KEDİYİ SEVMEK İMANDANDIR…

Kedi, nankör; köpek, sâdık bilinir. Ama ârifler öyle söylemiyor. Kedilerin bambaşka bir dünyası vardır.
13 Mart 2017 Pazartesi
13.03.2017

İstanbul’un köpekleri kadar kedileri de meşhurdur. Şimdi mahallelinin yeni meşgalesi, sokaktaki kedileri yemlemek olmuş. Bu muayyen zevat sokağa çıkınca; seferberlik ilan edilmiş gibi mahallenin bütün kedileri etraflarında toplanıp ağızlarını açıyorlar. Artık fare tutmak şöyle dursun, çöp karıştırdıkları bile yok.

Evin Çocuğu

Fareler, eski ahşap evlerin istenmeyen sakini ise, kediler de onların can düşmanıydı. Kedisiz ev düşünülemezdi. Şimdi kediler evlerden sokağa düştüler; köpekler ise sokaktan eve çıktılar. Her kedi fare tutamaz; avcı kedi olmak lazımdır. Olmayanları, ustasına verirler, bir müddet içinde avcılığa alıştırır. ‘Sıçan tutamaz, ekmek yutamaz, ne de yaramaz, benekli kedim’ diye tekerleme bile vardır.

Kedi sadece fare tutsun diye değil, çocuklara ve yaşlılara arkadaş diye de beslenirdi. Hele eşten dosttan vefa görmeyen, çoluk çocuğu olmayan, olsa da bunlardan alâka bulamayanlar, muhabbet ve merhametini kedilere verirler. Vatanından sürülüp Beyrut’ta yalnız yaşayan Şehzâde Şerefeddin Efendi’nin vefatını, komşulara haber veren, can yoldaşı kedisi olmuştu.

Her evin kedisi, âdetâ çocuğu gibiydi. Hatta çocuğa fazla alâka gösterseler, kıskanırdı.  Eskiden beri onlarca, yüzlerce sokak kedisine bakan, onları besleyen insanlar olmuştur. Nedense hikâyelerdeki cinler de hep kedi kılığına girerdi.

Kediler zeki hayvanlar, hisleri kuvvetli. Kilometrelerce uzağa gitseler, evlerini bulabilirler. Kedi nankör; köpek sâdık bilinir. Halbuki ârifler, halka eyvallahı olmayıp, rızkını Allah’tan bildiği için kediyi makbul tutar; kim olursa olsun sahibine yaltaklık etmeyi şiar edinen köpeği makbul tutmazlar. Dinde, kedinin idrarı bile elbisede necis değildir. Ama köpeğin salyası bile kirlidir; üstelik Şâfiî’de, biri topraklı suyla olmak üzere 7 defa yıkanmalıdır.

Pisili Sultan

Hazret-i Peygamber’den ‘Kedi sevgisi imandandır’ sözü nakledilir. Uhud seferinde önlerine yavrusunu emziren siyah-beyaz bir Habeş kedisi çıkınca, askerin güzergâhını değiştirmiş; dönüşte de bu kediyi sahiplenerek Muezza adını vermişti. Bir gün yanından geçen kedinin içmesi için su kabını hafifçe eğmiştir.  

Ebu Hüreyre’yi koltuğunun altında küçük bir kedi ile görünce, kedicik babası manasına gelen bu lakabı takmıştı. Hatta halk arasında anlatılır ki, zarar vermek üzere olan bir yılanı boğduğu için Resulullah aleyhisselâm kedinin sırtını okşamış; onun için kediler sırt üstü değil, dört ayağı üzerine düşerler.

Mevlânâ’nın halifelerinden kedi sevgisiyle meşhur Pir Esad’ın lakabı Pisili Sultan idi; çok sevdiği kedisi de ayakucuna gömülmüştür. Anlatırlar ki, evliyanın büyüklerinden Ahmed Rufâî hazretleri otururken, kedisi gelmiş; eteğine uzanıp ve uyumuş. Cuma vakti erişmiş. Hazret kediyi uyandırmaya kıyamamış. Eteğini kesmiş, camiye öyle gitmiş. ‘Allah’ın mahlûklarına merhamet edin ki, Allah da size merhamet etsin’ sözü, eskilerin düsturu idi. Kediyi hapsedip ölümüne sebep olan bir kadının Cehennem’e gideceğini Resulullah haber vermiştir.

Ağanın Kedisi

Şam’da Mescidül-Kıtat (Kediler Câmii) adında bir câmi vardır. Kıtat, kediler demektir. Burası, aynı zamanda sokağa atılan kedi yavrularını himaye için kurulmuş bir vakıftır. Câmi kayyımı, yüzlerce kedi yavrusunu vakıftan ciğer getirerek beslediği bir câmidir.  Bayezid Kütüphanesi müdürü İsmail Saib Sencer, yüzlerce kediye bakardı. Bu sebeple Bayezid Kütüphanesi’ne, Kedili Kütüphane denirdi.

Antik Mısır’da güneş ilahı Ra’nın kızı Bastet kedi formundadır. Zira kedi hem korur, hem sadıktır, hem de saldırgan ve hür bir hayvandır.  Mısır’dan kalma mumyalanmış çok kedi vardır. Anavatanı Ortadoğu olan kedi, Avrupa’ya Romalılar zamanında geldi. Dünyaya yayılması ise Vikingler vasıtasıyla oldu.

Kediler de çeşit çeşit. Arslan ve kaplanla aynı cinsten. Bazısının yüzü inanılmaz güzel. Tüylerini okşamak ise, kiminin en büyük zevki...

İstanbul hukuk hocalarından İsmet Sungurbey vardı. Fakültenin bahçesinde yüzlerce kediyi beslerdi. Sonradan Hayvan Hakları diye bir de kitap yazdıydı.

