MENEMEN HÂDİSESİNİN İÇYÜZÜ

Birkaç meczubun eseri mi, yoksa bir komplo mu olduğu bugün bile bilinemeyen Menemen hâdisesi, sonraki yıllarda din aleyhtarlığı için kullanılan bir slogana dönüştürülmüştür.
9 Ocak 2017 Pazartesi
9.01.2017

1920’den itibaren Türkiye’nin hayatında söz sahibi olan Halk Partisi, 1925’ten itibaren muhalefeti ve basın hürriyetini ortadan kaldırarak, siyaset, din, kültür ve sosyal hayat üzerindeki kontrolünü sıkılaştırmıştı. Devletçilik politikası ve yaşanan kıtlıklar, ekonomik sıkıntıları iyice arttırdı. 1929 dünya ekonomik krizi de hükümeti iyice sıkıştırdı. Gruptaki muhalefet arttı. Kontrolü altındaki memleketlerde vaziyete göre bazen otokrasi, bazen demokrasiyi destekleyen liberal Batı bloğu, İsmet İnönü hükümetini demokrasiye teşvik etti.

Bunun üzerine 1930’da Serbest Fırka adında bir muvâzaa [danışıklı dövüş] partisi kuruldu. CHPden ayrılan birkaç sadık kişi, güya muhalefet yaparak zevahiri kurtaracaktı. Yeni partinin reisi Fethi Okyar, aslında Fransız finans çevrelerinin tanıdığı bir isimdi; bu sayede kredi almak mümkün olabilecekti. Halkın bu partiye teveccühü, hükümeti endişelendirdi. Reisicumhurun kızkardeşi bile bu partiye âzâ kaydolmuştu.

SF’nın, o günlerde yapılan belediye seçimlerde bütün engellemelere rağmen zafer kazanması, hükümeti iyice endişelendirdi. Parti reisi Fethi Okyar’ın mitinglerine binlerce kişi katıldı. Bunun üzerine pişman olan hükümet, SF’yı düşman edindi ve irtica ile suçladı. Reisicumhur yeni partiye 70 milletvekili va’d etmişti; ancak bu sayı 14’te kaldı.

 

  Fethi Okyar yeni parti talimatını almak üzere Yalova'da

7 kişilik ordu

İşte tam bu sırada küçük bir Ege kasabasında, belediye seçimlerinde SF’nın kazandığı Menemen’de patlak veren bir zabıta vak’ası imdada yetişti: Zabıtlarda kendisini mehdi diye tanıttığı ve esrarkeş biri olduğundan bahsedilen Giritli Mehmet ile Şamdan Mehmet ve Sütçü Mehmet adında üç kişi, Manisa’da toplanıp isyan planı yapıyor. Kendilerine iştirak eden birkaç kişiyle beraber Menemen’e gelerek planlarını tatbike koyuluyor. Hazır bekleyen 70 bin kişiyle Ankara’yı işgal edip; devleti ele geçireceklerdir.

23 Aralık 1930’da belediye meydanında yeşil bayrak asarak, ‘şeriat istiyoruz’ sloganları ile halkı isyana davet ediyorlar. Kasabalılar bu garip gösteriyi seyrederken, jandarma bölük kumandanı, yanında 4 erle gelip bu ‘7 kişilik şeriat ordusu’nun maksadını soruyor; sonra hükümet konağına çekilerek İzmir’den yardım istiyor. Bu arada emrindeki acemi askerlerle meydana gelen 26 yaşındaki muallim asteğmen Kubilay, sert müdahale edip deliyi tokatlıyor. Asiler de kendisini öldürüyor. Silahsız askerler ise kaçıyor. Asteğmenin başını kesip, bir sopanın ucuna geçiriyorlar.

Kuleli Askeri Lisesi muallimi albay Şefik Can hatıralarında, Kubilay’ın ağzı bozuk olduğunu, kızınca neferlere ağır sövdüğünü, ses çıkaramayan neferlerin bunu içlerine gömdüklerini, ancak içlerinde biriken kin ve öfkeden dolayı, öldürürken müdahale etmediğini, kurtarmaya çalışmadıklarını anlatır.

Birkaç meczubun eseri mi, yoksa dinî cereyanları bastırmak için hükümetçe tertiplenen bir komplo mu olduğu bugün bile meçhul bulunan bu hâdise, hükümete istediği fırsatı verdi. Muhalefetten kurtulmasına yaradı. Ömrü 98 gün süren SF’nin birkaç gün önce vuku bulan kapatılışına da mazeret teşkil etti.

