GAYRI MÜSLİMLERE BENZEMEK

Her yılbaşı yaklaşınca bu mesele bir daha aktüelleşir. “Karga, kekliğe özenmiş; becerememiş; kendi yürüyüşünü de unutmuş” derler. Acaba her benzemek kötü mü? Benzemenin sınırı nerede başlar, nerede biter?
28 Aralık 2015 Pazartesi
28.12.2015

Her yılbaşı yaklaşınca bu mesele bir daha aktüelleşir. “Karga, kekliğe özenmiş; becerememiş; kendi yürüyüşünü de unutmuş” derler. Acaba her benzemek kötü mü? Benzemenin sınırı nerede başlar, nerede biter?

Hazret-i Peygamber, kendisine peygamberlik bildirilmeden evvel, önceki peygamberlerin haber verdiği ibadetlerden bazısını yapardı. Hacceder, kurban keser, namaz kılardı. Medine’ye geldiğinde, buradaki Yahudilerin, Âşûre gününde oruç tuttuklarını görünce onlara bu günün ne günü olduğunu sordu. Onlar da firavunun elinden kurtulduğu gün olduğu için Hazret-i Musa’nın bu gün oruç tuttuğunu söyleyince Hazret-i Peygamber “Kardeşim Musa’nın sünnetini ihyâ etmeye biz daha lâyıkız” diyerek kendisi oruç tuttu, Müslümanlara da bunu emretti. Daha sonra Ramazan orucu farz kılınınca artık Âşûre günü isteyen oruç tuttu, isteyen tutmadı.

Bununla beraber, bir takım ibâdetlerde Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyi yasakladı. Meselâ, Namaza durduğunuzda her tarafınız sâkin olsun, Yahudiler gibi sallanmayın! buyurdu. Namaz vaktini boru çalarak ilan etmeyi Yahudilere, çan çalarak haber vermeyi ise Hıristiyanlara benzemek olacağı için reddetti. Cenâze defnedilirken önceleri ayakta durarak bekleyen Hazret-i Peygamber, bilahare Yahudilerin de böyle yaptığını öğrenince “Onlara muhalefet edin, cenâze defnedilinceye kadar oturun” buyurdu. Günlük hayatta ve âdetlerde gayrı müslimlere benzemeyi bazen yasakladı; bazen yasaklamadı.

Tasmalı ayakkabı

“Kim bir kavme kendisini benzetirse, onlardandır” hadîsini ulema, inanç ve dinî hususlarla benzemek diye tefsir etmiştir. Osmanlı ulemasından Nablüsî der ki: “Hazret-i Peygamber’in sünneti iki çeşittir: 1-Sünnet-i hüdâ, câmide itikâf etmek, ezân, ikâmet okumak, cemaat ile namaz kılmak, beş vakit namazın müekked sünnetleri gibi. 2-Sünnet-i zevâid, Resûlullah’ın elbise, yemek, içmek, oturmak, barınmak, yatmak ve yürümekteki âdetleri, iyi işlere sağdan başlaması, sağ el ile yiyip içmesi gibidir.”

Asr-ı saadetteki gibi giyinmeyi tavsiye edenlere, Hindistan âlimlerinden kâdı ve sûfi Senâullah Pâniputî de der ki: “Hazret-i Ömer zamanında, entâri, başörtüsü ve tasmalı ayakkabı müminlerin âdetiydi. Böyle giyinmek şöhrete, parmakla gösterilmeye, fitneye sebep olmazdı; şimdi ise olur. Memlekette âdet olan şeyleri giymelidir. Hadîs-i şerîfte, ‘İnsanın parmakla gösterilmesi, kendisine kötülük olarak yetişir’ buyuruldu”.

