İMAMIN CÜBBESİ SİYAH...

Eskiden imamlar, derin dinî bilgisi, entelektüel müktesebatı, kılık kıyafeti, güzel sesi ile cemiyete rol modeli teşkil eden seçkin şahıslardı. Hükümet ile halk arasında köprü vazifesi görürlerdi.
23 Mart 2015 Pazartesi
23.03.2015

Eskiden imamlar, derin dinî bilgisi, entelektüel müktesebatı, kılık kıyafeti, güzel sesi ile cemiyete rol modeli teşkil eden seçkin şahıslardı. Hükümet ile halk arasında köprü vazifesi görürlerdi.

Abbasîlerin başkadısı İmam Ebu Yusuf’a, Halife Harun Reşid en efdal renk hangisidir diye sorduğunda, “Kur’an-ı kerimin yazıldığı mürekkebin rengi” cevabını vermişti. Abbasilerin resmî rengi ve bayrağı siyah idi. Bundan beri kadılar, imamlar, Cuma hatibleri siyah cübbe giyer, beyaz sarık sarardı.  Şiî Fâtımîler, buna inat, imamlara beyaz cübbe giydirdi. 1839 tarihinde, kadıların da imamlar gibi beyaz sarık sarıp siyah cübbe giymeleri hakkında ferman neşredilmişti. Bu kıyafetin, her bakımdan dinin şan ve şerefini muhafazaya elverişli olduğu düşünülmüştür.

Bir önceki diyanet işleri reisinin yegâne icraati, imam cübbesini beyaza boyamak oldu. Kendisine de makamı ile mütenasip olmayan ve Macar operet kahramanlarını andıran simli nakışlı bir cübbe yaptırdı. Beyaz renk, kir gösterdiği gibi, içine giyileni de belli eder. Siyah renkte ise bir vakar ve heybet vardı. Asırlardır devam eden dinî geleneklerle oynamak doğru değildir.

                                       

Mescid-i Aksâ imamı namaz kıldırıyor. Siyah cüppe, ancak eski Osmanlı beldelerinde kaldı....

Cemiyetin rol modeli

İmam, Arapça lider manasınadır. Önde bulunan, kendisine uyulan, imamet eden kişi demektir. Cemaatle namazı kıldırana imam dendiği gibi, devlet reisine de böyle hitab edilir. Birincisine imâmet-i sugrâ, ikincisine imâmet-i kübrâ denir. Emâme, ön demektir. Tesbihin uzun parçasına da imame denir. Dinî ilimlerde büyük âlimler için de imam kullanılır. İslâm dini, birlik ve beraberliğe verdiği ehemmiyet çerçevesinde, ibadetlerin cemaatle yapılmasını tavsiye eder. Beş vakit namaz böyle kılınır. Cemaatle namaz gibi, imamlık da ayrıca sevaplı bir iştir.

Namazın şartlarını iyi bilen her erkek imamlık yapabilir. Ama tarih içinde bu iş için devamlı vazifeliler tayin edilmiştir. Bunların maaşı, namazın değil, her vakit orada hazır bulunmanın karşılığıdır. Zira namaz herkese farzdır. İmamlar, devlet memuru değildir. Bu sebeple kimseden korkmadan serbestçe vazife yapar. Kadın, erkeklere imam olamaz; kadınlara imamlığı da mekruhtur.

Hazret-i Peygamber, câmilere bizzat imam tayin ederdi. Osmanlılar, her şeyi sistemleştirdiği gibi, mahalle ve köy imamlarını da sistemin bir parçası yaptı. İmam, Tanzimat devrinde muhtarlık teşkilatı kurulana kadar, mahalle veya köyün mülkî âmiri sayıldı. Hükümet ile halk arasında köprü vazifesi gördü. Halk, bunlar vasıtasıyla bilgilendirildi.

Dinî şartları tutan herkes cemaate imam olabilir; ancak Cuma namazı kıldıramaz. Cuma namazı, ancak hükümdarın izin verdiği yerlerde ve beratla tayin edilen imam-hatibler tarafından kıldırılabilir. Böyle bir imam yoksa, Cuma namazı farz olmaz. Eskiden ancak bazı köylerde böyle beratlı imam-hatib vardı. Bunlar vergiden muaf idi.