Bir tasavvuf ehlinin değil, basit bir müslümanın bile yapamayacağı bu cinayetin faturası dindarlara çıkarıldı. Halbuki nasıl olursa olsun hükümete isyan etmemek Nakşibendiliğin esas prensiplerindendir. Nitekim ABD’nin Ankara sefiri Grew, ‘Hadiseden gerçekliğinden şüphelenmek için kâfi sebep vardı’ demiştir. Fethi Bey ve Rıza Nur, hadisenin müsebbibinin hükümet olduğunu söyler.

Hükümet, esas suçluyu buldu: ‘Cinayet, devrimleri sindiremeyen Nakşilerin işiydi!’ Hemen örfî idare [sıkıyönetim] ilan edildi. Menemen hâdisesinin baş mes’ulü olarak Erenköy’de yaşayan Nakşî şeyhi Erbilli Es’ad Efendi görülmüştür. Asilerden biri vaktiyle 10 gün şeyhin evinde kaldığını söylemişti.

Rivayete göre Es’ad Hoca’nın Bursa kaplıcalarına gidişinde kendisini karşılayanların çokluğu hükümeti endişeye düşürmüş; Ankara’dan gidenlere bile yapılmayan tezahüratın, bir hocaya layık görülmesi hiddete yol açmıştır. Menemen hâdisesi, bu nüfuzlu şeyhi bertaraf etmek için bahane olmuş; maznunların da onunla irtibatı araştırılmış ve bir şekilde bulunmuştur.

 

Esad Erbilli Menemen'de

‘Şeriatçı Yahudi’

Bir Ramazan günü, Es’ad Efendi ve vak’ayla alâkası bulunan/bulunmayan yüzlerce kişi memleketin 4 bir yanından tutuklanarak Menemen’e götürüldü. Divan-ı Harb, yani sıkıyönetim mahkemesinin reisi Tümgeneral Mustafa (Muğlalı) idi. Mahkeme heyeti, 6 Kânunsâni 1931 tarihinde Menemen’e vardı ve Zafer İlkmektebi binasına (şimdi Kubilay İlkokulu) yerleşti. Saat 8’den sonra sokağa çıkmak yasaklandı. Düğün gibi her çeşit cemiyet men olundu. Menemen’e giriş ve çıkışlar izne tâbi kılındı. Mektupların kısa yazılması ve açık olarak postaya verilmesi emrolundu.

 

Maznunlar mahkemeye götürülüyor


Divan-ı Harb heyeti

Divan-ı Harb, 37 kişiyi idama mahkûm etti; bunlardan 28’i asıldı. İdama mahkûm olan Erbilli Es’ad Efendi, 65 yaşını geçtiği için idamdan kurtulmuş ise de çok geçmeden hastanede vefat etmiştir. Şeriat istediği gerekçesiyle asılanlar arasında Yosef Hayim adında bir Yahudi de vardır. Suçu, isyancılara urgan satmaktır. Davalar aylarca sürdü, çok kişiye hapis ve sürgün cezası verildi.

Akhisar’da talebeleri olan Abdülhakîm Arvâsî de, İstanbul’daki evinden alınıp Menemen’e götürüldü. Dağıstanlı Şeyh Şerefeddin, Bayezid imamı Sâdık ve Kumkapı imamı Rüşdü Efendiler de maznunlar arasında idi. O zamanlar 20 yaşında bir genç olan istikbalin reisülkurrası Hâfız Abdurrahman Gürses de, Erbilli Es’ad Efendi’nin evinde teravih namazı kıldırdığı için Menemen’e getirildi. Abdülhakîm Arvâsî mahkemede, “Sen şeyhmişsin?” sualine karşı şu cevabı vererek beraat etti: “Ben şeyh değilim, o yüce mertebeye lâyık olmaktan uzağım. Yok, şeyhlik, zamanımızda gördüklerimin hâli demekse, ona da tenezzül etmem!”

Menemen halkının hâdiseye kayıtsız kalması, hükümeti kızdırmış; hatta halkın sürgün edilerek kasabanın haritadan silinmesi bile konuşulmuştur. İdamları müteakip üstlerine çektiği telgrafta ‘vatanî vazifesini muvaffakiyetle yerine getirmekten doğan manevî gurur ile mütehassis’ olduğunu söyleyen Mustafa Muğlalı, 30 Temmuz 1943’te Diyarbakır 3. Ordu Müfettişi iken Van’da 33 köylünün kurşuna di­zilmesi hâdisesinden dolayı 1950’de muhakeme olunarak idama çarptırıldı. Temyiz hükmü beklenirken öldü.



Gazetelerde Menemen