AYŞE TATİLDE: KIBRIS’TA NELER OLDU?

Akdeniz’in ortasındaki küçük, ama stratejik toprak parçası Kıbrıs, asırlarca herkesin iştahını çekti. 3 asırlık Osmanlı vilâyeti iken, İngilizlerin çöreklendiği ada, o zamandan beridir çözülmeyen bir meseledir.
23 Ocak 2017 Pazartesi
23.01.2017

Akdeniz’in ortasındaki küçük, ama stratejik toprak parçası Kıbrıs, asırlarca herkesin iştahını çekti. 3 asırlık Osmanlı vilâyeti iken, İngilizlerin çöreklendiği ada, o zamandan beridir çözülmeyen bir meseledir.
VIII. asırda bir ara Müslüman Arapların eline geçen Kıbrıs’ta, daha sonra Bizans, Haçlılar ve nihayet Venedik hâkimiyet kurdu. Venediklilerin, Mısır ve Hicaz yolunu tehdit etmesi üzerine, Osmanlılar tarafından 1571’de fethedilen ada, 3 asır sıradan bir Türk eyaleti olarak idare edildi. 1877 Osmanlı-Rus Harbi mağlubiyetinden sonra imzalanan Berlin Antlaşması’nda, Osmanlı hükümetini desteklemesi mukabilinde, geçici olarak İngiltere’nin idaresine bırakıldı. Adada padişahın hâkimiyeti şeklen devam edecek; Müslüman hâkim ve müftüler İstanbul’dan tayin edilecek; adanın gelirlerinden masraflardan artan kısmı İstanbul’a gönderilecekti. İngilizce, Türkçe ve Rumca resmî dil olacaktı. Mahkemeler, dâvâlının Osmanlı vatandaşı olduğu hallerde Osmanlı; diğer hallerde İngiliz kanunlarını tatbik edecekti. Adadaki Rum ve Türklerin sosyal statülerini, cemaat meclisleri yürütecekti.
Osmanlı Kıbrıs'ı
 
  Hala Sultan Camii ve Türbesi
 
Korporatif Federasyon
Yunan ideali Enosis, Yunanca birleşme demektir. 1960’larda Türkiye’nin en mühim kelimelerinden biriydi.  Bunun siyasi manada kullanılışı XIX. asrın sonunda Girit meselesi sebebiyledir. O zamanlar Osmanlı toprağı olan Girit’teki Rumlar, muazzam bir ayaklanma ile Yunanistan’a bağlanmak istediler. Milletlerarası güçler buna müsaade etmek istemedi. Bunun üzerine Enosis Giritlilerin davası oldu. Nihayet buna muvaffak oldular.
50 sene sonra bu sefer Kıbrıs’ta aynı mesele konuşulur oldu.1945’ten itibaren adanın yüzde seksenini teşkil eden Rum ahalisi Enosis idealini kabullendi. Hemen herkes bunun gerçekleşeceğini bekliyordu. O sıralarda Balkanlarda kimse Türkleri “Nasılsa dönecekler” fikriyle nüfustan saymazdı. Kıbrıs'ta da böyle olacağı belliydi.
Ama kurnaz İngilizler, başka bir yola müracaat etti.  Rumlar ngilizlere karşı mücadele ederken, Türklerden bir polis teşkilatı kurarak onları Rumlara karşı bir sopa olarak kullanmaya başladılar. 1959’lilerin ortasında İngiliz idaresinin adadaki âleti Türklerdi. Türkiye’ye de Yunanistan’a karşı el altından teşvikte bulundu. Bunun üzerine Türkiye adada hak iddia etmeye bayladı.
1954’te Piskopos Makarios liderliğinde bir istiklal hareketi başladı. Rum halkın bazısı, énosis (birleşme) sloganıyla adanın Yunanistan’a verilmesini istiyordu. 1955’de Yunanlı Albay Grivas, EOKA adlı gizli bir teşkilat kurdu. Türkler ise adanın Türkiye’ye geri verilmesini veya bölünmesini istedi. Adanın kendi kaderini kendisinin tayini için Birleşmiş Milletler’e yapılan müracaata Ankara, Makarios’un gizli bir enosisçi olduğu gerekçesiyle karşı çıktı.
BM bu müracaatı kabul etmeyince; EOKA, adada İngilizlere karşı terör faaliyetlerine girişti; nüfusun beşti birini teşkil eden Adalı Türkler ise İngiltere tarafındaydı. Bunun üzerine İngiltere, Türkiye ile Yunanistan’ı 29 Ağustos’ta Londra’ya konferansa çağırdı; Kıbrıs işini 30 senedir unutmuş olan Türkiye’yi de, kendisine karşı ayaklanan Rumları ve onları destekleyen Yunanistan’ı sindirmek maksadıyla ileri sürdü. Ama bu konferanstan bir şey çıkmadı. 6-7 Eylül 1955 hâdiselerinin, yani İstannbul ve başka şehirlerdeki Rum ve gayrı müslimlere tatbik edilen pogramların sebebi budur.
İngiltere’nin adada hâkimiyetini kökleştirmek istemesi, Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında devamlı ihtilaf çıkarttı. İngiltere 1914’te adayı geri vermek yerine ilhak etti. 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile Ankara bunu resmen tanıdı.  1925 yılından, 1960 yılındaki istiklâle kadar Kıbrıs’a İngiliz tacına bağlı bir müstemleke statüsü tatbik olundu. Rum halk, énosis (birleşme) sloganıyla adanın Yunanistan’a verilmesini istiyordu. 1955’de Yunanlı Albay Grivas, EOKA adlı gizli bir teşkilat kurdu. Türkler ise adanın Türkiye’ye geri verilmesini veya bölünmesini istedi.
1959’da, Adnan Menderes hükümeti, Türkiye’nin Lozan’da bütün haklarından vazgeçtiği ada üzerinde, yeniden söz sahibi olmayı başardı. İngiltere ve Yunanistan ile yapılan II. Londra Müzâkereleri neticesinde adada, Lübnan ve Belçika’daki gibi korporatif federasyon esasına dayanan Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacaktı. Belediye işleri, asker ve polis sayısı, %70’i Rum; %30’u Türk olan nüfusa göre tanzim ediliyordu. (Hakikatte nüfusun % 77’si Rum, % 18’i Türk, gerisi de Ermeni, Maruni gibi halklardandı. Türklere nüfusların fazla haklar tanınmıştı.)  İngiliz hâkimiyetinden itibaren çok sayıda Türk, başka yerlere göç ettiğinden Müslüman nüfus azalmıştı. İngiltere, adada iki askerî üssü elinde tuttu. Piskopos Makarios cumhurbaşkanı; Türk Cemaati Reisi Fazıl Küçük ise yardımcısı oldu.

