VAKTİYLE DÜNYA BU KÜÇÜK ODADAN İDARE OLUNURDU!

Topkapı Sarayı avlusundaki Kubbealtı’nda toplanan Divan-ı Hümayun, bir zamanlar üç kıtaya kol salan Osmanlı Devleti’nin idaresinin kalbi idi.
11 Mayıs 2015 Pazartesi
11.05.2015

Şimdilerde bir mobilya tabiri olan divan, eskiden devletin idare edildiği meclislerin ismiydi. Divan, Farsça devler demektir. Rivâyete göre küçük bir İran prensi sarayda gezerken, vezirlerin toplandığı odaya girmiş. Haşmetli kıyafetleriyle toplantı yapan vezirleri görünce şaşırmış, ‘Dîvân!’, yani ‘Aa, devler!’ deyivermiş. Artık bu toplantılara bu isim verilmiş. Divan tabirinin kültürümüze girişi Hazret-i Ömer zamanında İran'ın fethinden sonra olmuştur.

Önceleri hazîneden maaş alanların isimlerinin yazıldığı deftere divan denirdi. Sonradan devletin idare ofislerine divan denilmiştir. Emevî ve Abbasî devrinde, daha sonra da bilhassa Selçuklular ve İlhanlılarda divanlar daha da inkişaf etti. Bunların başında idarî kararların alındığı ve halifenin de bazen iştirak ettiği divan-ı adl (divanü's-saltana) gelmektedir. Divan-ı inşâ devletin resmî yazışmalarını yürütür. Askerî işlere divan-ı ceyş ve posta işlerine divan-ı berid bakar. Günümüzdeki idare mahkemesi işini yapan divan-ı mezâlim vardı. Halkın memurlardan şikâyetlerine ve mahkeme kararlarına itirazlara bakardı.


Küçük ama muhteşem

Divan-ı Saltanat’ın yerini Osmanlılarda Divan-ı Hümâyun almıştır. Osman Gazi zamanından beri divan toplantıları, çok zaman açıkta ve halkın huzurunda yapılırdı. Bursa camilerinde divan toplantıları için kısımlar tahsis edilmiştir. Edirne payitaht olduktan sonra, divan, sarayda, ayrı ve kapalı bir şekilde toplanmaya başladı.

Topkapı Sarayı yapılınca, divan toplantıları Divanhane denilen hususi yerde cereyan eder oldu. Kanuni Sultan Süleyman’ın vezeriazamı Makbul İbrahim Paşa tarafından, bugün mevcut olan ve Kubbealtı denilen yer toplantılara tahsis edildi. Mamafih kısmen ahşap olan ve yangında tahribe uğrayan Kubbealtı, 1655’de Sultan IV. Mehmed tarafından kargir olarak tamir edildi. Sultan III. Selim tamir ettirdi. şimdiki hâli Sultan II. Mahmud’dan kalmadır (1820).

Kubbealtı, sarayın ikinci kapısı olan ve bugün biletle girilebilen Darüsselam’dan sonra ileride solda köşededir. Önünde alay meydanı bulunur. Şark mimarisi tarzında uzun ve geniş saçaklı, tavanı süslü, etrafı fevkalade zarif demir parmaklıklarla çevrili geniş bir revaktaki kapıdan binaya girilir. Asıl toplantı salonunun tavanı altın işlemeli ve pek sanatlıdır. Etrafta boydan boya geniş sedirler ve kubbenin ortasından sarkan bir avize vardır. Padişahların toplantıyı takip ettikleri yer, veziriazamın  oturduğu yerin arkasındadır. Buraya kafes veya Kasr-ı Adl (Adalet Köşkü) denir ve harem dairesine bir yolla bağlıdır.

Bu salonun bitişiğinde divit odası vardır ki, veziriazamın hususi yazı odasıdır. Vezirlerin istiharat ettiği odalar, bunun etrafındadır. Kubbealtı’na bitişik kubbeli odada hâcegân verilen Divan kalemlerinin şefleriyle katip ve memurları çalışır. Buna bitişik kubbeli üçüncü salon defterhanedir ki, maliyeye ait defterler muhafaza edilir. hemen ilerisinde 8 kubbe altında iç ahzine bulunur.

 


Hem meclis hem mahkeme

Divan-ı Hümayun’da her çeşit siyasî, idarî, mâlî, askerî, adlî memleket meselesi görüşülür. Harb ve sulh ilânına, elçi gönderilmesine, vergi koymaya, kanun yapmaya karar verilir. Elçi kabulü ve yeniçerilere ulûfe (maaş) dağıtılması da burada olur.

Aynı zamanda memleketin en yüksek mahkemesidir. Memurlarının icraatlarına ve kâdıların verdiği hükümlere itirazı olanlar buraya mürâcaat eder. Kâdıların verdiği hükümler bozulursa, yeniden muhakeme de burada yapılabilir. Bazı hallerde, kâdılar bakmaktan çekindikleri mühim dâvâları, ilk tahkikatını yaparak Divan’a gönderir; burada bakılır.

