BİR POST-MODERN DARBE: 28 ŞUBAT KARARLARI

28 Şubat 1997 tarihinde, cumhuriyet tarihinin en enteresan darbelerinden biri yaşandı. Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan ve hükümete dikte ettirilen kararlar, Türkiye’de çok mühim politik, ekonomik ve sosyal değişiklikler doğurdu.
26 Eylül 2016 Pazartesi
26.09.2016

28 Şubat 1997 tarihinde, cumhuriyet tarihinin en enteresan darbelerinden biri yaşandı. Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan ve hükümete dikte ettirilen kararlar, Türkiye’de çok mühim politik, ekonomik ve sosyal değişiklikler doğurdu.

Cumhuriyet tarihinde muvaffak olmuş 4 darbenin en enteresanı 1997 yılında yaşananıdır. 28 Şubat 1997 tarihinde Milli Güvenlik Kurulu fevkalade toplandı ve iktidardaki Refah Partisi-Doğru Yol Partisi koalisyon hükümetine karşı muhtıra mahiyetinde kararlar aldı. Sert bir laiklik vurgusu ihtiva eden kararları, başbakan Necmettin Erbakan önce imzalamak istemedi. Ancak birkaç gün sonra imzalamaya mecbur oldu. Bu kararlar, Türkiye’de çok mühim politik, ekonomik ve sosyal değişiklikler doğurdu. Bu sebeple ordu-bürokrat ittifakıyla tertiplenen 28 Şubat kararları, post-modern (‘modern ötesi’) bir darbe olarak adlandırılmıştır. Arkasında Amerika’nın olduğu, ama ordunun vaziyetten vazife çıkararak işi abarttığı söylenir.


Milli Görüş

Necmettin Erbakan, 1948’de İTÜ’ni bitirmiş; Almanya’da doktora yapmış parlak ve muhafazakâr bir akademisyendi. AP’nde politikaya girmiş; ancak kendisini kıskandığı söylenen üniversite arkadaşı Süleyman Demirel tarafından milletvekili adaylığı 2 defa engellenmişti. Bunun üzerine 1968 seçimlerinde müstakil aday olarak meclise girdi; ardından Milli Nizam Partisi adında bir parti kurdu. Parti, Milli Görüş adı verilen ve antikomünist, antisiyonist, antiemperyalist, İslamist, nasyonalist motifler taşıyan bir programa sahipti. En bariz hususiyeti ABD ve İsrail muhalifliği idi. Adil düzen adını verdiği devletçi bir ekonomik program savunuyordu.

İnönü’nün ‘Kursunlar da 50 sene sonra nisbetleri ne kadara düşmüş öğrenelim’ diyerek dudak büktüğü parti, 1971 darbesi sırasında laiklik aleyhtarı tavrı gerekçesiyle kapatıldı; ancak kadrolarına siyaset yasağı getirilmedi. Erbakan, İsviçre’ye gitti. Rivayete göre, gerçek maksatları marjinal partiler vasıtasıyla merkez sağ iktidarının önünü kesmek olan iki general tarafından, memlekete dönmeye ikna edildi. Milli Selamet Partisi kuruldu ve Erbakan başına geçti.

Yeni yeni filizlenen Anadolu burjuvazisi ile cumhuriyetin katı laiklik tatbikatından bunalan alt kesimlerin desteğini alan partiye, muhafazakâr İslamî cemaatlerin bir kısmı soğuk durdu. Gerek MSP’nin modernist İslâm anlayışı, Şiî-İran ve Vehhabî-Suudi Arabistan ile yakınlığı, gerekse Erbakan’ın Kemalist kitleyi tahrik eden tavırları sebebiyle bu cemaatler merkez sağı desteklemeye devam etti.

1974 seçimlerinde %11 rey alarak, CHP ile koalisyon hükümeti kurdu. 1975’ten itibaren Adalet Partisi ve MHP ile koalisyon hükümetlerine katılarak iktidarda yer aldı. 1980 darbesiyle kapatıldı ve kadrolarına siyaset yasağı getirildi. MSP’nin tertiplediği Konya mitingi, darbenin sebeplerinden biri sayılmıştı. Ancak sıkıyönetim mahkemelerinde bütün MSP kadroları beraat etti ve Refah Partisi adıyla aynı tarzda bir parti kuruldu. Renkli şahsiyeti ile siyaset literatürünü zenginleştiren Erbakan’ın siyaset yasağı kaldırıldı. Önceleri seçim barajının altında kalan RP, 1991’de meclise girdi; 1995 seçimlerinde de % 21 rey aldı ve 1997’de RP-DYP koalisyonu kurularak Erbakan başbakan oldu.


1950 Öncesine Dönüş

Ancak ilk ziyaretini İran’a yapması ve Libya seyahatinde yaşanan diplomatik skandallar, mafya-siyasetçi-polis irtibatının açığa çıktığı Susurluk Skandalı’nı ciddiye almaması, tarikat liderlerini başbakanlık köşküne davet etmesi, ‘İmam hatip okulları bizim arka bahçemizdir’, ‘Bize en çok rey, askeri lojmanlardan çıkıyor’, ‘Adil Düzen kurulacak. Ama bunun kanlı veya kansız olacağını halk belirleyecek’ gibi sözleri, öteden beri Kemalizme ve laikliğe bağlılığı ile tanınan orduyu iyice tahrik etti. Bazı Refah Partisi mensuplarının sözleri, bilhassa Ankara Sincan’da RP’li belediyenin tertiplediği Kudüs ile Dayanışma Gecesi’nde yaşananlar, tankların sokaklarda gövde gösterisi yapmasına sebep oldu.