Kıbrıs'ta İngiliz hakimiyeti devri
Adadaki Türkler arasında öteden beri mevcut bulunan Yenilikçi-Gelenekçi bölünmesini Londra da, Ankara da desteklemiştir. Yenilikçilerin lideri Küçük’ün 1942’de söylediği, “Kıbrıs Türkü, İslâm sıfatını kabul ederse, ya anavatan, Kıbrıs’tan; ya Kıbrıs, anavatandan uzaklaşacaktır” sözü istikametinde, yenilikçiler, adada İslam hukukuna, medreselere, Arap alfabesine, Arapça ezana ve müftünün otoritesine karşı çıktı. Müslüman cemaatin reisi sıfatıyla Kıbrıs Müftüsü, sömürge devrinde vâliden sonra adanın protokolde en önde gelen şahsiyeti idi. Müftülük kaldırılınca, Ortodoks Piskoposu kendiliğinden bu mevkiyi almış oldu. Adadaki zengin vakıfların kontrolü de böylece laik otoritelerin eline geçti. Adada şimdi bile bir müftü ve İslâm dini tedrisatı yapan bir mektep yoktur. Bu da dinî hayatı fevkalâde zayıflatmıştır.
Bölünme
Anlaşma, herkesi mutlu etmese de, adadaki tansiyonu düşürmeyi becermiştir. Yeni siyasî sistemden hoşnud kalmayan Rumların baskısı üzerine, 1963’te Makarios anayasada değişiklik teklif etti. Türklerin bu Akritas Planı’nı reddi üzerine, adada bazı Rumlar teröre başladı. Çatışmalarda 364 Türk, 174 Rum öldü. Hem Yunanistan, hem de Türkiye, gizli milis kuvvetleri yetiştirmeye başladılar. Özel Harb Dairesi Reisi General Sabri Yirmibeşoğlu bir televizyon programında, “Halkın mukavemetini artırmak için düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır. Mesela bir cami yakılır. Kıbrıs’ta biz bunu yaptık” demiştir.
 
Rauf Denktaş, BM sekreteri Kurt Waldheim, Makarios
1967’de Yunanistan’da iktidara gelen albaylar cuntası, halkın hamasî hislerini tahrik edip içteki problemleri kamufle maksadıyla Kıbrıs’ı ilhaka kalkıştı. Bunun için, Grivas gizlice geldiği adada darbe yaptı. Makarios Londra’ya kaçtı. Eski EOKA’cı Nikos Sampson cumhurbaşkanı oldu. Darbe, görünüşte Amerika ve İsrail’in lehine; Türkiye ve Rusya’nın aleyhine idi. Bu arada Türklere karşı provokatif katliâmlar başladı. Türkiye, 1959 Zürih ve Londra Anlaşması gereği, İngiltere ve Yunanistan ile beraber, adada kendisine garantörlük tanınan üç devletten biri idi. Londra’nın sessiz kalması üzerine, bu hakkını kullanarak darbeden 5 gün sonra, “Ayşe Tatile Çıktı” parolasıyla, 15 Temmuz 1974’de adaya asker çıkardı. Türk ordusu adanın % 38’ini işgal etti.
Grivas

