SEVR ANTLAŞMASI: ÖLÜMÜ GÖSTERİP SITMAYA RAZI ETMEK Mİ?

Sevr Antlaşması’nın tarafları bunun gerçekçi bir hal tarzı olmadığının farkındaydı. Aslında herkesin gizli birer ajandası vardı.
25 Ocak 2016 Pazartesi
25.01.2016

Sevr Antlaşması’nın tarafları bunun gerçekçi bir hal tarzı olmadığının farkındaydı. Aslında herkesin gizli birer ajandası vardı.

I.Cihan Harbi’nden sonra Almanya ile Versay, Avusturya ile Saint Germain, Macaristan ile Trianon ve Bulgaristan ile Neuilly Antlaşması imzalandı. Almanya, Batı Prusya, Saarland ve Alsace-Lorraine gibi Alman yurtlarını kaybederken, Avusturya’dan koparılan topraklar üzerinde yeni devletçikler kuruldu. Bulgaristan ve Macaristan da bir mikdar toprak kaybetti. Hepsi, imparatorluktan basit birer ulus-devlete dönüştürüldü. Bu müzakereler birkaç ayda bittiği halde, Osmanlı Devleti’yle müzakereler uzun sürmüştür.


Paris Konferası'nda Osmanlı delegasyonu: Soldan Rıza Tevfik Bey, Damad Ferid Paşa, Maliye Nâzırı Tevfik Paşa, Bern Sefiri Reşad Halis Bey.

Eldeki koz

Macera uğruna girdiği bir savaşta mağlup olarak toprakların çoğunu kaybeden Osmanlı Devleti’nin yeni bir maceraya girişmesini önlemek için müttefikler Mondros Mütarekesi çerçevesinde Anadolu’da muayyen yerleri işgal etti. Bu arada sulh antlaşması için Paris’te müzakereler başladı. Fakat müttefiklerin korktukları başlarına geldi. İttihatçı düşmanı yeni padişah Sultan Vahideddin, savaşın bütün suçunu İttihatçıların üzerine yıkmayı ve Anadolu’daki halkın mahalli mukavemet hareketlerini bir elde toplayıp sulh müzakerelerinde koz olarak ileri sürerek daha iyi şartlarda antlaşma yapmayı umuyordu. Bu sebeple Anadolu’ya fevkalade salahiyetli bir müfettiş gönderdi. Bu müfettiş, Anadolu’da padişahın mümessili olarak milli mukavemeti teşkilatlandıracak ve sulh müzâkerelerinde İstanbul’un elini güçlendirecekti.

Mütakereden sonra ekonomik ve sosyal hayat canlanmaya başlamıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı. Bu arada tek elde toplanan mukavemet hareketi, Anadolu’da İstanbul’a alternatif bir hükümet kurdu. Ancak İttihatçı kalıntıları zaman içinde bunun içine sızınca, İstanbul bu harekete karşı çekingen durmaya başladı. Güçlü bir teşkilata sahip İttihatçılara karşı muhalefetin başa çıkması mümkün olmadığı gibi, İzmir’in trajik işgali, amme efkârını (kamu oyunu) müttefiklerle işbirliğine yapılamayacağı kanaatine sevketti. Bu da İstanbul’un değil, Ankara’nın elini güçlendirdi. Halk, artık kurtuluşu Anadolu’da görüyordu. Müttefikler, İstanbul hükümetini ortadan kaldırmak, emperyalist siyasetin önünde engel gördüğü padişahlığı, hatta halifeliği ortadan kaldırabilecek bir fırsat olarak Anadolu hareketini el altından destekleme politikasını benimsedi. Yunanlıların Anadolu’ya çıkarılması, halkın İstanbul’dan yüz çevirmesi senaryosunun bir parçasıydı.

Müttefiklerin (İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD) Nisan 1920’de San Remo’da hazırladıkları metin, müstakil bir devlet mefhumuyla bağdaşmıyor; Osmanlı Devleti’nin istiklâlini yok ediyordu Bunun için Osmanlı delegesi Sadrazam Tevfik Paşa müzakerelerden çekildi. Bunun üzerine İzmir’i işgal etmiş olan Yunanlılar, Anadolu içlerine sevkedilerek Osmanlı hükümeti barışa zorlanırken, halk da biraz daha Ankara’ya yaklaştırılıyordu. Nihayet Maarif Nazırı Bağdadlı Hadi Paşa, Şura-i Devlet Reisi Rıza Tevfik ve Bern Sefiri Reşad Hâlis Bey’den müteşekkil ikinci bir heyet, Paris’in Sevr banliyösünde 10 Ağustos 1920’de bir antlaşmayı paraf etti. Karşı tarafta Britanya, Fransa, Japonya, İtalya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırb-Hırvat-Sloven Krallığı ve Çekoslovakya vardı. ABD, Osmanlı Devleti ile savaşmadığı; Rusya ise Cemiyet-i Akvam (BM) azası olmadığı için antlaşmaya imza atmadı.