Mahalle imamı

Şehirlerde, imamları câminin vakfı tayin eder; maaşını da burası verir. Bu maaşa “vazife” denir. Vakıf zengin ise, maaş da yüksek olur ve imamda aranan şartlar da yükselir. Selâtin, yani padişah ve ailesinin yaptırdığı câmiler böyledir. İmamlar, derin dinî bilgisi, entelektüel müktesebatı, kılık kıyafeti, güzel sesi ile cemiyete rol modeli teşkil eden seçkin şahıslardır. Kendisinden beklenti de yüksektir. Örnek şahsiyetlerin, hareketlerinin de örnek olmasına dair, “imamın sarığı beyazdır” tabiri kullanılır. Zira beyaz, kir gösterir.

Bazı vakfiyelerde, mütevellinin imam ile anlaşmadan evvel, mahallelinin de rızasını almayı şart koşar. Zira kendisinden razı olmayan bir cemaate imamlık yapmak, mekruhtur. İmamlar, kadı, müftü, evkaf muhasebecisi ve mahallî ulemadan müteşekkil bir heyet huzurunda imtihan edilir. Kendisine Kur’an-ı kerimden bir sûre ve Dürer adlı fıkıh kitabından bir ibare okutulur. Ayrıca Kur’an-ı kerimi güzel okumaya dair tecvid ilminden sorulur. İmamların itinalı yetişmesi için, 1882’de Menşe-i Eimme ve Huteba, 1913’de de Medresetü’l-Eimme ve Huteba açılmıştır. İmamları, beldenin kadısı kontrol ve icabında teftiş eder. İmamı bulunmayan câmilere, kadı tayin yapar.

Osmanlı ananesi siyah cübbeleri içinde Bosna uleması

On parmakta on marifet

Câminin vakfı yoksa, mahalle ve köy halkı, imamlık şartlarını haiz bir hocayı imam tutar; ona “hak” adıyla onun maişetini karşılar. Köylük yerlerde ekseriya bu hak, buğday veya hocanın tarlasında çalışmak gibi bir karşılık olur. Buna gücü yetmeyenler, hiç değilse Ramazan ayı için hoca tutar. Medreselerin tatil olduğu Ramazan ayında talebeler, “cerre çıkar”; yani köylere dağılıp, ay müddetince imamlık yapar, hem harçlıklarını çıkarır; hem de tatbikat yapmış olur. Bunlara “cer hocası” denir. 

Askeriyede ve devlet dairelerinde, maaşları devlet tarafından verilen imamlar vardır. Ayrıca padişahtan vâliye kadar, devlet ricâlinin hususî imamları vardır. Bunlar, o zâtın evinde imamlık yapar ve dinî ritüelleri idare eder.

İmamlar sadece namaz kıldırıp, ölü yıkamaz. İçinde bulunduğu cemiyetin, umumiyetle en tahsillisi olduğu için, aynı zamanda çocukları okutan bir muallimdir. İmamlar, mahalle veya köydeki ev sayısını, kimin ev sahibi, kimin kiracı olduğunu, bunların mesleklerini, dirlik sahibi olanları ve medenî hallerini gösteren bir defter tutar. Mahalle halkının hüviyet tesbiti, yeni gelenlerin kefâlete bağlanması, mürur tezkeresinin tanzimi imama aittir. (Osmanlılarda, mahallede oturanlar, hükümet nezdinde birbirinin kefilidir. Ayrıca bir başka yere seyahat için, bir nevi iç pasaport hüviyetinde mürur tezkeresi almak gerekir.) Mahallede kefilsiz kimse oturamaz.

İffetsizlik töhmeti sebebiyle veya birine kaçtığı için hapsi veya tevkifi gereken kadınlar, imam evinde nezârete alınır. Böyle bir hal zuhur ettiğinde imama, hükümet ücret öder. Eskiden argoda “imam evi”, hapishane manasına kullanılırdı. Mahkemelerde şahitlerin elverişliliği, mahallesi imamından sorularak tahkik edilir.

