SULTANLARIN ŞAHI ZEKİYYE SULTAN

Sultan Hamid’in kızlarından Zekiyye Sultan’ın sarayda başlayıp, köhne bir otel odasında tamamlanan hayatı acıklı bir ibret hikâyesidir. Iztırabı, ölünce de bitmemiştir.
11 Temmuz 2016 Pazartesi
11.07.2016

Sultan Hamid’in ilk çocuğu Ulviye Sultan, 8 yaşında kibritle oynarken yanarak vefat etmişti. Bu sebeple padişah, 1872’de doğan ikinci kızı Zekiyye Sultan’ı çok severdi.


Zekiyye Sultan

İki kardeş iki kardeşe
Padişah bu kızını 1889’da Gâzi Osman Paşa’nın oğlu Nureddin Paşa (1867-1953) ile; diğer kızı Naîme Sultan’ı da damadın kardeşi ile evlendirdi. İki kızı için Ortaköy’de kendisine ait bir yalı arsasına yan yana Çifte Saraylar denilen birbirinin eşi 2 yalı yaptırdı. Bütün monarşilerde, hânedan mensuplarının oturduğu evlere, ne kadar küçük ve gösterişsiz olursa olsun kasr (saray) demek âdettir. Bunun dışında kime ait olursa olsun, başka binalar için saray tabiri kullanılmaz.  

Zekiyye Sultan, Mısır hıdivinin annesi Prenses Emine, nâm-ı diğer Vâlide Paşa ile pek ahbaptı. Babasının müsaadesi ile senede iki kere ziyaret ederdi. Büyük bir tantana ile karşılanırdı. Sokak kapısından bahçeye kadar yerlere halı serilir; halayıklar, ellerinde çiçek demetleriyle, kapıdan, merdiven ve salonlara kadar iki yana dizilirdi. Sultan’ın arabası gözükür gözükmez, Vâlide Paşa kapının önüne kadar gelip, misafirini karşılardı. Sokak kapısı açılıp, araba içeriye girer; binanın kapısı önünde dururdu. Kapıyı baş kalfa açar; Sultan’ı etekler; koltuğuna girip salona çıkarırdı. Vâlide Paşa da Zekiyye Sultan’a iftara gelirdi. O zaman çok meşhur olan bu iftarlar vesilesiyle, yüzlerce kişiye yemek çıkarılırdı.


Zekiyye Sultan'ın çocukluğu

Bu güzel günler uzun sürmedi. Sultan Hamid 1909’da tahttan indirildi. Kızları babalarını ancak bir-iki defa görebildiler. Ama esas belâ daha gelmemişti. 1924’de hânedan sürgün edilince, Zekiyye Sultan, ailesi ve maiyeti kendilerini gurbette buldular. Trenle Sofya, Viyana üzerinden Nice’e geçtiler. Burada bir ev tutan Sultan Efendi, İstanbul’daki gibi yaşamaya devam etti. Zaman zaman yanında kalfalar ve torunları ile taksi tutup binip gezmeye çıkardı. Cömertliğe alıştığı için, eşe-dosta hediye almayı severdi. Nureddin Paşa da çok bonkör idi.


Nureddin Paşa ve kızı

Ermeni’den vefa
Birkaç sene içinde ellerindeki servet tükendi. Büyük bir sıkıntıya düştüler. 1932’den sonra, Fransa’nın güneyinde, hayatın daha ucuz olduğu Pau şehrine yerleştiler. Kaldıkları küçük otelin sahibi olan Ermeni, Müslümanların halifesinin kızından ücret almazdı.

Ortaköy’deki sarayında 80’i kız, 30’u erkek 110 hizmetkâr çalışan; her gece yatıya 20 misafir kalan; ihtiyaç sahibi fakirlere ayda binlerle altın lira dağıtan Zekiyye Sultan ve zevci, sürgünde köhne bir otel odasına sığınarak, meşakkatli bir hayat yaşadı. Burada yaşlı başlı hâliyle ayakta zar zor durduğu halde, küçücük bir mutfak tezgâhında ellerine geçen az nevâle ile yemek pişirdiğini görenlerin yüreği burkulurdu.

Nihayet 1950’de 78 yaşında iken meşakkatli dünya hayatına veda etti. Sürgün hayatı 26 sene sürmüştü. Sultan Hamid kızlarının en dindarlarından olan Zekiyye Sultan, cenâzesinin bir Müslüman memleketine defnini vasiyet etmişti. Na‘şı tahnit edilerek, memlekete götürülmek ümidiyle yıllarca bir kilisenin bodrumunda kaldı. 2 sene sonra Damad Paşa da vefat etti. İkisinin 61 sene süren evliliği, Osmanlı tarihindeki en uzun sultan izdivaclarından biridir. Zekiyye Sultan, oldukça güzel idi; evlenip çocuğa karışınca biraz kilo almıştı. Ama sürgün sırasında yoksulluk sebebiyle çok zayıflamıştır.

