Macera uğruna girdiği bir savaşta mağlup olarak toprakların çoğunu kaybeden Osmanlı Devleti’nin yeni bir maceraya girişmesini önlemek için müttefikler Mondros Mütarekesi çerçevesinde Anadolu’da muayyen yerleri işgal etti. Bu arada sulh antlaşması için Paris’te müzakereler başladı. Fakat müttefiklerin korktukları başlarına geldi. İttihatçı düşmanı yeni padişah Sultan Vahideddin, savaşın bütün suçunu İttihatçıların üzerine yıkmayı ve Anadolu’daki halkın mahalli mukavemet hareketlerini bir elde toplayıp sulh müzakerelerinde koz olarak ileri sürerek daha iyi şartlarda antlaşma yapmayı umuyordu. Bu sebeple Anadolu’ya fevkalade salahiyetli bir müfettiş gönderdi. Bu müfettiş, Anadolu’da padişahın mümessili olarak milli mukavemeti teşkilatlandıracak ve sulh müzâkerelerinde İstanbul’un elini güçlendirecekti.
Mütakereden sonra ekonomik ve sosyal hayat canlanmaya başlamıştı. Halk artık savaştan bıkmıştı. Bu arada tek elde toplanan mukavemet hareketi, Anadolu’da İstanbul’a alternatif bir hükümet kurdu. Ancak İttihatçı kalıntıları zaman içinde bunun içine sızınca, İstanbul bu harekete karşı çekingen durmaya başladı. Güçlü bir teşkilata sahip İttihatçılara karşı muhalefetin başa çıkması mümkün olmadığı gibi, İzmir’in trajik işgali, amme efkârını (kamu oyunu) müttefiklerle işbirliğine yapılamayacağı kanaatine sevketti. Bu da İstanbul’un değil, Ankara’nın elini güçlendirdi. Halk, artık kurtuluşu Anadolu’da görüyordu. Müttefikler, İstanbul hükümetini ortadan kaldırmak, emperyalist siyasetin önünde engel gördüğü padişahlığı, hatta halifeliği ortadan kaldırabilecek bir fırsat olarak Anadolu hareketini el altından destekleme politikasını benimsedi. Yunanlıların Anadolu’ya çıkarılması, halkın İstanbul’dan yüz çevirmesi senaryosunun bir parçasıydı.
Müttefiklerin (İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD) Nisan 1920’de San Remo’da hazırladıkları metin, müstakil bir devlet mefhumuyla bağdaşmıyor; Osmanlı Devleti’nin istiklâlini yok ediyordu Bunun için Osmanlı delegesi Sadrazam Tevfik Paşa müzakerelerden çekildi. Bunun üzerine İzmir’i işgal etmiş olan Yunanlılar, Anadolu içlerine sevkedilerek Osmanlı hükümeti barışa zorlanırken, halk da biraz daha Ankara’ya yaklaştırılıyordu. Nihayet Maarif Nazırı Bağdadlı Hadi Paşa, Şura-i Devlet Reisi Rıza Tevfik ve Bern Sefiri Reşad Hâlis Bey’den müteşekkil ikinci bir heyet, Paris’in Sevr banliyösünde 10 Ağustos 1920’de bir antlaşmayı paraf etti. Karşı tarafta Britanya, Fransa, Japonya, İtalya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırb-Hırvat-Sloven Krallığı ve Çekoslovakya vardı. ABD, Osmanlı Devleti ile savaşmadığı; Rusya ise Cemiyet-i Akvam (BM) azası olmadığı için antlaşmaya imza atmadı.
Sevr Antlaşması ile İstanbul ve Anadolu Osmanlı Devleti’ne bırakılıyor; ama Mondros Mütarekesi sebebiyle fiilen işgal altında bulunan Suriye, Ceyhan, Antep, Urfa ve Mardin, Fransa’ya; Irak, Filistin, İngiltere’ye; Çatalca’ya kadar Trakya ve İzmir, Yunanistan’a; Antalya, İtalya’ya veriliyordu. Boğazların idaresi, milletlerarası bir komisyona devrediliyordu.
Sevr Projesi
Öteki mağlupların hâli?
Antlaşmada tasvir edilen şartlar, zaten I. Cihan Harbi’nin neticesiyle ortaya çıkan fiilî vaziyettir. Yani Anadolu’da bazı toprakların kaybından, mevcut İstanbul hükümeti ve padişah değil, çoğu Ankara’da bulunan İttihatçılar mesuldü. İzmir’in işgaline bile Yunanlılar, İttihatçıların vaktiyle Ege Rumlarına tatbik ettiği muamelelerin telafisini bahane göstermişti. Çökmüş Suriye ve Irak cephelerinin kumandanları artık Ankara hareketi içindeydi. Mondros Mütârekesi neticesinde Anadolu’nun işgal edilmesinde o zamanki İstanbul hükümeti ve padişahın mesuliyeti yoktu. İstanbul delegeleri, şimdi Ankara’da boy gösteren İttihatçıların memleketi sürüklediği fiilî vaziyetin, Sevr’de resmîleştirilmesini kabule zorlanmıştır.
Sevr’in, mevcut fiilî hâle göre getirdiği tek ağır hüküm Boğazlar’ın milletlerarası statüsüdür ki Lozan da bunun aynen kabul etmiştir. Bir milletlerarası komisyon tarafından idare olunan Boğazlar’ın hukukî statüsü, II. Cihan Harbi rüzgârının tesirinde olarak1936 Montrö Mukavelesi ile hafifletilmiştir. Fransa, himaye rejimi altında tuttuğu Suriye’yi nihayet 25 sene sonra -yani Antakya’yı Türklere verdikten birkaç sene sonra- terketmiştir.
Diğer mağluplarla yapılan antlaşmalar, daha ağır şartlar taşıyordu. St. Germain Antlaşması, bin yüz yıllık koskoca Avusturya İmparatorluğu’nu yıkarak, denize çıkışı olmayan, sanayii sınırları dışında kalmış, küçük ve ehemmiyetsiz bir Avusturya Cumhuriyeti meydana getirdi. Buna rağmen Sevr Antlaşması İstanbul ve Anadolu’da büyük infiale sebep oldu. Hükümet, meclis ve padişah tarafından kabul edilmedi. Böylece yürürlüğe girmedi. Buna rağmen Ankara, bu sebeple İstanbul hükümetini hain ilan ederek davasına prim kazandırmayı ihmal etmedi. Diğer devletlerin de kabul etmediği antlaşmayı bir tek Yunanistan kabul etmiştir.
Sevr Antlaşması’nın akıbetini ve tatbik edilebilir olup olmadığını başka bir yazıda ele alalım.
Solda Cihan Harbi sonunda imzalanan antlaşmalara dair bir karikatür. Sağda Venizelos Sevr'i imzalıyor.