Sevr Antlaşması ile İstanbul ve Anadolu Osmanlı Devleti’ne bırakılıyor; ama Mondros Mütarekesi sebebiyle fiilen işgal altında bulunan Suriye, Ceyhan, Antep, Urfa ve Mardin, Fransa’ya; Irak, Filistin, İngiltere’ye; Çatalca’ya kadar Trakya ve İzmir, Yunanistan’a; Antalya, İtalya’ya veriliyordu. Boğazların idaresi, milletlerarası bir komisyona devrediliyordu.

Doğu ve güneydoğuda Wilson Prensipleri çerçevesinde, plebisite dayalı otonom bir Ermenistan ve Kürdistan kuruluşunun önü açılıyordu. İzmir’in geleceği, 5 yıl sonra yapılacak plebisitin (halk oylamasının) neticesinde belli olacaktı. Ordu, gönüllü ve paralı 50 bin kişiyle sınırlı olacak; savaş suçluları muhakeme olunacak; savaş mağdurlarının hakları iade edilecekti. Kapitülasyonlar devam edecek; ancak ekonomik vaziyeti sebebiyle Türkiye’den savaş tazminatı istenmeyecekti

 

 

Sevr Projesi

Öteki mağlupların hâli?

Antlaşmada tasvir edilen şartlar, zaten I. Cihan Harbi’nin neticesiyle ortaya çıkan fiilî vaziyettir. Yani Anadolu’da bazı toprakların kaybından, mevcut İstanbul hükümeti ve padişah değil, çoğu Ankara’da bulunan İttihatçılar mesuldü. İzmir’in işgaline bile Yunanlılar, İttihatçıların vaktiyle Ege Rumlarına tatbik ettiği muamelelerin telafisini bahane göstermişti. Çökmüş Suriye ve Irak cephelerinin kumandanları artık Ankara hareketi içindeydi. Mondros Mütârekesi neticesinde Anadolu’nun işgal edilmesinde o zamanki İstanbul hükümeti ve padişahın mesuliyeti yoktu. İstanbul delegeleri, şimdi Ankara’da boy gösteren İttihatçıların memleketi sürüklediği fiilî vaziyetin, Sevr’de resmîleştirilmesini kabule zorlanmıştır.

Sevr’in, mevcut fiilî hâle göre getirdiği tek ağır hüküm Boğazlar’ın milletlerarası statüsüdür ki Lozan da bunun aynen kabul etmiştir. Bir milletlerarası komisyon tarafından idare olunan Boğazlar’ın hukukî statüsü, II. Cihan Harbi rüzgârının tesirinde olarak1936 Montrö Mukavelesi ile hafifletilmiştir. Fransa, himaye rejimi altında tuttuğu Suriye’yi nihayet 25 sene sonra -yani Antakya’yı Türklere verdikten birkaç sene sonra- terketmiştir.

Diğer mağluplarla yapılan antlaşmalar, daha ağır şartlar taşıyordu. St. Germain Antlaşması, bin yüz yıllık koskoca Avusturya İmparatorluğu’nu yıkarak, denize çıkışı olmayan, sanayii sınırları dışında kalmış, küçük ve ehemmiyetsiz bir Avusturya Cumhuriyeti meydana getirdi. Buna rağmen Sevr Antlaşması İstanbul ve Anadolu’da büyük infiale sebep oldu. Hükümet, meclis ve padişah tarafından kabul edilmedi. Böylece yürürlüğe girmedi. Buna rağmen Ankara, bu sebeple İstanbul hükümetini hain ilan ederek davasına prim kazandırmayı ihmal etmedi. Diğer devletlerin de kabul etmediği antlaşmayı bir tek Yunanistan kabul etmiştir.

Sevr Antlaşması’nın akıbetini ve tatbik edilebilir olup olmadığını başka bir yazıda ele alalım.


Cihan Harbi sonunda imzalanan antlaşmalara dair bir karikatür.

 

Bir Yunan pulu: Venizelos Sevr'i imzalıyor.

Tarihte benzeri yok

İzmir ve Ayvalık, kâğıt üzerinde Osmanlı Devleti’ne ait olacak; 5 sene Yunan işgalinde kalacak; bunun nihayetinde halkın yunan idaresinde kalmayı isteyip istemediği sorulacaktır. Büyük ihtimalle nüfus dengesi değimiş olacağı için, bu iki yer Yunanlılara bırakılacaktır. Ama muahedede net bir şey yoktur.