Kimya fakültesinin Alman asıllı hocalarından Arndt, omuzunda kediyle ders anlatırmış. İstediği yere girip çıkan, dilediği yerde kıvrılıp yatan kedilere; hatta her istediğini yapıp, kimsenin ilişemediği kimselere de ‘Ağanın Kedisi’ derler.

Ağa Efendi

Kediyle başı hoş olmayanlar da vardır. Sultan Mecid kedilere alerji duyar, kedi olan yerde bulunmak istemezmiş. Rivayete göre bir sabah Kur’an okurken, bir ara dışarı çıkmış; dönüşte kedinin mushaf sayfalarını didikleyip kirlettiğini görmüş. Bir daha kedilerin yanına uğramamış. Hatta bir seferinde Beykoz Kasrı’na adımı attıklarında, karşılarına bir kedi çıkmış; ‘hemen dönülsün’ emrini vermiş. Fakat oğlu Sultan Hamid, kedileri severdi. Padişahın ‘Ağa Efendi’ isminde beyaz uzun tüylü bir kedisi vardı.

Şimdiki evler maalesef kedi beslemeye elverişli değil. Kedi temiz hayvan, ama bahçeli ev istiyor. Şimdi kediler apartman dairelerinde, hakiki tabiatını unutmuş ve uyuşmuş bir halde, ev halkının oyuncağı vazifesini yerine getiriyorlar. Üstelik kısırlaştırmaya din izin vermediği halde, sahipleri rahat etsin diye bu ameliyeye de boyun eğiyorlar.

Hikâyeler, fıkralar, menkıbeler de kedisiz olmaz. Nasreddin Hoca’nın getirdiği iki okka eti, kavurma yapıp yiyen hanımı, suçu kedinin üzerine atmış; Hoca’nın da kediyi tartıp iki okka geldiğini görünce, ‘Hanım bu kedi ise et nerde, et ise kedi nerde?’ dediği meşhurdur. Gerçi kedilerin hırsızlığı meşhurdur; ama zavallılar, kaybolan herşeyin suçlusu bilinirler.


 

Kediye Ağıt

Sultan Kanunî devrinde yaşamış Meâlî mahlaslı şâirin ‘Nidelim ah pisi, neyleyelim vah pisi’ nakaratlı bir ‘Kedi Mersiyesi’ vardır. Avcılığını, cesurluğunu, hatta dindarlığını mizahi bir lisanla över.


Serçe tutar gibi tutar idi tavukla kazı

Kendi akran gibi şîr ile ederdi bâzı

Nice kâfir sıçan öldürmüş idi ol gâzi

Nidelim ah pisi, neyleyelim vah pisi

 

Her seher kalkar elini yüzünü yur idi ol

Kati pâk idi ve her vech ile ma’mûr idi ol

Kimse bilmezdi ama anın kadrini bir nûr idi ol

Nidelim ah pisi, neyleyelim vah pisi

 

Şimden geri sıçan tuta bütün dünyâyı

Kemire heybeyi çuvalı, dele torbayı

İnlete yoksulu ve yoksul ede bayı

Nidelim ah pisi, neyleyelim vah pisi

Gözleri Van kedisi gibi farklı renkte olan eski sadrazamlardan Mahmud Nedim Paşa azledilince, amansız muhaliflerinden Namık Kemal, bir hiciv yazmıştı ki buna naziredir.

Kedimin her gece böbrekle dolardı sepeti

Yok idi nimetinin rahatının hiç adedi

Çeşmi şehlâ nigehi fârik iken nik ü bedi

Sardı etrafını bin dürlü adular

Kedimi gaflet ile fare-i idbâr yedi

Buna yandı yüreğim âh kedi vâh kedi

 

Keyfi gelse bıyığın oynatarak mırlar iken

Kızdırırsan yüzüne atlayarak hırlar iken

Kuyruğu geçse ele dırlanarak hırlar iken

Sofrada her kedinin def'ini hazırlar iken

Kedimi gaflet ile…

 

Keseyi kapsa dökerdi yere hep pâreleri

Ciğere işler idi tırnağının yâreleri

Koşturur oynar idi kukla gibi fâreleri

Deliğe sokmaz idi bir gün o âvâreleri

Kedimi gaflet ile…

 

Ürperir tüyleri bir kere deyince mırnav

Korkudan başlar idi lerzişe bakkal ile manav

Saldırırdı âdeme bulmaz ise başka bir av

Yüzünü görse köpekler diyemezken hav hav

Kedimi gaflet ile…

 

Sokulunca yatağa kovmak ile gitmez idi

Okşamakla tokadı tekmeyi farketmez idi

Yiyecek görse gözü mırlaması bitmez idi

Kedimi gaflet ile…


Türk edebiyatında Hüseyin Rahmi’den Halid Ziya’ya, Sait Faik’ten Salah Birsel’e kadar kedi geçmeyen roman ve hikâye yok gibidir. Samipaşazade Sezai’nin Kediler adında bir hikâyesi vardır. Tevfik Fikret, bütün tanıdıklarında şahit olduğu hareketleri, Zerrişte isimli hayali kedisininkilerle mukayese eder.

Uydurukçacı Nurullah Ataç da Fikret’i, kedisine Sarman, Pamuk değil de Zerrişte ismini takmasıyla alay eder.

Huxley, “Yazar olacakların mutlaka kedisi olmalı” dermiş. Hemingway, kucağında, Poe ise sırtında kedi olmadan yazamazmış. Offenbach’ın Kadına Dönüşen Kedi (La chatte metamorphosée en femme) opereti; Stravinsky’nin ise Kedilere Ninniler diye eseri vardır.