PADİŞAH KİM OLACAK?

1808’de hânedanın yaşayan tek şehzâdesi Mahmud’u öldürmeye gelenler, “Gerekirse Esma Sultan’ı padişah yaparız” demişlerdi. Halbuki kadının padişahlığı mümkün değildi. Böyle söylemeleri, Osmanlılardan başkasının tahta hak sahibi görülmediğini gösterir.
30 Kasım 2015 Pazartesi
30.11.2015

Eski Türk Devletlerinde hakanın Allah’ın kut verdiği (takdis ettiği) muayyen bir hânedandan inmesi gerekir. Buna Açinaoğulları derler. Oğuz Han, Selçuklular, Osmanlılar hep bu hânedandandır. Asırlar boyunca nice ihtilâller olmuş, ama ihtilâl yapanların aklına, bu soyun dışında bir kimseyi başa geçirmek gelmemiştir. Çünki halkta, ancak bu soydan gelen hânın meşru olduğuna dair bir inanç vardır. Bu soydan bir hânedana sahip bulunmayan Peçenek, Kuman, Avar gibi Türk kavimlerinin ömrü uzun olamamıştır.

Hakanı ya beyler seçer ya da önceki hakan vasiyet eder. Zor kullanarak da başa geçebilir. Hakanın oğlu, yoksa veya reşid değilse en büyük kardeşi, kardeşi oğlu, amcası, amcasıoğlu vs hakan olur. Ancak hânedandan herhangi bir tigin (prens), tahtta hak iddia edebilir. Çünki hâkimiyet, hânedanın ortak malıdır. Buna ülüş sistemi denir.

Bu sebeple bazen prensler verâset harbine tutuşur; gâlib gelen, Allah tarafından seçilmiş hükümdar sayılır. Türkler müslüman olduktan sonra da bu sistemi sürdürdüler. Çünki İslâmiyette de muayyen bir veraset usulü yoktur; hükümdar ya seçimle, ya önceki hükümdarın vasiyetiyle veya zorla başa geçer.

Osman Gazi

Esma Sultan’ı padişah yaparız!

Padişahlık, Osmanlı hânedanının erkek mensuplarına aittir. Osmanlı soyu tükenirse, giray denilen Kırım hanlarının Osmanlı tahtına namzedi görüldüğüne dair bir iddia yaygındır. Kırım Hanı III. Mehmed Giray’ın, İstanbul’a yürüyüp, o zamanlar çocuk yaşta bir hükümdar olan Sultan IV. Murad’ı tahttan indirerek tahta geçmeyi düşündüğü rivayet edilir.

Nitekim Sultan IV. Murad’ın cülûsunu tebrik için Moskova’dan İstanbul’a giden Rus elçilerini Kırım’da tevkif ve idam ettirerek getirdikleri hediyelere el koymuştu. Bu, açık bir isyan mahiyetinde idi.  Mehmed Giray, Cengiz Han’dan inmek itibariyle kendisini Osmanlılardan daha asil kabul ediyordu. Bu kanaat, evvelki ve sonraki bazı Kırım hanlarında da mevcuttu.

Baltacı Mehmed Paşa, Edirne Vak’asında âsilerin Kırım Hanları veya İbrahim Hanzâdelere (Esmahan Sultan’ın Sokullu Mehmed Paşa’dan yürüyen soyuna) bey’at etmek istediğini söyler. Sultan II. Mahmud’a karşı ayaklanan yeniçerilere “Hânedanın son âzâsını katletmek mi istersiniz?” denildiğinde, “Girayları getiririz!” demeleri meşhurdur.

Buna mukabil 1808’de hânedanın yaşayan tek şehzâdesi Mahmud’u öldürmeye gelenler, “Gerekirse Esma Sultan’ı padişah yaparız” demişlerdi. Kadının padişahlığı hukuken mümkün olmadığı halde, böyle söylemeleri Osmanlı hanedanından başkasının tahta müstehak görülmediğini gösterir. Osmanlı Devleti’nde emniyet mülahazasıyla hânedandan başka asil ailelerin teessüsüne imkân verilmemiştir.

Osman Gazi’den Sultan II. Murad’a kadar padişahları beyler, ahîler ve âlimler seçmiştir. Namzet hep padişahın oğludur. Bundan itibaren padişahlar veliahd tayin ettiler. Zorla başa geçmeye misal Çelebi Sultan mehmed ile Yavuz Sultan Selim'dir. Birincide memlekette dahili harb vardı. İkincisinde ise babası yaşlılık ve hastalık sebebiyle tahttan ferâgat etmişti. Padişahların tahttan indirildiği ihtilâllerle, yeni padişahın hiçbir dahli yoktur. Bunlar zorla başa geçme sayılamaz.