Çalışma şekli, âzâları ve salâhiyetleri Sultan Fâtih’in kanunnâmesinde etraflıca anlatılmıştır.

Divan-ı Hümâyun, bir meşveret meclisidir. Kararları, ancak padişahın tasdiki ile yürürlüğe girebilir. Padişah, divanda alınan kararlara umumiyetle karşı çıkmaz. Ancak Sultan II. Selim zamanında, Kıbrıs için sefere çıkılmamasına karar verilmişti. Padişah, divan kararını kabule yanaşmadı. Neticede padişah haklı çıktı.

Kanunî Sultan Süleyman, Hazret-i Peygamber’e hakaret ettiği için Divan’da muhakeme olunup delilsizlikten serbest bırakılan İranlı Kâbız’ın yeniden muhakemesini emretmişti. 

Padişah hanginiz?

Divan, Topkapı Sarayı’nda padişah veya sadrazam riyasetinde ileri gelen devlet adamlarıyla toplanır. Bir köylünün gelip, kerli ferli zâtları görünce şaşırarak, "Padişah hanginiz?" diye kabaca sorması üzerine Fâtih Sultan Mehmed bundan sonra Divan'a veziriâzamın reislik etmesine karar vermiştir. Aynı çağda İspanya kral meclisi ve Rusya’da boyarskoye duma denilen soylular meclisinde de hükümdar toplantılara katılmazdı.

Padişah, toplantıları pencere arkasından takip edebilir. Gerekirse kafese vurmak suretiyle müdahale eder; divandakileri arza çağırabilir. Divandakiler padişahın dinleyip dinlemediğini bilmediğinden, müzâkereler çok ciddî cereyan eder.

Sadrazamdan başka, kazaskerler (adalet bakanı), defterdarlar (maliye bakanı), nişancı (kanun komisyonu reisi ve tapu müdürü) ve kubbealtı vezirleri (devlet bakanları) divanın dâimî âzâlarıdır. Vezir rütbesinde iseler yeniçeri ağası ve kaptan-ı deryâ; İstanbul’da ise Rumeli beylerbeyi (vâlisi) de hazır bulunur.

Böylece divan umumiyetle 12 kişi ile toplanır. Bunun dışındaki devlet ricâli, ancak kendi sahalarına giren bir iş müzâkere edilirken, görüşlerine mürâcaat edilmek üzere Divan’a davet edilirler.

Divan toplantılarına oturmayıp ayakta katıldığı halde divan âzâsı olmayan reisülküttâb, başkâtiptir.  Divan âzâsı olmayan Çavuşbaşı da bir nevi teşrifat âmiridir. Toplantılara katılacak olanların içeri alınması; şikâyetçilerin istidâlarının kabulü ve sıraya sokulması; alınan kararların icrası; yazılan emirlerin uzak yerlere tebliği; ecnebî elçilerin karşılanması ve Divan’a kadar refakati; İstanbul’a hâriçten gelecek kimselerin hüviyetlerinin tahkiki ve gerekirse yerlerine iadesi gibi vazifeleri vardır.  Kapıcılar kethüdası zaptu raptı emin eder. Büyük ve küçük tezkireciler, istidaları yüksek sesle okuyup kararları yazar.


Akide şekeri

Divan-ı Hümâyun, haftanın her günü Topkapı Sarayı’nın ikinci avlusundaki Kubbealtı’nda toplanırdı. XVI. asırdan itibaren Cumartesi, Pazar, Pazartesi ve Salı olmak üzere haftanın dört günü toplanmaya başladı.

Müzâkereler sabah namazından sonra başlar; öğlene kadar devam eder. Sonra divan âzâları konaklarına dönerek orada kendi sahalarına giren işlerle meşgul olurlar.

Divan azalarının gelişi ve toplanışı katı teşrifat kaidelerine tabidir. Azalar Ayasofya Camii’nde sabah namazını kılar. Yeniçeri Ocağı ve Süvari ağaları, beşyüz kadar yeniçeri ile Bâb-ı Hümayun önünde sıra halinde dizilir. Her vezir geldikçe, yeniçeri ağası atını sürüp karşılar.

Herkes gelince duacı gelip dua eder ve kapıcılar kapıyı açar. Sırayla kapıcılar kethüdası, reisülküttab ve divan erkânı girer. Kapıcılar kethüdası ile çavuşbaşı, vezirleri orta kapının iç tarafında karşılar, sonra öne düşüp gümüş asalarını yere vura vura Kubbealtı’na götürürler.

Vezirler ve divan halkı derecelerine göre yürürler. Böylece başka ikinci vezir olmak üzere kubbe vezirleri ile kazaskerler ve defterdarlar, avluda dizilmiş ocak ağalarının selamlarını ala ala Divanhane’ye girerler. İkinci vezir oturmadan sağa ve sola selam verir, sonra herkes yerine oturur. Sakabaşı, ikinci vezirden itibaren sırayla, mevsim yaz ise şerbet, kış ise macun ikram eder.
Sadrazam sabah namazını konağında kıldıktan sonra atına binip maiyetindeki çavuşlar, müteferrikalar, çeşnigirler, delibaşı ve gönüllüler önünde, sadaret kethüadsı ve muhzırbaşı ağa arkada olmak üzere gün doğmadan saraya gelir. Yeniçeri Ağası kendisini karşılayıp selamlar.

