ŞEYH SAİD: ÂSÎ Mİ? KAHRAMAN MI?

Resmî beyana göre İngiliz ajanı gerici ve bölücü bir hâin, Kürtlerin çoğuna göre idealleri için canını feda etmiş bir kahraman, hatta bir evliya.... Yakın tarihin bu münakaşalı şahsiyetinin idamı üzerinden 90 sene geçti. Ama mezarı bile belli değildir.
20 Temmuz 2015 Pazartesi
20.07.2015

13 Şubat 1925 tarihinde Diyarbekir’in Piran adlı köyünde cereyan eden bir aşiret düğününde, bazı jandarma askerlerinin kadınlara laf atması üzerine galeyana gelen gençlerle askerler arasında kavga çıktı. Karakol kumandanı, aşiretin reisi pozisyonundaki Şeyh Said’den hâdisenin fâillerini teslim etmesini istedi. Bunlar, aynı zamanda asker kaçağı idi. Şeyh, düğün sebebiyle bütün aşiretlerin burada olduğunu, hâdise çıkmasından korktuğunu; düğünün bitmesi üzerine istedikleri kişileri teslim edeceğini bildirdi. Bu tavrı, isyan olarak değerlendirildi.


Şeyh, yakalandıktan sonra

 

Şeyh, idamından bir saat evvel

Doğu elden gidiyor!

Basit bir zâbıta vak’asının böylece büyütülmesi üzerine isyancı pozisyonuna düşen Şeyh Said, artık geri dönülemez bir yola girdiğini görünce, işi ciddiye aldı. Bir sene önce Ankara hükümeti tarafından kaldırılan halifeliği ihya misyonu ile müttefikler toplamaya girişti. Bazı Kürt aşiretleri ve âlimleri kendisine destek verdi; bazıları sonradan desteğini çekti veya para ile elde edildiler. Bazıları ise geri durdu. Nitekim zaman zaman Şeyh Said ile karıştırılan meşhur Said Nursî, Ankara’nın tarafında yer almış; ‘Hükümet askerine silah çekilmez’ diyerek devletten yana tavrını koymuştur.

Şeyh Said, kendisine katılanlarla beraber 16 Şubat 1925 tarihinde harekete geçti. Birkaç koldan ilerleyip, üzerlerine gönderilen orduları da mağlup ederek Genç, Çapakçur (Bingöl), Maden, Siverek, Varto ve nihayet Elaziz’i düşürdü. Hükümetin örfî idare ilan etmesine rağmen, 10 bin kişilik bir kuvvetle Diyarbekir kuşatıldı. Halkın yardımıyla şehre girildiyse de, geri püskürtüldü. Sultan Hamid’in Suriye’de sürgünde yaşayan ve hiç bir şeyden haberi bulunmayan oğlu halife ilan edildi.

Ankara’nın zaferinden sonra kapatılan Kürd Teâli Cemiyeti’nin yerini alan Azadi adlı gayrı resmî Kürt cemiyeti, Şark’ta aynı zamana denk gelen bir isyan çıkarttı. Şeyh Said’in bu cemiyetle bağlı yoktu; ancak kayınbiraderi ve Cibran aşireti reisi albay Halil Bey, Kürt milliyetçilerindendi. Bu sebeple Cibran aşiretinin desteklediği Şeyh Said hâdisesi, Kürtçü bir ayaklanma zannedilmiştir. Üstelik Şeyh, Zaza idi.

O sıralar hükûmetin icraatlarından şikâyetçi olan bir kitle, Ankara kahramanlarının yer aldığı, cumhuriyetçi, fakat liberal Terakkiperver Fırka etrafına kümelenmişti. İstanbul gazeteleri de hükümeti alabildiğinde tenkit ediyordu. Ortalığı teskin için, partinin kurucusu Fethi (Okyar), başbakanlığa getirilmişti. Fethi Bey, hâdisenin örfî idare (sıkıyönetim) ile çözülebileceğini söyledi ise de, siyasî rakipleri için bu bir fırsattı.

Fethi Bey vazifeden alınarak, İnönü 3 Mart’ta tekrar iktidara getirildi. Ertesi günü Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak sert tedbirler aldı. Bazı aşiretlerin elde edilmesiyle, 26 Mart’ta isyancılar bozguna uğratıldı. Bir yakınının ihbar ettiği Şeyh, 25 Nisan’da Varto yakınında yakalandı.

 

Şeyh, Diyarbekir hapishanesinde

İdamlar aylarca sürdü

Hukukçu olmayanların vazife yaptığı, kararlarının temyizi bulunmayan; hukuk ve adalet gibi mefhumlardan tamamen ârî, politik mahkemeler (İstiklal Mahkemeleri) devreye girdi. Diyarbekir İstiklâl Mahkemesi, gerçekten Kürt milliyetçisi olan birkaç kişiyi beraat ettirirken, 63 yaşındaki Şeyh Said’i 28 Haziran 1925’de Kürtçülük ithamıyla idama mahkûm etti; hüküm, 20 Eylül 1925’de infaz edildi. Cesedi Dağkapı’da askerî mıntıka içinde meçhul bir yere gömüldü.

Musa Anter anlatıyor: Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza Efendi, babasının Dağkapı’da edilip, darağaçlarının içinde açılan bir çukura konduğun anlattı. O vakit asılan Kürtler, Kürtçede sêpi denir, darağacının altında bir çukur kazılır. Onlara giydirilen beyaz idam gömleği çıkarılır, hiçbir dini merasim yapılmadan üstündeki elbiselerle o çukura ipten çıkarılarak bırakılır ve üzerine toprak atılırdı.