Şehzade

Yaşın padişahlıkta ehemmiyeti yoktur. Çelebi Sultan Mehmed, Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim babalarının büyük oğlu değildi. Bu sistemin mahzurlarını bertaraf etmek isteyen ve muhtemelen kendisinden önceki asırlardaki şehzâde mücâdelelerinden ders alan Fatih Sultan Mehmed, teşkilât kanunundaki meşhur kardeş katli maddesini koydu. Osmanlılar, devletin birliği ve milletin dirliğini kendi kanları pahasına korudular. Şüphesiz bu büyük bir fedâkârlıktır.

Padişahlar, Eyüp Sultan'da kılıç kuşanarak vazifeye başlardı. Sultan Reşad'ın kılıç alayı. Solda şehzâde
Padişahlar, Eyüp Sultan'da kılıç kuşanarak vazifeye başlardı. Sultan Reşad'ın kılıç alayı. Solda şehzâde

Benim hakkımdı..

Avrupa devletlerinde muayyen bir verâset sistemi vardır. Başa kimin geçeceği az-çok bellidir. Osmanlılar, başa liyakatli olanın geçmesini istedikleri için böyle bir sistem kurmadılar. Aksi takdirde böyle bir şehzadenin önü tıkanmış olurdu.

12 yaşına gelince, birbiriyle aynı uzaklıktaki sancaklara bey olarak gönderilen şehzâdelerden, padişahın vefatından sonra merkeze ilk yetişeni padişah olurdu. Sultan II. Selim’den itibaren sadece en büyük şehzâde sancağa çıkarıldı. Bu şehzâde, veliahd sayılıyordu. Sultan III. Mehmed’den sonra şehzâdeler küçük olduğu için sancağa çıkarılmadı; sarayda yaşadı.

1603’te padişah olan Sultan I. Ahmed, kardeşlerini öldürmedi. 1617’de ölünce de oğlu değil, kardeşi tahta çıkarıldı. Halbuki daha evvel tahta hep önceki padişahın oğlu geçerdi. Bu usule primogenitur denir. Zamanın sadrazam ve şeyhülislâmının rol oynadığı bu verâset değişikliğiyle kardeş katlinin önüne geçildi. Ancak artık hep yaşlı padişahlar tahta çıkıp kısa zaman başta kaldıkları için, siyasî istikrar bozuldu.

1617’de tahta çıkan Sultan II. Genç Osman, orduya hitaben yazdığı fermanda der ki: “Babam Sultan Ahmed’in vefatından sonra saltanat kadim kanuna göre bana geçmesi lâzımken, benden birkaç yaş yaşlı olduğu için Sultan Mustafa tahta çıkarılmıştır”.

Resmiyette olmamasına rağmen, tahtta büyük oğlun hak sahibi görülmesi bilinmeyen bir husus değildir. Ankara Harbi’ni müteakip Şehzade Süleyman’ın Edirne’de tahta çıkması bundandır. Sultan II. Bayezid’in oğullarının hepsini tahta layık, ama en büyükleri olduğu için Şehzade Ahmed’i hak sahibi gördüğünü Celalzade Mustafa Çelebi bizzat Padişah’tan nakleder.

Sultan Osman’ı kardeşi Sultan Murad, onu da kardeşi Sultan İbrahim takip etti. İkisinin de oğlu yoktu. Sultan İbrahim’in oğlu olup yerine çıkan ve uzun zaman başta kalan Sultan IV. Mehmed 1687’de bir bürokrat darbesiyle tahttan indirildiğinde; yaşça büyük oğulları bulunmasına rağmen kardeşi Şehzâde Süleyman tahta çıkarıldı. Böylece hânedanın en yaşlısının padişah olacağı hususunda bir anayasa geleneği resmen yerleşti.

Bu yeni veraset usulü, elbette padişahın değil, bürokratların tercihiydi. Hanedan, bir cihetten kardeş katlinin önüne geçtiği için ister istemez razı olmuştur. 

Ekberiyyet veya seniorat denilen bu usul, devletin sonuna kadar devam etti. 1876 tarihli Kanun-ı Esasî’de de tescillendi. Tahta, Osmanlı hânedanının ekber ve erşed [en büyük ve olgun] evlâdı geçer.

Sultan Mecid, Sultan Aziz ve Sultan Hamid, Avrupa monarşilerindeki gibi tahtın padişahın büyük oğluna geçmesini istedilerse de, her nedense teşebbüse geçemediler. Cülûs fermanlarında padişahın tahta bi’l-irs ve’l-istihkak geçtiği beyan edilir. Demek ki verâset tek başına kâfi değildir; hak kazanmak da şarttır. Bu da hem hânedan mensubu, hem güç sahibi olmayı ifade eder.