KAZAN DEVRİLDİ, SÖNDÜRDÜ OCAĞI!

Tarihin en parlak ordularından yeniçeri ocağı, ateşli silahların yayılmasından sonra fonksiyonunu kaybetti. Zamanla da bozuldu. Nice padişahları harcayan ocağı tarihten silmek, Sultan II. Mahmud’a nasip olmuştur.
8 Aralık 2014 Pazartesi
8.12.2014

Osmanlı kara ordusu, kapıkulu ve eyalet askerleri olmak üzere iki sınıftı. Eyalet askerleri, tımarlı sipahilerin yetiştirdiği hafif süvari birlikleri idi. Kapıkulu askerleri ise profesyonel, ücretli atlı ve piyade hassa ordusu idi. Piyadelere yeniçeri adı verilirdi. Asırlarca, nice zaferlerde büyük payı olan, parlak yeniçeri ocağı, XVI. asır sonlarından itibaren bir bozulmaya maruz kalmıştır.

Yeniçeri ocağının kuruluşunda rivâyete göre Hacı Bektaş Velî (veya ona mensup bir zât) bu orduya dua ederek yeniçeri adını verdiği rivayeti uydurmadır. Çeri, asker demektir. İlk zamanlarda fethedilen yerlerdeki halkı İslâmiyete ısındırmak için orduda Bektaşî dervişleri bulunurdu. Bu, yeniçeri ocağında Bektaşî kültürünün hâkimiyetini doğurmuştur. Zamanla bazı Bektaşî tekkelerinin, İran ajanlarının faaliyeti neticesinde hakiki hüviyetinden uzaklaşması, ocağa da aksetmiştir.


Sultan II. Mahmud (Tablo-Hippolite Berteaux)

Padişah kanının tadı

Bazen bürokratları ve bazen de ilmiye sınıfını yanlarına almak suretiyle hükûmet darbeleri yapmış; padişahların tahttan indirilmesinde; hatta katledilmesinde mühim bir rol oynamıştır. Bazı nüfuz grupları tarafından kullanılan yeniçeri ocağı, devlet içinde devlet hâline gelmiş; padişah ve hükûmetler buna söz geçiremez olmuştur. Ehli olmayanlar ocağa alınmış; askerlikle alâkalı olmayanlar, yeniçeri sıfatıyla gezmeye başlamıştır.

Kuruluşunda sayısı 4000 olan bu profesyonel hassa askerinin sayısı, XVII. asır ortasında 100 bini bulmuştur. Kışlalarda oturmayanlar, yasak olduğu halde evlenip esnaflık yapanlar az değildir. Sefere gitmemiş; yahud gittikleri seferden de firar etmişlerdir. Ölmüş yeniçeriler bile sicilde hayatta gösterilip maaşları tahsil olunmuştur. Bu vaziyeti gören padişahlar yeniçeri ocağını ıslâh etmek, bu kâbil olmazsa kökünden kaldırmaya teşebbüs etmişlerse de, her seferinde ocak isyan edip bu teşebbüsleri akim bırakmıştır.

XVII. asırdan itibaren savaş tekniğinin değişmesi ve ateşli silahların yayılması üzerine, vaziyetin erken farkına varan Sultan II. Osman, Anadolu’ya geçerek, gönüllü asker esasına dayalı bir ordu kurmak istedi. 18 yaşındaki padişahın niyetini haber alan asker, kendisini tahttan indirip feci bir şekilde öldürdü. İlk defa bir padişah tahttan indiriliyordu.

Sultan İbrahim, Sultan III. Ahmed Sultan II. Mustafa, yeniçeri isyanları ile tahttan indirildi; nice vezirler, yeniçeri palaları altında can verdi. Orduda ıslahat yapmak isteyen Lale Devri sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, yeniçerilerin şerrinden kurtulamayıp bu yolda hayatını verdi.

Sonra gelen padişahlar, yeniçeri ocağına dokunmayarak, teknik yenilikler yapmakla iktifa ettiler. Ancak padişah kanının tadını alan yeniçerilerin, artık kimseden pervası kalmadı. Esnaf, haraca bağlandı. Kimse korkusundan sokağa çıkamadı. Asker şerrinden hiç İstanbul’a gelmeyip, Edirne’de hüküm süren padişahlar oldu. Bulundukları şehirlerde ordugâhı bile yağmaladıkları görüldü.

