OSMANLI HANEDANININ ÇİLELİ ASRI

3 Mart 1924 itibarıyla Türk tarihinde yeni bir sayfa açılıyordu. Halifelik kaldırılmış ve tarihin en uzun ömürlü hanedanlarından Osmanlılar vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürülüyordu. Bu, yaşlısından beşikteki bebeğe kadar hepsi için yeni ve sıkıntılı bir hayatın başlangıcı oldu.
2 Mart 2015 Pazartesi
2.03.2015

3 Mart 1924 itibarıyla Türk tarihinde yeni bir sayfa açılıyordu. Halifelik kaldırılmış ve tarihin en uzun ömürlü hanedanlarından Osmanlılar vatandaşlıktan çıkarılarak yurt dışına sürülüyordu. Bu, yaşlısından beşikteki bebeğe kadar hepsi için yeni ve sıkıntılı bir hayatın başlangıcı oldu.

Sultan Vahideddin sürgünde Malta'ya çıkarken

Saltanat, ardından da halifelik kaldırılınca, 3 Mart 1924 tarihli kanunla Osmanlı hanedanına mensup 156 kişi vatandaşlıktan ihraç olunarak 3 gün içinde sınır dışı edildi. Kanuna dâhil olmadıkları halde, ebeveynleri veya çocukları ile sürgüne gitmek zorunda kalanlarla bu sayı 200’ü buldu. Efendilerinden ayrılamayan emektarlar da sayılırsa, sürgünlerin sayısı yüzlercedir. Bunların transit olarak bile ülkeden geçmesi yasaklandı. Mallarını 1 yıl içinde tasfiye etmeleri, aksi takdirde hazineye kalacağı bildirildi.

Sultan Vahîdeddin zaten daha evvel sürgüne çıkmıştı. Halife Abdülmecid Efendi ve ailesi, daha kanun yayınlanmadan, 24 saat içinde sınır dışı edildi. Halkın tezahüratından korkulduğu için, Sirkeci’den değil, Çatalca’dan trene bindirildi. İstasyonundaki Yahudi müdür, Halife’ye vatanında hürmet gösteren son şahsiyet oldu.  Hanedanın çoğuna, kanunun verdiği bir haftalık müddet bile tanınmadı.

Türk-İslâm geleneğinde kadınlar hükümdar olamadığı halde, hanedana mensup hanımlar, hatta bunların çocukları, damat ve gelinler bile sürgün edildi. Avrupa monarşilerinde, darbe ile devrilen hiç bir hanedan böyle bir muamele görmedi. Yalnızca hükümdar sürgüne çıktı. Az bir zaman sonra da hanedan malları iade edildi. Bir tek Rusya’da çar ve çocukları katledildi. Onun sebebi de, antikomünist Beyaz Ordu’nun çarı kurtarmaya ramak kalmış olması idi.

Halifenin Ankara tarafından sürgün edilmesini anlatan o günlere ait bir karikatür

Yağma!

Osmanlıların hepsine tek gidiş pasaport verilmişti. Müslüman memleket Mısır’a gitmek istediler. Ancak ne buraya hâkim olan İngilizler, ne de Osmanlılara kıskançlık duyan Kral Fuad buna izin verdi. Memlekete yakın olduğu için Suriye’ye yerleşmelerine de Ankara engel oldu. Bu sebeple bazısı yine Fransız işgalindeki Beyrut’a, bazısı da Avrupa’ya yerleşti.

Daha çıkmadan sarayları polis nezaretinde yağma edildi. Bazısı evlerini ve evlerindeki antika eşyaları, kıymetli sanat eseri hatıraları yok pahasına satabildi. Bazısı güvendikleri birine vekâlet verdi. Bu vekillerin çoğu, müvekkillerine hıyanet edip, malların üzerine oturdu. Geri kalan mallara da hükümet el koydu; dedelerinden gelen miras haklarını da iptal etti. Böylece dünyada benzerine az rastlanmış bir zulüm, Osman Gazi evlatlarına reva görüldü. Oğuz Han neslinden ve tarihin en eski hanedanlarından Osmanlı hanedanı böylece siyaset sahnesinden çekilmiş oldu.

Hanedan, başına gelenlere inanamadı. Sürgün arefesinde, dedikoduları işitiyor; ama milletin kendilerini sevdiğini düşünüyor, böyle bir karara ihtimal vermiyorlardı. Kendilerini sokakta bulunca da, uzun zaman sürgünün geçici olduğuna inandılar. Hatta çoğu, yanlarına fazla eşya almamış, birkaç aya döneceklerini ummuşlardı. Ama sürgün hanımlar için 30, erkekler için 50 sene sürdü.

