milyonun, 280 milyonu gayrımüslimlerden alınmıştı ki, böylece servetlerinin mühim bir kısmını kaybetmiş oluyorlardı.

Varlık Vergisi, Jön Türklerle başlayan ve Tek Parti devrinde de olanca hızıyla devam eden güya Türkleştirme politikalarının bariz misallerinden biridir. Azınlıkların, cemiyete entegrasyonuna menfi tesir etmiştir. Bu tavır, 6-7 Eylül 1955 hadiseleri ve 1963 Kıbrıs Krizi vesilesiyle de sürmüştür. Acı hatıralar yaşayan gayrımüslimerin çoğu memleketi terketmişlerdir. Lüks hayat yaşayan gayrımüslim tüccarın yerini, savaş ekonomisi sayesinde zenginleşen ve ‘görgüsüz para babaları’ şeklinde karikatürize edilen Anadolulu tüccar almıştır. Müslümanlar da zarar etmiştir. Ekonominin ipi başkasının elinde olduktan sonra, aktörlerin Türk veya azınlık olmasının fazla bir ehemmiyeti yoktur.

Devrin baş aktörlerinden İstanbul defterdarı Faik Ökte, sonradan kaleme aldığı kitabında bir günah çıkarma edasıyla varlık vergisini bir yüzkarası olarak vasıflandırır. Şimdilerde o devri yaşayanlardan bazısının hatıraları neşredilmiş; romanlar yazılmış; filmler yapılmış; lehte ve aleyhte bazı kitaplar kaleme alınmıştır. Bu facia, CHP’nin aleyhine olmuş; Demokrat Parti’nin seçimleri kazanmasında da rol oynamıştır.

 

Kahvede Salomon soruyor

-Mişon, sen ne verdin?

-10.050 lira 20 kuruş.

-Kirkor, sen?

-20.195 lira 30 kuruş.

-Yani, ya sen?

-29.715 lira 40 kuruş.

-Ahmed Bey, sen ne verdin?

-50 lira 10 kuruş.

-Hey Atatürk, sen ne yuzel söylemişsin: “Ne Mutlu Türküm diyene!”