Yegâne çocukları, anne ve babasının cenâzelerini memlekete getirmek istedi; ama buna muvaffak olamadı. Kilise idaresi, cenâzeleri nereye atmıştır, kim bilir! Halife-i Müslimîn Sultan Abdülhamid’in şanlı kızının bugün bir mezarı bile yoktur.

 
Sultan Abdulhamid

Şehzâde Ali Vâsıb Efendi kendisini, “Hakikaten sultanların şahı denilebilecek vasıflarda, çok kibar, zarif bir sultan idi” diyor. Kızkardeşi Ayşe Sultan diyor ki: “Bu muhterem kadının çektiği sıkıntı, elem ve kederden nasıl bahsedeceğimi bilemiyorum. Hayatını küçük bir otel odasında tamamladı. Bende pek acıklı mektupları vardır. İhtiyar yaşında bu cefaya katlanmak için gösterdiği sabır ve tahammülü tariften âcizim. Kalbinin fevkalâde iyiliğinden başka kusuru yoktu. Çektiği bunca yoksulluğu ve zahmeti kendi talihsizliğinde bularak hayata gözlerini kapamıştır.”

Hâlâ seven var!

Zekiyye Sultan’ın kızı Fatma Âliye Hanımsultan (1895-1972), Kavalalı ailesinden Muhsin Yeğen ile evliydi. Zevcini Mısır’da bırakıp anne babasının hizmetine kendini adadı. Hânedanın hanım ferdlerinin sürgününü kaldıran 1952 tarihli kanundan istifade ederek oğlu ile İstanbul’a döndü. Aileden intikal eden bölük pörçük malları geri almaya teşebbüs etti.

Çocuksuz vefat eden teyzesi Nâile Sultan’ın sürgüne giderken bir dadıya emanet ettiği yalı üzerinde, dadının vefatı sonrası çocukları hak iddia ettiği için bir şey yapılamadı. İstanbul’da Vehbi Bilimer’in tahsis ettiği karanlık bir bodrum odasında zaruret ve mahrumiyet içinde yaşadı.


Muhsin Yeğen

Kadir Mısıroğlu anlatıyor: “Fatma Âliye Hanımsultan’ın döndüğünü ve zaruret içinde yaşadığını haber aldık. Yıllarca çöp tenekelerinden topladığı kuru ekmek parçaları ile karnını doyuruyordu. Üç arkadaş bir zarfa 500 lira koyduk. Narmanlı Hanı’nın alt katında bir penceresiz oda. Çakmak çakarak kapıyı bulduk. Bir meyve sandığı ters çevrilmiş, üzerine gazete örtülerek komodin yapılmış, üzerinde bir elbise fırçası ve bir el aynası duruyordu. Duvarda çiviler çakılmış, üzerine bir iki elbise asılmıştı. Oturacak bir sandalye bile yoktu. Size bir mektup getirdik dedik ve ağlayarak verdik. Hanımsultan, sonradan Mihrişah Sultan’a bu hâdiseyi anlatıp, ‘Ben bu millete hakkımı helâl ettim. Demek bizi hâlâ sevenler var’ demiştir."

Miras dâvâsı, Fatma Âliye Hanımsultan’ın vefatından çok sonra bitti.



Sürgünden sonra Çifte Saraylar’dan biri yandı; diğeri 1924’ten sonra yıktırıldı. Zekiyye Sultan, sürgüne çıkarken, yalısı için birine vekâlet verdi. Yok pahasına satılan yalıdan ellerine fazla bir şey geçmedi. 42 dönümlük bahçesinde şimdi Alarko Holding ve Suriye Başkonsolosluğu ile bir köşk ve bir apartman vardır. Reina’nın yanındaki yalının yerinde ise bugün yerinde Lido ve Shell deposu bulunmaktadır.