Hepsi sürgünde vatansız, pasaportsuz yaşadı. Şehzâdeler, askerlik tahsil etmişlerdi. Sürgünde bir işe yaramıyordu. Yaşlı başlı sultanların çalışması zaten mümkün değildi. Memlekette iken eli açık yaşamaya alışmış; servetlerini hayır hasenata harcayan; bankalarda paraları, yanlarında nakitleri olmayan bu insanların çoğu, sürgünde tarifsiz sıkıntılar çekti. Sürgüne çıkarken her aileye 1000 lira verilmişti. Bu, yol parası ve bir aylık geçimlerine ancak yetti. Mücevherlerini yok pahasına sattıktan sonra sefalete düştüler. Otellerde bulaşıkçılık yapanlar; dilenenler; akşamları çöplerden yiyecek toplayanlar; bulunduğu memleketteki eski Osmanlı Ermenilerinin yardımıyla yaşayanlar; nihayet açlıktan ölenler bile oldu.

Abdülmecid Efendi'nin son cuma selamlığı

Peşinde sivil polis

Haydarabad Nizamı Osman Cah, Mısırlı Prens Ömer Tosun, Hicaz Meliki Şerif Hüseyn gibi müslüman asilzâdeler, bu düşkün hanedana maddî yardım yapmayla çalıştılar. Ama ailenin dağılmış olması sebebiyle, bu yardımlar herkese ulaşamadı. Ulaşsa da, sadra şifa olmadı. Ecnebi hanedanlarla yapılan evliliklere, Ankara büyük reaksiyon gösterdi. Hanedanı sürgünde de adım adım takip ettirdi. Buna mukabil Fransa, Kral François’yı kurtaran Kanuni Sultan Süleyman’ın torunlarına, vatandaşlık değil, ama serbestçe dolaşabilmeleri için pasaportlar verdi.

Vatan hasreti ve haksızlığa uğramanın acısına, parasızlık, mahrumiyet ve hastalıklar eklendi. Ölünce de sıkıntılar bitmiyordu. Kimsesizler mezarlığına düşenler bile şanslı idi. Mezarı kaybolan, denize atılanlar vardır. Ama hepsi asalet ve şereflerine uygun yaşamaya çalışmıştır. Kendilerine bu haksızlığı reva görenlere çok kırılmış; ama memleket aleyhine de çalışmamışlardır.

1952 yılında Adnan Menderes hükümeti tarafından hanedanın hanımlarına; 1974 yılında çıkarılan umumi af ile de şehzadelere memlekete dönme izni verildi. Bunun için saray terbiyesini bilenlerin hepsinin ölmesi beklenmişti. Rejim hâlâ bu çaresiz insanlardan korkuyordu. Nitekim çok azı dönebildi. Gençler, sürgündeki yurtlarında bir düzen kurmuştu. Dönebilenler de hemen vatandaşlığa alınmadı. Arkalarına da birer sivil polis takıldı.

Şu anda hanedanın reisi 91 yaşındaki Şehzade Osman Bayezid Efendi New York'ta tek başına yasıyor. Hak reva mı bu?

Günahın bedeli

Süleyman Şah’ın mezarına bu kadar ehemmiyet verenlerin, bu zatın torunlarının haline de şöyle bir bakması iyi olur. Türk-İslâm tarihinde en şanlı sayfaları yazmış bir ailenin evlatları, dilini konuşmak, dinini öğrenmek, vatanın havasını solumak ve vatan toprağında ölmek hakkından mahrum bırakılmıştır. Bugün hanedan, kimseden bir iyilik, bir lütuf beklememektedir. Kendilerine yapılan haksızlığın telafisinden başka...

Sürgün kararı kaldırılmıştır ama onlarca insan sürgünde dünyaya gelmiş, burada yeni bir hayat kurmuştur. Şu halde sürgün fiilen devam etmektedir. Bu, Türkiye’nin ve bu coğrafyada yaşayanların ayıbıdır. İnsanların, ailelerin, milletlerin geçmişindeki zulümler, bir şekilde telafi edilmedikçe, her türlü iyiliğe engel olur. Bu devlet de tarihindeki haksızlıkların kefaretini ödemeden geleceğe ümitle bakamaz.

El konan malların iadesi veya tazmini en başta yapılması gereken şeydir. Bu olana kadar, her hanedan mensubuna bir ev ve Türkiye’de geçinebilecekleri kadar maaş tahsis etmek millî bir borçtur. Bu işi yürütmek üzere bir vakıf kurulması ve devlet imkânlarıyla desteklenmesi en münasibidir. Böylece hanedanın zorluk içinde olanlarına el uzatılmış olur. Yeni nesiller, Türk-İslâm kültürü içinde yetişir ve evlenir. Yaşlılar, vatanlarında huzur içinde hayatlarını geçirir; vefat edince de ailenin şanına yakışan bir şekilde cenazesi kaldırılır. Milletin başındaki bu uğursuzluk da belki kalkar.