Nizam-i Cedid

Yeniçerilerin Rus harblerindeki aczi üzerine, Sultan III. Selim, Nizam-ı Cedid adıyla yeni bir ordu kurdu. Avrupa’nın en güçlü ordusuna sahip Fransa’dan talim ve topçu subayları getirtti. Bu ordu, Suriye’ye saldıran Napolyon ordusunu Akkâ önünde yenerek rüşdünü ispatladı.

Ancak âkıbetlerinin iyi olmadığını hisseden yeniçeriler, yeni usul talimin “gâvur âdeti” olduğu yaygarasıyla ayaklandı. Ardında Rus tahriki bulunan bu isyan neticesinde, padişah tahttan indirildi ve feci şekilde katledildi. (Enteresandır ki, sonraları da asker, konjonktürden her rahatsız olduğunda, “rejim tehlikede” sloganıyla darbeye kalkışmıştır.)

Bu padişahın yetiştirdiği Sultan II. Mahmud, tahta çıkınca, tarihten ders aldı. Sessizce zamanı kolladı. Yeniçeri ocağı kaldırılmadıkça, memleketin selâmet bulamayacağını anladı. Bu padişah zamanında yeniçeriler defalarca isyan ettiler. İstanbul’da yangınlar çıkardılar.

Sancak-ı şerif çıkarılıyor

Padişah, Eşkinci Ocağı adıyla yeni bir ordu kurdu. Bir yandan da yeniçeri ocağı içinden bazı subayları elde etti. Bunları davet edip, modern silahlarla yeni usul talime yeniçerilerin ne diyeceğini sordu. Onlar müspet cevap verdiler.

Padişah, ertesi günü devlet erkânını şeyhülislâmın konağında topladı. Veziriazam Selim Paşa, Rumeli Sahilleri Muhafızı Hüseyin Paşa, Anadolu Sahilleri Muhafızı İzzet Paşa, Hekimbaşı Behçet Efendi ve başkaları da hazır bulundu. Toplantıya katılanların ekserisi, kaldırmak yerine ocağın ıslahını teklif ettiyse de, padişahın hislerine tercüman olan reisülküttabın tesirli konuşması ve vaktiyle Sultan III. Selim’in başına gelenler, herkesi iknâya yetti.

Modern silahlarla yen usul talime dair hatt-ı hümayun ve layiha okundu.  Layihada yeniçeri ocağının nasıl bozulduğu ve nasıl ıslah edileceği anlatılıyordu. Askerî ıslahatta yeniçerilerden istifade edilecekti. Ocak yeniden dizayn ediliyor; lojistik, izinler, disiplin cezaları, nöbetler, üniformalar, maaşlar, tekaüt ve malüllere dair hükümler getiriliyordu. Bu fermana uymayanların taziren cezalandırılacağına dair fetvâ da buna eklendi. Mecliste hazır bulunanların hepsi layihayı imzalayıp mühürledi. Şeyhülislâm Tahir Efendi’den fetvâ alındı.

Layiha Ağa Kapısı’nda yeniçerilere okundu. Bir kısmı layihaya boyun eğerken, bir kısmı seslerini çıkarmadan dinlediler. Keyfiyet, bütün İstanbul halkına da ilan edildi. Ancak ocak, için için kaynamaya başladı. 1826 Haziran ayının 3.günü isyan bayrağını kaldırdılar. “Yeni usul talimi istemezük. Biz, testiye kurşun atar, keçeye pala sallarız” diye saraya küstahça ültimatom gönderdiler.

Ağa Kapısı’na girip yağmaladılar. Yeniçeri Ağası saklanarak kurtuldu. İsyancılar Bâbıâli’ye yürüyüp yağmaladılar. Fetvâyı yazıp layihayı mühürleyenlerin peşine düştüler. Dükkânlar kapanmış; evlerine çekilmiş halk, olanları seyrediyordu. Sancak-ı şerif çıkarılarak, zorbalara karşı cihad ilan edildi. Padişah, sefer kıyafeti kuşanıp, küçük yaştaki oğlu Şehzâde Abdülmecid Efendi ile vedalaştı.

Yeniçeri zabitleri

Bir yandan padişaha sadık topçu, lağımcı ve kalyoncu birlikleri kışlaları topa tuttu. Diğer yandan medrese talebeleri ve asırlardır yeniçerilerin elinden bizar olmuş halk, eline geçirdiği silahlarla bu cihada iştirak etti. Direniş kırılıp teslim olanlar, Sultanahmed Meydanı’ndaki divanhaneden alelusul muhakeme olunup idam edildiler. Kaçmaya çalışanlar katledildi; bazılarının cesetleri denize atıldı. Saklanmaya çalışan yeniçeriler, bir zamandır âdet edindikleri dövmelerinden tanındı. Dövmesini kazıtanlar bile canını kurtaramadı. Yeraltı dehlizlerine saklanan veya bir kayığa atlayanlar hayatta kalabildi.

