OSMANLICA MI? TÜRKÇE Mİ?
Osmanlıca, Türkçe’dir. Bu coğrafyada yaşayan Türklerin ata lisanıdır. Bugünki lisandan farkı harfleridir. Bir de uydurukça kelimelerin bulunmaması...
Türklerin, Müslümanlığı kabul etmeden evvel, iki çeşit alfabe kullandığı malumdur. Birisi, 38 harfli Göktürk alfabesidir. Sağdan sola yazılır. Runik harflerden müteşekkildir. 8.asırdan kalma Orhun Kitâbeleri bu harflerle yazılıdır. Bu Soğd asıllı alfabe, sadece elitler tarafından kullanılmış değildir. Nitekim Talas vadisinde, bir Türk köylüsünün taş üzerine yazdığı bir kitâbe bugüne kadar gelmiştir. Diğer Türk boylarına göre daha fazla yerleşik hayat yaşayan Uygurlar, 16 harflik bir alfabe kullanmışlardır. İranlı Mani’nin (215-256) tertip ettiği bu alfabe, Uygurlarca geliştirilerek kullanılmıştır. Bugün Uygur alfabesi olarak bilinen 16 harflik bu yazı, Göktürk alfabesi kadar gelişmiş değildir. Ancak kâğıt ve matbaayı bildikleri için, bu alfabe ile günümüze çok sayıda eser intikal etmiştir.
Kargacık burgacık
Sâmi/Arab yazısı, dünyanın en eski yazılarındandır. Bu hâliyle ilk kez Hazret-i İsmail’in kullandığı rivayet edilir. Hiyeroglif ve çivi yazısı dışındaki bütün yazıların menşei, bu alfabeye dayanır. Türkler, Müslüman olduktan sonra, Arab/İslâm yazısını kullandılar. İranlılar gibi, bunu lisanlarına adapte ettiler.
Arapça’da bulunmayan pe, çe ve je harfleri, bu iki kavmin alfabesinde mevcuttur. Asırlarca Arabî ve Fârisî kelimelerin de tabiî bir şekilde girişi sebebiyle, Arap yazısı, Türkçe’nin doğru bir şekilde yazılmasına imkân veren millî bir alfabe hâlini almıştır.
1 Teşrinisani (Kasım) 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun, Arap alfabesi denilen bin yıllık Türk harflerinin kullanılmasını yasaklamış; bu yasağa aykırı hareket edenlere cezâ getirilmiştir. Eski harflerle kitap, gazete, dergi, ilan, tabela yasaklanmıştır. Kraldan çok kralcılar, kütüphanelerden, şahısların ellerinden eski Türkçe eserleri toplayıp imha etmek suretiyle coşkularını göstermiştir. Milyonlarca kitap ve vesika, Peyami Safa’nın tabiriyle “inkılâp yobazları”nın gaddar ellerinde yok edilmiştir.
Kuleli Askeri Lisesi hocalarından merhum Şefik Can, talebeliğinde askeri lise kumandanı albay Cemal Bey’in, mektep kütüphanesindeki bütün eski yazılı kitapları harf inkılabı heyecanıyla bahçede kazdırdığı bir kuyuya doldurup yaktırdığını, kumandan ayrıldıktan sonra kendisinin ateşe atılıp iki tane kitabı kurtarabildiğini anlatır. (Hatıralar, s. 198)
“Kargacık burgacık” diye alay edilen Arap yazısının aksine, Latin alfabesi, Türkçe’deki pek çok sesi, meselâ sağır nun diye bilinen nğ harfini vermez; kaf ve kef ile ha, hı, he harfleri, yalnızca birer harf ile yazılır. Böylece zengin Türkçe hayli gerilemiş; yazıldığı gibi konuşulan fakir ve basit bir lisan olmuştur.
Kanunda bahsedilen Türk harfleri, Göktürk veya Uygur değil, düpedüz Latin harfleridir. Türk milletinin gönül rızasıyla benimsediği bin yıllık Arap alfabesi, Türk harfleri sayılmamış; ama halkın “kilise harfleri” diye andığı, hatta “Lâdin harfleri” diyerek aşağıladığı Latin harfleri, bir gecede Türk harfleri sayılmıştır.
Osmanlı Devleti bir imparatorluktur; çeşitli halklar kendi lisanlarını konuşur. Ama devletin yazışma lisanı, Türkçedir: Lisân-ı Türkî. 19. asırda doğan Osmanlıcılık cereyanı mensupları, buna Lisân-ı Osmânî adını vererek dil birliğini müdafaa etmişlerdir. İnkılâpçıların, Osmanlıca adını vererek, güya eski rejimin diğer unsurları gibi aşağılamak istediği Arap/İslâm yazısına yaşlılarımız, Eski Türkçe derlerdi.