Nikos Sampson
Adanın Türkiye için stratejik ehemmiyeti olduğunu düşünen Ankara’daki solcu hükûmeti, Kıbrıs’a müdahaleye kışkırtan, biraz da Rusya olmuştur. Ancak Türk askerleri, düzeni sağladıktan sonra adadan geri çekilmedi. Ada, Denktaş ve ekibinin istediği gibi ikiye bölündü. İki halk, yer değiştirmek zorunda kaldı. Burada yaşayan 170 bin Rum, güneye; güneyde yaşayan 50 bin Türk kuzeye göçtü. Nüfus dengesini Türkiye lehine değiştirmek için, Türkiye’den 100 bin kişi adaya göçürülerek Rumlardan kalma evlere yerleştirildi.
Bu, yerli Türklerin de hoşuna gitmedi ve intibak problemleri yaşandı. Bu arada 1534 Rum ve 502 Türk kayboldu ki hâlâ –ölüsü veya dirisi- bulunamamıştır. Bunun üzerine Amerika, Ankara’ya ambargo koydu. Türkiye ekonomisi çökmeye yüz tuttu. Amerikan aleyhtarı CHP-MSP koalisyonu düştü. Milletlerarası camiaya göre, Türkiye, "adadaki soydaşlarını bahane ederek kendisine çizilen sınırların ötesine" geçmişti.
Kanayan yara
İngiltere ve Yunanistan’da hep aynı çizgide olmayan hükümetler sebebiyle adadan stratejik istifadesi bazen tehlikeye düşen Washington, zamanla Türkiye’nin Kıbrıs’ta kalışını adeta destekledi. Bu, adanın tam karşısındaki İsrail’in de avantajına idi. Makarios’un Sovyet Rusya ile yakınlık kurması, dolayısıyla Rusya’nın Akdeniz’e, hem de İsrail’in tam karşısına çöreklenmesi, ne Amerika’nın, ne de İsrail’in işine gelirdi. Mamafih Rusya bile, adada Türkiye’nin varlığını ehven gördü. Böylece çözülemez bir Kıbrıs meselesi ortaya çıktı.

 Adanın kuzeyinde, kimsenin tanımadığı, Türkiye tarafından beslenen güdümlü bir devletçik kuruldu. Türkler için, dünyadan tecrit edilmiş; millî geliri Rumların hayli altında, ümitsiz bir hayat başladı. Türkiye’nin adadaki tek yatırımı kumarhaneler oldu. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’nin milli geliri 34 bin dolar iken, turizm ve ihracata kapalı kuzeyin milli geliri (% 35’i Türkiye’den olmak üzere) 12 bin dolardır. Adada 30 bin Türk askeri mevcuttur.
Rumlar, meşru devletin devamı iddiasıyla, güneyde Türklere ait mülkiyet haklarına dokunmadığı halde; kuzeyde Rumlara ait mülkler, kuzeyin yeni politik aktörleri tarafından dağıtıldı. Denktaş’ın telaffuzuna bile dayanamadığı mülkiyet meselesi sebebiyle, Türkiye her sene Rumlara yüklü tazminatlar ödemektedir. Hülâsaten bu iş, Kıbrıs meselesinden geçinen mutlu bir azınlık dışında kimseye bir hayır getirmemiştir. Milletlerarası camia ve Rumlar iki cemiyetli tek devlet isterken; Türkiye mevcut hâlin devamından yana gözükmektedir.
Şurası bir hakikattir ki, Türkiye müdahale etmese, adada Türk kalmazdı. Adalı Türkler, bunu itiraf eder ve minnetle karşılar. Ancak bu sefer Türkiye, adaya bir nevi koloni sistemi tarzında rejimini ihraç etmek istedi. Üstelik bunu adalı Türklere bir minnetle yapmaya çalıştı. Adanın kozmopolit bir bünyesi ve iyi bir maarif sistemi vardı; bozuldu. Nüfus yapısı değiştirildi.
Ada, bütün dünyadan tecrid edildi. Bu da yerli halkı rahatsız etti. Bu sebeple Türkiye’ye bağlanmak veya Türkiye koltuğunda müstakil olmak yerine, -anavatanla maddi irtibatı olanlar dışında- Rumlarla beraber tek devlete taraftar oldu. Buna dair Annan Planı ekseriyetle kabul edildi; ama Rum tarafı razı gelmedi.