1919 sonunda Fransızlar Kilikya’yı (Adana, Maraş) işgal etti. Tahminin üzerinde ir umkavemetle karşılaştı. Fransa’daki tüm siyasi partiler ve matubat buna karşı çıktı. Bunun üzerine Türklerle anlaşıp mıntıkadan çekildi. Şimdi burası Fransa’ya veriliyordu ki, akıl dışı bir şeydi.

Aynı şey şimali şark hududu için de caridir. Burada harb evveli, yani 1914 statükosunha dönülüyordu. Yani Kars Ardahan ve Artvin, Rusya’ya verilecektir. Bu sınırın gerisinde Ermeni yurdu kurulması hususunda ABD reisi Wilson’un kararına Türkler saygı gösterecektir ki, bu da gariptir. Zira Kars, Ardahan ve Batum’u Osmanlılar 1918’de askeri kontrole almış; mütakere üzerine güya çekilmiş; yerini kendi kontrolündeki şura hükümetlerine bırakmıştı. Hududun berisinde ise zaten Ermeni nüfus hiç kalmamıştı.  Bu cihetle Sevr, tarihte benzeri olmayan absürt bir antlaşmadır.


Sevr'de galipler delegasyonu

Ya o ya bu

Sevr Muahedesi, Osmanlı Devleti ile, müttefikler arasındaki bir muahededen ziyade, I. Cihan Harbi’nin galipleri arasındaki bir anlaşmadır. Harbde mütetfik olan, ama 1920’ye gelindiğinde kedi köpek gibi dalaşan İngiltere, Fransa ve İtalya arasında, mağlup Osmanlı hükümetine dair ihtilafların ve menfaat çatışmalarının hallini hedefler. San Remo’daki müzakerelerene Osmanlı hükümeti katılmadı. Metin, Nisan’da tanzim edildi. Ağustos’ta Sevr’de Osmanlı delegasyonu çağrılarak tebilğ edildi.

Mağlup devletin hududu yanında, iç idaresi, polisi, ordusu, ekonomisi, gümrükleri, limanları, madenleri, müzeleri, limanları, demiryollarının işletilmesi hususunda 1905 senesinde İran ile yapılan muahede model alınarak bir ittifaka varıldı. Anadolu’da ekonomik imtiyaz (öncelik) sahaları tespit edildi. Mesela Antalya’da bir ilman ihalesi yapılacaksa, İngiltere ve Fransa girmeyecek, İtalya söz ahibi olacak; Zonguldak’ta bir maden işleticekse, İngiltere yapacak, diğerleri burnunu sokmayacaktır.

Muahedede, memleketin gümrüğünden müzesine teferruatlı hükümler vardır. En garibi, bunların tatbiki, tarihte benzeri görülmemiş bir üçlü kondominyuma aittir. Bunun yürümesi mümkün değildir. Zira 1914’te kafa kafaya veren üç devlet, hâlihâzırda Irak, Lübnan, Surye ve Filistinde kanlı bıçaklıdır. Aralarında bir işbirliği zemine kalmamıştır.

Şu halde Sevr, ya harbi kazanmanın getirdiği kibirle hazırlanmış budalaca bir antlaşmadır. Ya da ölümü gösterip sıtmaya razı etmek isteyen bir pazarlık metnidir.

Benzer iki antlaşma

Hükümetin antlaşmayı kabul etmemesi, Londra’yı kızdırdı. Padişah, bir yandan galip düşmana tahttan çekilme tehdidinde bulunurken, bir yandan da onları oyalama siyaseti takip ediyordu. Anadolu’dan muvaffakiyet haberleri geldikçe, sulh müzakerelerinde elinin daha da güçleneceğini umuyordu. Ancak İngiltere ondan bir adım ileri giderek Anadolu hareketi ile anlaşıp saltanatı gözden çıkarmayı tercih etti.

Geniş bir cepheyi işgal ederek Ankara önlerine kadar gelen Yunanlılar yenilince, 1922’de Mudanya’da ateşkes imzalandı. O zamana kadar İstanbul’u kurtarmak emeliyle hareket ettiğini söyleyen Ankara, artık kendisine ihtiyaç duymadığı saltanatı kaldırarak istiklalini ilan etti. Ardından da Lozan’a sulh müzakereleri için bir heyet gönderdi. Hayatında yurt dışında bulunmamış, hiçbir diplomasi tecrübesi olmayan, üstelik kulağı işitmeyen, ancak sadakati ile temayüz etmiş İsmet İnönü heyetin reisi idi. 1923 Temmuz’unda sulh antlaşması imzalandı. Meclis, gürültülü celselerin ardından antlaşmayı kabul etti.

Bazılarının paçavra diye lanetlediği Sevr ile bazılarının zaferi olan Lozan, aslında birbirine benzer iki anlaşmadır. Sadece toprak kaybı ve bazı askerî sınırlamalar cihetiyle farklılık gösterir. Lozan’da da Boğazlar ecnebi kontrolündedir; azınlıkların otonomisi devam etmektedir. Lozan’da, tüm Ortadoğu’dan, Kıbrıs ve Adalar’dan vazgeçilmiştir.