O zaman İstanbul’da 10 bin yeniçeri vardı. Bu hâdise sırasında ölenlerin sayısı 3 bin kadardır. Şehirlerdeki yeniçeriler de aynı âkıbete uğradı. Yeniçerilere ait mezartaşları bile kırılmış; bugün Aksaray meydanının yerindeki kışlalar, yerle bir edilmiştir. Kışlalarda, uygunsuz kadınlar ve ölü ceninler bulunduğu rivayet edilir.

15 Haziran 1826 tarihinde vuku bulan hâdiseye Vak’a-i Hayriyye (Hayırlı Vak’a) adı verilir. Sapına bir değnek geçirilmiş yemek kazanını sırtladıkları için, yeniçeri isyanlarına “kazan kaldırma” denirdi. İzzet Molla, bunu telmihen, “Kazan devrildi söndürdü ocağı” mısraıyla tarih düşürmüştür.

Yeniçeri ocağı ile birlikte anılan Bektaşî tekkeleri kapatılarak, babalar tashih-i akâid (itikat düzeltmek) üzere Birgi, Hâdım gibi ilim merkezlerine sürgün edildi. Tekkeleri, tarihi silsile itibariyle en yakın tarikat olan Nakşibendîlere verildi. Bu hâdise, Bektaşîlerin, Nakşîlere karşı kin duymasına sebep oldu. İttihatçılar devrinde, intikamlarını korkunç bir şekilde aldılar. Devletin iflasını ilan ederek 93 Harbi felâketine yol açan ve Rus yanlısı olduğu için Nedimof diye tanınan Nedim Paşa ve son felâketin mimarlarından Talat Paşa Bektaşî idi. Sultan Mahmud’a “gâvur padişah” diyenler de Bektaşîlerdir.

Osmanlıların son zamanlarında mehter takımına dahil yeniçeriler

Yeniçeri ocağını hatırlatan her şeye alerji duyulduğu için, altı asırlık Mehterhâne de lağvedildi. Hâdisenin en üzücü tarafı budur. Hâdisenin en üzücü tarafı budur. Padişahı desteklediği halde, sipahi ocağı da lağvedilmiştir.

Henüz muntazam bir ordu kurulmadan yeniçeri ocağının kaldırılmasını bazı tarihçiler tenkit eder ve 1828 Rus mağlubiyetini delil gösterirler. Halbuki, ocak kaldırılmadan evvel vuku bulan harblerin hepsi, felâketle neticelendiğini gözden kaçırırlar. Nitekim Yunan İsyanı’nda hiçbir varlık gösterememişler; padişah Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’dan yardım istemiştir. Ocak kalsaydı da değişen bir şey olmayacaktı.

İsyana katılmayan sâdık birliklerden, hemen “Asâkir-i Mansure-i Muhammediyye” adıyla yeni bir ordu kurulmuştur. Sultan II. Mahmud, memleketi uçurumun kenarından alan çok büyük bir padişahtır. Bu muvaffakiyeti sebebiyle, “Devletin İkinci Kurucusu” diye anılmıştır. Onun ıslahatı, elzem ve millî bünyeye uygundur.

Yeniçeriler, vicdanlarda o kadar derin bir yara meydana getirmiştir ki, sancak açıldığı zaman, halkın topyekûn bu kıyıma iştirak etmiştir. Padişah, elbette bundan başka bir yol bulamamıştır. Nitekim bir uzuv iltihaplanınca, ilaç verilir. Kangrene çevirirse, o uzuv kesilir; yoksa bütün vücudu mahveder.

Bu hâdisenin benzerine bir asır evvel Rusya’da da rastlanır. Çar Büyük Piyotr, Yeniçeri Ocağı’na çok benzeyen ve streltsiy (tüfekçi) denilen askerî sınıfı ortadan kaldırmıştı. Yeniçeri ocağı kaldırılmış; ama elinde silah tutan gücün, siyasete müdahale etme geleneği bitmemiş; Sultan Abdülaziz ve Sultan II.Abdülhamid, askerî komplolarla tahttan indirilmiştir.


Mustafa Kemal, Sofya'da bir kostümlü baloda yeniçeri kıyafetiyle