Sermet Muhtar Alus anlatıyor:

“Ramazan aylarında Sultan Hamid’in kızlarının sarayları ziyade kalabalık olurdu. Haremde ve selamlıkta müteaddit sofra kurulur ve mutfaklar yanındaki büyük bir odada da fukaraya iftar ve diş kiraları verilirdi. Padişah’ın çok sevdiği büyük kızı Zekiyye Sultan’ın sarayında başka hususiyetler vardı: Damat Nureddin Paşa kesirülahbab [eşi dostu çok] olduğu için selamlıkta da başka bir hâlet nümayan olurdu. Kalabalık neşeli ve samimi olurdu. Çünki fukara-i ekâbire dahi diş kiraları, hediyeler verilirdi. Haremde de bu böyle olurdu. Teravih namazından sonra başağa elinde tuttuğu üstü kapalı bir çantayı açarak, sıra ile misafirlerin önüne gelir, üzerlerinde isimleri yazılı mahfaza veya mühürlü zarfları sahiplerine teslim ve Sultan Efendi’nin selamlarını tebşir ederdi. Bugün gibi hatırımdadır, akrabamız bir Ferik Said Paşa vardı, son memuriyeti Bandırma fırka kumandanlığıdır, çok masraflı, evi çok kalabalıklı, namuslu bir paşa olduğu için, Zekiyye Sultan’ın iftarında mahfazalardan ziyade mühürlü zarfı tercih ederdi ve alıştırılmıştı 50 altıncağızını her Ramazan alırdı.

Haremde şatafat daha rânâ ve daha müstesna bir zarafete idi. Evvela harem dairesi selamladıktan daha güzel döşenmişti. Eşyanın kıymetlisi ve zevklisi, halıların, seccadelerin dünya durdukça o zamanki Hereke’nin yüzünü ağartacak derecede letafeti, avizelerin, şamdanların harikuladeliği, bir renkten elbiseler giyinmiş nöbetçi kızların birbirinden güzelliği, belki bir bir gece hikayelerinden başka bir şey değildi. O kadar tatlı bir imtizaç vardı ki, Zekiyye Sultan’ın sarayında bir Ramazan gecesi geçirenlerin bir oh diyerek “Bin bir geceden bir gece çaldık ya nasılsa” deyip övünmeleri hakşinaslık olurdu.

Valide Paşa sık sık Zekiyye Sultan’ın iftarına gelirdi. (Mısır Hidivi’nin validesine Valide Paşa derlerdi) ve herkese nasip olmayan bir talihle Sultan’la beraber yemek yerdi. [Sarayda ne Padişah, ne de hanedan azaları misafirlerle beraber sofraya otururdu.] Sultan’a çok hürmet ederdi ve güzel konuşarak hoş vakit geçirirdi. Padişah’tan oğlunun bir niyazı varsa, Zekiyye Sultan’ın tavassutunu temine çalışırdı. Ekseriya muvaffak da olurdu ve Sultan, Valide Paşa’yı sever, hürmet ederdi.

Teravihden sonra damat paşa bile sokağa çıktığı halde, haremde iç eğlenceler başlar ve bahusus Valide Paşa şerefine kalfalardan mürekkep saz takımı çalmaya başlar, milli ve beynelmilel oyunlar oynanırdı. Hatırımdadır bir Çerkezce monolog söylerlerdi. Harika bir şeydi ve birisini ben de güç haliyle ezberlemiştim.

Bu eğlenceler nihayet iki saat devam ederdi. Herkesten evvel de Sultan Efendi dairesine çekilirdi ve bu sırrı da ifşa edeyim, derhal enfiyesini çekmeye başlardı. Kızının enfiye çektiğini Padişah pekâlâ biliyordu ve bunu çirkin buluyordu, fakat kabahati yüzlemiyordu. Hatta gitgide enfiye müptelası olduğunu öğrendiği için el altından ona Fransız enfiyesi getirtiyordu, gönderiyordu. Esasen İkinci Sultan Hamid, evlatlarına fazla düşkündü. Sabahları gözünü açar açmaz çocukları sorar, evli kızlarından haberler soruşturdu. Fakat asla onlarla yüzgöz olmaz, resmi konuşurdu. Laübalilik tehlikelidir, der dururdu.

Ramazanlarda her akşam mı her akşam yüz - yüz elli misafiri bulunan ve belki bunlardan yirmi - otuzunu gece sarayda yatıran Zekiyye Sultan’ın haremde 85 kişisi vardı. Selamlıkta da mutlaka 25 kişi bulunuyordu. Bunların hepsi sarayda yer içer, yatar kalkar, saraydan giyinir kuşanır, oldukça da yüksek maaş alırlardı.

Unutmadan şunu da arz edeyim Zekiyye Sultan’ın Ramazanlarda gerek hediyeten gerek nakden dağıtıldığı diş kiraları mikdarı 2500 altını geçerdi. Her bayramı müteakip kâhyası Hacı Akif Paşa’dan hesabı alan Sultan’ın Allah’a çok şükür diyerek ve neşesinden daima önünde duran pembe billur kâsenin kapağını açarak enfiyeye sarıldığını görenlerimiz çoktu.” (Tarihimizde Hayal Olmuş Hakikatler)