Halbuki ordudan arındırılmışlık, bütçe gelirleri cihetinden bir şanstır. II. Cihan Harbi’nden sonra mahvolan Almanya ve Japonya’nın tekrar şahlanışının sebebi budur. Hele 1945’de Almanya’ya empoze edilen şartlar düşünülürse. Bununla Almanya bölündü; müttefiklerin kontrolüne girdi; devlet adamları mahkemeye çıkarılıp asıldı. İyi mi kötü mü olduğu ayrı bir meseledir. Ama bu felâket gibi görülen anlaşma, Almanya’nın yeniden doğuşunu temin etti.

Canını biraz acıtmak

Ne Cihan Harbi’nin gizli anlaşmalarında, ne Mondros’ta, ne de Sevr’de, Osmanlı Devleti’nin yok edilmesi gibi bir proje vardır. Bilakis Osmanlı Devleti bu hâliyle -padişahı, halifesi, şeriatı, medresesi, elifbası, fesiyle- ancak geçici bazı siyasî, askerî ve iktisadî kısıtlamalarla devam edecektir. Yani Sevr, mevcut nizamın sürmesi cihetiyle muhafazakârların hayallerine daha elverişliydi. Ortalık yatışınca, savaş öncesi güzel günlere dönüleceğine inanmışlardır.

Zira klasik emperyalizmin çözülmeye başladığı bir devirde, muazzam bir petrol havzasına konmuş bulunan müttefikler için, Anadolu’da yaşayacak bir Osmanlı Devleti’nin zararı yoktu. Sevr ile, sadece tarafı olmadığı bir harbe girerek milletlerarası düzeni tehdit eden bir devletin canını acıtmak hedeflenmiştir. Sevr de Lozan gibi, yaklaşık yüz yıldır parçalanmakta olan Osmanlı Devleti’nin, Wilson Prensipleri çerçevesinde ulus-devletlere bölünmesi planıdır. Şu kadar ki Sevr ile Osmanlı Devleti varlığını devam ettirecekken, Lozan ile Suriye, Irak gibi yeni bir Türkiye kurulmuştur.

Sevr’in mimarı, liberal İngiliz başbakanı Lloyd George’dur. Anlaşmanın tatbikini gerekirse askerî yoldan Yunanlılara yaptırma niyetindedir. Ama ondan başka kimse buna inanmamaktadır. Muhafazakârlar, Türklerle uzlaşma yanlısıdır. Churchill, Rus emellerine karşı Türk bariyerinin dikilmesinden yanadır. Sevr, Lozan’ın mukaddimesi mahiyetindedir. Lozan’ı kabul ettirmek için Türkleri biraz hırpalamak maksadına matuftur. Yani ‘Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek!’

Mağluplarla yapılan antlaşmaların müzakereleri birkaç ayda bittiği halde, Sevr müzakereleri uzun sürmüştür. Zira Anadolu’da bir mukavemet hareketi başlamış; İstanbul’a paralel bir hükümet kurulmuştu. Bu iki başlılık arasında bir antlaşmanın tatbik edilemeyeceği belliydi.

İngiltere’nin gözü

Sevr imzalansa bile, tatbik edilebilir miydi? Hayır. Zaten müttefiklerin Anadolu üzerindeki projeleri de değişmişti. İngiltere’nin gözü Orta Doğu’da idi; elde etmişti. Anadolu onun için stratejik bir ehemmiyet taşımıyordu. Savaş sonrasında İngiltere’nin küstürdüğü Fransa ve İtalya, yeni bir anlaşmanın ancak silah zoruyla tatbik edilebileceğini anlamış; böyle savaşın içinde olmayacağını deklare ederek Anadolu hükümetiyle anlaşma yolunu tutmuştu.

Sevr, bir tek Ankara’ya kadar gelen Yunanistan’ın aleyhine idi. ABD, Sevr’in Ermenistan projesini desteklemediğini Mart 1920’de ilan etti. Bunun üzerine Ermenistan hükümeti Ankara ile anlaşma yoluna gidip Gümrü Antlaşması’nı imzaladı. Kürtler ise zaten Anadolu kongrelerine katılarak Ankara meclisinde yer aldılar. Böylece Kürdistan projesi de rafa kalktı. Sevr, daha doğmadan ölmüştü.

Ne Lozan, bir hezimet veya zaferdir; ne de Sevr Batı’nın Türk nefretini sembolize eden bir paçavradır. İkisi de ‘güçlünün sözü geçer’ üniversel prensibinin birer tezahürüdür. Zamanın şartları çerçevesinde politik aktörler tarafından dikte ettirilmiştir.