Mısır'da sürgünde iken Osmanlı ilmiye kıyafeti içinde Zâhid Kevserî ve yanında talebesi Abdülfettah Ebu Gudde

Osmanlılar, maslahat icabı nikâhları, bir din adamının kıymasını arar. “İmam nikâhı” tabiri bundan doğmuştur. Yoksa nikâhı imamın kıyması dinî bir mecburiyet değildir. Mahallenin temizliği, esnafın nizamı, fırınların kontrolü, yangına karşı evdeki ocakların söndürülmesi ve temizletilmesi gibi belediye işleri de imama aittir. Kiliseler tamir edilirken, orijinal hâline ilâve yapılmamasına nezaret eder.

Ölüm ve defin, doğum ve nikâh hakkında resmî muamele ve ilmühaber tanzimi imamın vazifesi ve bunlardan harç almak da hakkıdır. Askerlik kurasının çekilmesi, nüfus ve emlak sayımı işleri, Meşrutiyet’ten sonra seçmen kütükleri ve resmî iane (yardım) toplam işleri de imamlara havale edilmişti.

Sadece bu değil; sosyal ve sıhhi işler de imamların uhdesindeydi. Tıbbın fazla inkişaf etmediği zamanlarda, hastalarla meşgul olmak, devasız dertlerde hastaya okuyup, üflemek; hastalara, delilere, çok ağlayan çocuklara, tepen atlara, mahsulü böceklenmiş tarlalara muska yazmak hep imamın vazifesiydi.

Boğaz tokluğu

Cumhuriyetten sonra, imamların maaşları, vakıflardan gelmeye devam etmiş; ama vakıfların zayıflaması sebebiyle fevkalâde düşmüştür. Köy ve mahalle imamları, eskiden olduğu gibi halk tarafından tutulmuş; ama halkın malî vaziyeti zaten düşük olduğundan, bazı câmiler imamsız kalmış; bazılarında da imamlar boğaz tokluğuna razı olmuşlardır.

Vakıflara el konduktan sonra, devlet memuru sayılmayan, ama kontrol altında tutma adına maaşları umumi bütçeden ödenen imamlar, maaşlar en alt seviyede tutulduğu için, maişetini temin adına çok zorluklara düşmüştür. Başka işlerle meşgul olmak zorunda kalmış; buna imkân bulamayanlar mevlütçülüğe, devir ve ıskat parasına, zekât ve fıtraya, hatta sadakaya muhtaç hâle gelmiştir. İmam sayısı gitgide azalmıştır. Tıpkı İngiltere Kralı VIII.Henry’nin XVI.asırda yaptığı gibi, Türkiye’de de maddi ve manevi tazyiklerle din adamlarının cemiyetteki itibarları ve yönlendirici mevkileri ellerinden alınmıştır.

Bir yandan da Ateşten Gömlek gibi roman ve filmler vasıtasıyla imamlık karikatürize edilmiştir. Böylece inkılâp, din adamlarının cemiyette nüfuzlu bir rol oynamalarına ve kitleleri sürüklemesine engel olmayı başarmıştır. 1965’den sonra imamlar devlet memuru sayıldı. Ama pek çok câmide kadro bulunmadığı için, ahalinin, imam tutma usulü devam etti. Okur-yazar olup, müftü huzurunda imtihan veren, bu kadrolara tayin edilirdi.

Şapka inkılabı ile fes ve sarık yasaklanmış; din adamları bundan istisna edilmişti. 1934 tarihli Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun ile din adamlarının, dinî kisve ile dolaşmaları yasaklanmış; Diyânet İşleri Reisi ile Rum ve Ortodoks Patriği ve Hahambaşı istisnâ edilmiştir.

Kutuz Hoca hatıralarında, yaşlı başlı Rize müftüsünün başında fötür şapka ile sokağa çıktığı ilk günü anlatır: “Müftüyü bu şekilde gören esnaf dükkânlarının içlerine doğru kaçıştılar, sokaktaki halk da kaçıştı. Müftü efendiyi –esnafın ifadeleriyle- bu feci halde görmekten utanıyorlardı. Halbuki müftü efendi sokağa çıktığı zaman veya evine gidip gelirken, halk ve bütün esnaf ayağa kalkar, onun vereceği selamı almayı şeref kabul eder, hürmet gösterirdi.”