Bazı kesimlerce Türkiye’deki Alman lobisinin adamı olarak görülen Erbakan, ABD ve İsrail aleyhtarlığı sebebiyle bu devletlerin de düşmanlığını kazandı. Gölcük’teki donanma karargâhında toplanan bazı üst rütbeli subaylarca, hükümet aleyhinde bir hareket tarzı tesbit edildi. Ordu, ‘İrtica, PKK’dan daha tehlikelidir’ görüşündeydi. 28 Şubat 1997 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında askerî delegeler laikliğin korunması çerçevesinde ağır hükümler ihtiva eden bir metni hükümete dikte ettirdi. Erbakan, imzalamakta önce direndi; birkaç gün sonra ortalığın yatışacağını umarak metni imzaladı.

Metinde, tarikatlara bağlı okulların Milli Eğitim Bakanlığı’na devri, İmam-Hatip Okulları’nı kapatmak adına 8 yıllık mecburi tahsile geçiş, Kur’an kurslarının kısıtlanması, medyanın kontrol altına alınması, kıyafet kanununa riayet edilmesi, kurban derilerinin eskiden olduğu gibi Kemalist derneklere verilmesi gibi Müslümanlar aleyhine ayrımcılık öngören hususlar yer alıyordu. Bütün bunlar, son 50 yıldır dinî hayattaki serbestlik adına yapılan iyileştirmelerin 1950 öncesine dönüşü manasına geliyordu.

Ancak işler bununla bitmedi. Ordu, 28 Şubat kararlarının tatbikatını kontrol altında tutuyordu. Anayasa Mahkemesi’ne, RP’ni kapatma davası açılınca, 18 Haziran’da Erbakan istifa etti. Aradaki anlaşma gereğince koalisyon ortağı ve meclisteki ikinci büyük parti olan DYP lideri Tansu Çiller’in başbakan olması beklenirken, cumhurbaşkanı Demirel, yaşadığı tecrübeler sebebiyle idare-i maslahatı iyi bildiğinden, ordunun daha da sertleşeceğinden endişe ederek, kendi eski partisinin yeni liderini pas geçip, muhalefetteki ANAP lideri Mesut Yılmaz’a hükümeti kurma vazifesi verdi. Böylece muhtemelen daha büyük bir felaketin önüne geçmiş oldu. Yılmaz da Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Parti ile koalisyon hükümeti kurdu.

1000 Yıl Sürecek

28 Şubat kararlarının tatbikatı çerçevesinde, ‘İrticayla mücadele eylem planı’ adı verilen müeyyidelerin tatbikatını kontrol için General Çevik Bir’in başında olduğu Batı Çalışma Grubu kuruldu. Çevik Bir’in, ‘Demokrasiye, Balans Ayarı’ sözü tarihe not düşüldü. Başta hâkimler olmak üzere, memurlara askerler tarafından laiklik brifingleri verildi. Üniversitelerde başörtüsü yasağı başta olmak üzere dindar kesime baskılar arttı. Çok sayıda memur vazifeden atıldı. Medyaya ağır sansür tatbik edildi; muhalif gazetecilerin işine son verdirildi. İrticaya destek verdiği gerekçesiyle bazı firmalara ambargo kondu. Memleketi, fiilen MGK vasıtasıyla ordu idare ediyor; şaşıran vatandaş, câmi yapımı için bile MGK’den izin isteyen dilekçeler yazıyordu. Yüksek hâkimler, yüksek rütbeli subaylar, çeşitli vesilelerle verdikleri beyanatlarda adeta hükümet politikasını tayin ediyordu.

Bu darbenin arkasında da, ABD-İsrail aleyhtarı siyasal İslamizmi tasfiye etmek isteyen Anglo-Amerikan bloğunun yer aldığı söylendi. Ülkeyi iç savaşa sürüklediği gerekçesiyle RP kapatıldı ve Erbakan’a siyaset yasağı getirildi. Yerine kurulan ve 1999’da %15 rey alan Fazilet Partisi de aynı gerekçeyle kapatıldı. Bunun üzerine Milli Görüş hareketi bölündü ve bundan AK Parti ortaya çıkarak 2001 seçimlerinde iktidara geldi.


Eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun 1999’da ‘28 Şubat defteri kapandı’ diyen Ecevit’e, “Gerekirse bin yıl sürecek” dediği 28 Şubat Kararları’nın tatbikatı, zaman içinde sosyal ve politik hayattaki değişiklikler sebebiyle tavsadı. Ancak bu post-modern darbenin izleri günümüze kadar devam etti.  Darbenin hedefindeki siyasî hareketten, yeni bir teşekkül ortaya çıktı ve 5 yıl sonra iktidara gelerek Türkiye’nin sonraki 15 yılına damgasını vurdu. 12 Nisan 2012’de 28 Şubat Darbesi, dava mevzuu oldu.