Osmanlı müderris ve kadılarından Seyyidalizâde şöyle diyor: “İbn Abbas, haber verdi ki, Resûlullah aleyhisselâm kendisine bir hüküm indirilmediği hususlarda, Ehl-i kitaba uymayı severdi. Kitaplarında bildirilmiş olduğu için öyle yaptıkları ihtimalini göz önüne alarak bunlara uymayı, müşriklere uymaktan evlâ sayardı. O zaman Ehl-i kitab saçlarını ikiye ayırmadan aşağı sarkıtırlardı. Müşrikler ise ikiye ayırarak aşağı sarkıtırlardı. Peygamber efendimiz ve eshâbı, Ehl-i kitab gibi kâkül bırakırdı. Müşriklere gâlip gelince,  saçlarını ikiye ayırmakta beis görmedi. Bütün Müslümanlar da saçlarını ikiye ayırdılar.”

Hazret-i Peygamber, Tebük seferinde Hıristiyanlardan aldığı ve Bizanslıların giydiği türden (rûmî) yenleri dar cüppe giymişti. Papazlara mahsus ve sebtiyye denilen ayakkabı giyerdi. Yahudilere mahsus olduğu bizzat kendisinden rivâyet edilen taylasan (kukuletalı cüppe) kullanırdı.

Benzemek kastı

Gümüşhânevî, “Gayrı müslim bayramlarına hürmet etmek; başka günlerde yapmadığı işleri bu günlerde yapmak; başka günlerde yemediği şeyleri bu günlerde alıp yemek; bu günleri ta’zimen o dine mensup birine hediye vermek memnudur. Gayrı müslimlerin ibâdetlerini beğenmek; şaka yollu dahi olsa,  dinlerinin alâmeti olan (zünnar, papaz külâhı gibi) giysileri giymek, (haç gibi) eşyayı kullanmak da böyledir. Bunlar, Ehl-i kitaba benzemekte en şiddetli yasak edilen kısımdır ki, ulemâ bunları küfr alâmeti kabul etmişlerdir” demektedir.

Kâhire’de Hanefî müftüsü Tahtâvî diyor ki: “Ehl-i kitaba benzemenin dereceleri vardır. Yemek, içmek, giyinmek gibi âdet olan zararsız şeylerde benzemek câizdir. Ama teşebbüh [benzeme] kastıyla benzemek haramdır. Meselâ sırf gayrı müslimlere benzemek için masada yemek, kravat takmak câiz değildir; bu niyet yoksa câizdir.Ehl-i kitabın dinlerine mahsus olup, dinlerinin alâmeti olan şeylerde, kasıtsız benzemek de küfr olur. Faydalı dünya işlerinde benzemek câiz olur. Her şeyde, meselâ yeme ve içme gibi şeylerde benzemek mekruh değildir” diyor.

İbn Âbidîn der ki: “Gayrı müslimlerin işleri iki kısımdır: Birisi ibâdet ve diğeri de âdet olarak, yani her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan, İslâmiyetin yasak etmediği, insanlara faydalı olanları yapmak ve onlara benzemeği düşünmeyerek kullanmak mahzurlu değildir. Meselâ pantolon giymek, çeşitli ayakkabılar edinmek, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek, herkesin önüne tabaklar içinde koymak, ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak ve çeşitli eşya ve âletleri kullanmak, hep âdete bağlıdır. İmam Ebû Yûsuf’un demir çivi çakılı ayakkabı giydiğini gören bir zât, râhiblerin giydiği böyle bir pabucu giymenin mahzurlu olduğunu arzedince, Ebû Yûsuf, “Resulullah da râhiblerin giydiği pabuçlardan giyerdi. Bu insanın menfaatine dair bir şeydir. Uzun yol yürümek ancak böyle mümkün olabilir” diye cevap verdi.

Demek ki insanların faydasına olan şeylerde gayrı müslimlere benzemek mahzurlu görülmemiştir. Pantolon, kravat veya anneler günü gibi faydası bulunmayanları, benzemek kastı olmaksızın yapmak da böyledir. İslâm hukukunda, her din mensubunun dilediği gibi inanmak ve ibadet etmek hürriyeti vardır. Ama her din, kendini korumak için, mensuplarını, başka dinlerin hükümlerine uymaktan da men eder.