O vakit yaşayan Kürtlerden Şeyh Said’in mezarını sorduk. Dediler ki, efendim eskiden Diyarbekir’in Dağkapı’dan Dicle kenarına kadar antik büyük bir Diyarbekir mezarlığı idi. Şeyh Said hadisesinden sonra bu mezarlık eğlence yerlerine tahsis edildi. Şeyh Said, Seyyid Abdülkadir, oğlu Seyyid Muhammed, Doktor Fuad ve diğer muhterem büyüklerimizin gömülü oldukları o kendilerine layık olmayan çukurların üzerine Diyarbakır rakı fabrikası yapıldı.

Bu fabrika Kürdistan’da devlet eliyle kurulan ilk fabrikadır. Rivayet odur ki Kemalpaşa demiş, bu keratalar bana sarhoş mu diyorlar, oraya bir rakı fabrikası yapın ki ebediyen kemikleri sarhoş olsun. Daha sonra oraya bir de şehir sineması yapıldı.” (Hatıralarım, s. 344)


Petrol?

Hâdiseyle alâkası bulunmayan, ama Kürtçülüğün ideologlarından olarak görülen Seyyid Abdülkâdir ve oğlu da İstanbul’daki evlerinden alınarak Diyarbekir’e götürüldüler ve 27 Mayıs’ta Ulu Câmi önünde asıldılar. İdamlar aylarca sürdü. 500’e yakın kişi asıldı. Harekât mıntıkasındaki köyler bombardıman edildi; isyanla doğrudan alâkası bulunmayan binlerce kişi öldü. Seyyid Abdülkâdir ve Şeyh Said’in aile ve aşiretleri dağıtıldı.

O zamanlar henüz petrol havzası Musul’un Türklere mi, İngilizlere mi ait olacağı hususu karara bağlanmamıştı. Ankara, gerektikçe Kürtçü veya şeriatçı olarak lanse ettiği isyanın, Türk ordusunun Musul’a girişini engellemek için İngilizler tarafından çıkarıldığını veya desteklendiğini iddia etti. Halbuki Musul’dan Lozan’da vazgeçilmişti. Öyle bile olsa bu tavizde amme efkârına karşı Ankara’nın elini kolaylaştırmıştır.

Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza, Tebriz’deki İngiliz sefiri Sir Percy Loraine’e (sonradan Ankara’ya tayin olunacaktır) müracaat ederek İngiltere’nin desteğini istedi. Ali Rıza, mali güçlüklerinin olmadığını, ama cephane sıkıntısı çektiklerinden bahsetti. Sir Percy, Londra’ya yapmak istediği ziyaretin boşuna olacağını, İngiltere’nin müstakil bir Kürdistan istemediğini söyledi. İngiliz vesikalarına göre ayaklanmayı bizzat Ankara çıkarmıştır. Asiler sınırı geçip Musul’daki kardeşleriyle birleşecek, bu da Türkiye’nin Musul’a müdahalesine imkân tanıyacaktır. (Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 311-312)

Şeyh Said isyanı, basit bir zabıta vak’ası ile başlayan, yani uzun uzadıya planlanmış olmayan dinî bir isyandır. Şeyh, mahkemedeki müdafaasında da hep bunu vurgulamıştır. İdealize ettiği devletin başında bir Türk şehzâdesini görmeyi istemiştir. O zamanki bazı ulema, Şeyh Said’i davasında haklı bulmakla beraber, alt edemeyeceği bir güce karşı isyan ettiği için tenkit ederler. Nitekim İslâmiyet, insanın kendisini tehlikeye atmasını ve kendisinden güçlü düşmana saldırmasını yasaklar.

Şansı var mıydı?

Şeyh Said’in, Ankara’ya karşı muvaffak olma şansı var mıydı? İngilizlerin askeri desteği alabilseydi, Irak güçleri ile birleşebilseydi, vaziyet farklı olabilirdi. Bunu ummuşlar mıdır? Belki. Kürtler kendi içlerinde de bölünmüş vaziyette idiler. Bu sebeple Ankara bir hafta içinde kolaylıkla kıyamı bastırdı. Bu bahaneyle 2-2 buçuk ay süren bir katliam projesi tatbik edilerek, muhtemel mukavemet mihrakları kan ve ateşle bastırıldı. O zamana kadar mıntıkada yerleşik olmayan rejimi; polisi, askeri ve bürokratik sistemiyle yerleştirmeye muvaffak oldu.

İsyanın, demokrasinin hâsıl ettiği serbestlik ortamı ve muhalefet partisinin liberal sözlerinden cesaret aldığı iddia ediliyordu. Muhakeme esnasında isyan fikrini İstanbul gazetelerinden ilham aldığını söylemesi karşılığında Şeyh Said’e kurtuluş va’dedilmişti. Nitekim bu bahaneyle demokrasi askıya alınarak partiler yasaklandı. Terakkiperver Parti kapatıldı. Basın hürriyeti kaldırıldı; İstanbul’daki muhalif gazeteciler tutuklanarak hapse konuldu. Muhalifler sindirildi. Doğuda yaşayan ve halka tesir etmesinden korkulan aşiret reisleri ile din âlimlerinin tamamı aileleriyle batıya sürgün edildi; bazıları hiç dönemedi. Din aleyhtarı icraat sıkılaştırıldı. Tekkeler kapatıldı. Memleket tek partinin dikensiz gül bahçesine dönüştü.


Halid Bey Cibrani