Ortakapıya gelince, padişahtan başka kimse ileriye atla gidemeyeceği için atından iner. Kapıcılar kethüdası ve çavuşbaşı kendisini karşılayıp Kubbealtı’na kadar refakat ederler. Sadrazamın geldiği haber verilince, divan halkı dışarı çıkıp kendisini karşılar. O da herkesi selamlayıp içeri girer. Hazinenin mührünü bozup hazinedarbaşı ile defterdara teslim eder.
Sadrazamın oturduğu yer, ortada ve yarım metre kadar yüksektir. Sağında kıdeme göre kubbe vezirleri ve nişancı, solunda da kazaskerler ve defterdar oturur. İstanbul’da bulunan Rumeli ve Anadolu beylerbeyinin yeri nişancıdan sonradır. Eğer mazul beylerbeyi ise defterdardan sonra oturur.

Sadrazam oturmadan divan halkını selamlar ve oturduktan sonra, dışarıda yüksek sesle Fatiha suresi okunur. Askerin sadakatinin nişanesi olarak hazırladıkları akide şekeri sırayla divan halkına ikram edilir. Herkes bundan alıp yer. Sonra işaret üzerine yeniçerilere çorba tevzii başlar. Asker koşarak çorbasını alırsa bu itaate delil sayılır. Aksi halde dertleri sorulur.


Sükût ikrardan gelir

Divan toplantısı başlamadan hazîne ve tapu tahrir defterlerinin bulunduğu defterhâne açılır; toplantı bitince de tekrar mühürlenip kapatılırdı.

Divanda görüşülecek işler ruznâme denilen gündeme kaydedilmiş olurdu. Mühim işler öne alınır. Elçilerin teklifleri, milletlerarası münasebetler, sonra eyalet işleri, mali ve askeri meseleler görüşülür. Divan’a müracaat ve şikayetlere bakılır. İcap ederse talep ve şikayet sahipleri içeri alınıp dinlenir.

Yeni müslüman olanlar, Divan’a çıkartılır. Kanun icabı bunlara verilmek üzere bir mikdar çil para ve bir kat elbise hazır edilir. Kendi camiaları tarafından dışlanma ihtimaline binaen  bunlara ayrı bir yakınlık gösterilmesi kanundu.

Bundan sonra Divan âzâları sırayla padişaha arza çıkar. Önce yeniçeri ağası çıkar; ocak hakkında bilgi verir. Sonra kazaskerler çıkarak kendileriyle alâkalı işleri ve kâdı tayinlerini arzederler. En son sadrazamla beraber kubbe vezirleri ve defterdar arza çıkar. Divan’da alınan kararlar padişaha kısaca arzedilir. Padişah sükutla dinler, itirazı varsa beyan eder.

Arzdan sonra âzâlar topluca yemek yeyip dağılır. Divan’da alınan kararlar konusuna göre mühimme, ahkâm, tahvil, rüus gibi defterlere kaydedilir.  


Ayak divanı

Yolsuzluk şüphesi, asker ayaklanması veya halkın şikâyetleri üzerine Divan-ı Hümâyun’un fevkalâde toplantıları da olur. Bunlara padişah dışında herkes ayakta durduğu için ayak divanı denir.

Taht, Bâbüssaade önüne konur; padişah gerekirse vâsıtasız olarak teb’a ile görüşür. Son ayak divanı Sultan IV. Mehmed zamanında Abaza Hasan Paşa ısyanı münâsebetiyle toplanmıştır.

Elçi kabulü ve ulufe tevzii gibi fevkalade hallerde toplanan divanlara ise galebe divanı denir.

XVII. asırdan itibaren toplantı günleri ikiye indi. XVIII. asırda tekrar dörde çıktıysa da uzun sürmedi. Haftada bir gün ve gayrı muntazam günlerde toplanmaya başladı. Giderek Divan-ı Hümâyun toplantıları askerlere üç ayda bir ulûfe tevzii ve elçi kabulü gibi istisnaî hallere inhisar etmeye başladı.

Giderek sadrâzamın konağında toplanan İkindi Divanı ehemmiyet kazandı ki bakanlar kurulunun nüvesidir. Divan kalemleri de sadrâzamlığa nakledildi.

Sultan II. Mahmud, Divan-ı Hümâyun’un yerine Meclis-i Vâlâ’yı kurdu ki, şimdiki Kanunlar Genel Müdürlüğü ile Danıştay ve Yargıtay’ın atasıdır. Divan-ı Hümayun ise bir sekreterya olarak sadrazamlığa nakledildi ve devletin sonuna kadar ismini muhafaza etti.