Osmanlıcanın, Latin harflerine göre zorlukları vardır, avantajları da vardır. Bazı harfler yazılır, ama okunmaz; bazıları yazılmaz, ama okunur. Fransızca gibi Avrupa lisanları da yazıldığı gibi okunmadığı için, alfabeyi bilenler için bile doğru okunması çok zordur. Osmanlıca, bu dili bilen ve alışan bir kimse için matematik gibidir. Bazı formüller kafaya yerleştirildiği zaman iş kolaylaşır.
Harfler birbirine bağlı olduğu için stenografiktir; hızlı not tutmaya uygundur. Aziz Nesin’den Kenan Evren’e, umulmayacak kimseleri bu harflerle not tutarken gördük. Harfler yuvarlaktır, gözleri yormaz. Bu sebeple eskilerde gözlük takan sayısı azdı. Çeşitli yazı türleri çıkarılabilir, sanata elverişlidir. Şifreli yazı yapılabilir.
Sağdan sola yazıldığı için insan dengesine uygundur. İbrani, Süryani, Hind, Göktürk, Uygur, Japon ve Çin alfabeleri de sağdan sola yazılır. Bir tek Latin alfabesi soldan sağadır. Yemen’de, okuma ve yazmanın beraber öğretildiği bir usul sayesinde, okur-yazar olmayan yok gibiydi. 1862’den sonra kurulan ilkmekteplerde bu usul tatbik olundu.
Okur-yazar nisbeti
Cumhuriyet istatistikleri 1927’de okur-yazar nisbetini % 8,1 verir. Fakat 1903 Maarif Salnamesi’ne (yıllığına) göre, nüfusun %5’i ilkmektebe devam etmektedir. Şu halde yeni rejimin verdiği nisbet, sadece ilkmektebe devam edenler kadardır. Geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği düşünülecek olursa, okur-yazar nisbeti %50’den aşağı olamaz. 1890’da okur-yazar nisbeti, Rusya’da % 17’dir. İspanya, %39; İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika’da %89,3; İngiltere, %92 okuryazara sahiptir. Bizde okumuşların, 1911-1922 arası cephelerde eritilmesi bir yana; harf inkılâbı sayesinde “okur-yazar” kitle, bir günde “okumaz-yazmaz” hâle gelmiştir.
Türkiye’de okur-yazarların nüfusa nisbeti, 1935’de %15; 1960’ta %32; 1970’te %46’dır. Bu da yeni harflerin okur-yazar nisbetini arttırmakta yetersiz kaldığını gösterir. Nisbetin düşük olmasının sebebi, Arap alfabesinin zorluğu ve imkânsızlıklar değil; okuma-yazma istek ve ihtiyacının bulunmamasıdır. Zira normal zekâlı bir insan 3 ayda okuma ve yazmayı öğrenir. Arap alfabesinde bu müddet, Latin alfabesindekinden daha uzun değildir.
Nitekim İsmet İnönü hatıralarında (II/223) hülasaten der ki: Harf inkılâbının tek maksadı okuma yazmanın yaygınlaştırılmasını temin değildir. Kültür değişmesini kolaylaştırmaktır. Türk dilini ve milli kültürü kurtarmaktır. Halk ister istemez Arap kültüründen [yani Kur’an-ı kerim ve İslâmiyetten] kopacaktır. Yeni nesiller Arap kültürü ve dilinin tesirinden kurtulacaklardır. Zeki Velidi (Togan), Tarihte Usul kitabında der ki: “Latin alfabesinin kabul eylemeleri, Şarklıların, maneviyat sahasında dahi Batının rehberliği altında kalmalarını sağlayacaktır.”
Osmanlılar zamanında câmi olan her köy ve mahallede bir hoca, dolayısıyla bir ilkmektep vardır. Erkek ve kız çocukların buraya gönderilmesi mecburidir. Osmanlı yâdigârı binlerce yaşlı insan ile görüştüm; okur-yazar olmayana rastlamadım. Osmanlı coğrafyasında okur-yazarlık nisbetinin düşük olduğu iddiası, inkılâbı haklı göstermek için yapılmış normal bir propagandadır. Ama böyle diyen tarihçinin, devletçe neşredilen ve kendisinin de editörlerinden olduğu resmî istatistik kurumu verilerine bir daha göz atması tavsiye edilir.
Millet Mektebi 1928
Önceki Yazılar
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024
-
Türkiye ve İngiltere Hattında KAYIKÇI KAVGASI7.10.2024
-
ZAMAN SANA UYMAZSA SEN ZAMANA UY!30.09.2024
-
TÜRKLERİN BİNLERCE YILLIK HUKUK ve ADALET MACERASI23.09.2024
-
93 HARBİ FACİASINA BÜROKRASİ SEBEP OLDU16.09.2024