OSMANLI HÂKİMİ KİMDİR?

Kadıları tayin etmeye hakkı padişahtadır. Ancak o bile kadıların işine müdahale edemez; emir veremez.
14 Mayıs 2014 Çarşamba
14.05.2014


Kadıları tayin etmeye hakkı padişahtadır. Ancak o bile kadıların işine müdahale edemez; emir veremez.

Osmanlı Devleti, Osman Gazi’nin Dursun Fakih’i Karacahisar’a kâdı tayin etmesiyle kuruldu. Adliyenin başında kazasker vardır. Rumeli’dekileri, Rumeli kazaskeri; Anadolu ve Arabistan’dakileri, Anadolu kazaskeri seçer; padişahın tasvibiyle tayin ederdi. Sultan Kanuni’den sonra pozisyonu güçlenen şeyhülislâm, kadıların tayinini de eline aldı.

Kâdı, kazâ, ayni yargı ile uğraşan zâta denir. Lisanımızda kâdı’ya dönüşmüştür. Kazasker de kâdı-asker’den gelir. Asker kâdısı, yani askerî sınıf denen ve hazineden maaş alan bütün memurları muhakemeye salâhiyetli kâdı demektir. Şimdiki Adalet Bakanı, HSYK, Yargıtay ve Danıştay reisi pozisyonundadır.


Rumeli ve Anadolu kazaskerleri

Kimse emir veremez
Din ve fen bilgilerinin okutulduğu medreselerin yüksek kısmından mezun olan genç, kadı olmak istiyorsa, kazasker divanında staja başlar. Staj bitip, müsait bir kadılık boşalınca tayin edilir. Kadılık müddeti 2 senedir. Mekke, Medine gibi kadılıklardı bu müddet 1 senedir. Kadıların halk ile içli dışlı olması istenmez; hem de herkese sıra gelmesi düşünülür. Zaman bitince, kadı merkeze döner; yeni bir yere tayinini bekler. Bu arada teoriğini geliştirir; medresede ders verebilir. Yüksek kadılıklar için, hukuk doktorası şarttır.

Mecelle der ki: “Hâkim, hakîm (hikmet sahibi), fehîm (anlayışlı), müstekîm (doğru yolda), emîn, mekîn (oturaklı), metîn (sağlam); mesâil-i fıkhiyyeye ve usûl-i muhakemeye vâkıf (hukuk ve usul kâidelerini bilen) ve deâvi-yi vâkıayı onlara tatbikan fasl ve hasma (dâvâyı bunlara göre çözebilecek); ayrıca temyiz-i tâmme muktedir (tam ehliyetli) olmalıdır.”

 


Kadı ve davacılar

Kadı, herkesin her türlü davasına bakar. Salahiyetli kadı, davalının ikâmetgâhı kadısıdır. Taraflar bir araya gelmeden dava başlamaz.  Kanunî Sultan Süleyman Kanunnâmesi’ndeki bir madde dikkat çekicidir: “Cinâyetler karşılığında verilecek cezalar bakımından, sipahi ve halk, şerefli ve aşağı kimseler müşterekdir. Bunlardan her kim bu suçlardan birisini işlerse, karşılığında tayin olunan cezayı alır.” Bu ibare, kanun önünde sınıf ve mevki farkı gözetilmeksizin ferdlerin eşitliği prensibinin Fransız İnkılâbı’ndan çok evvel Osmanlı Devleti’nde mevcut olduğunu göstermektedir.
Osmanlı kâdıları, ekseriya Türk menşeli ve çoğu ilmiye âilelerindendir ve hep eşit statüdedir. Aralarında hiyerarşi yoktur. Padişah kâdıları tayin etmeye salâhiyetdar olmakla beraber, onların işlerine müdahale edemez; emir veremez. Kadı, Hanefî mezhebine göre karar verir. Gerekirse başka mezheplerden naip tayin eder; bunun verdiği hükmü imzalar.

 


Osmanlı Kadısı

Maaş almaz
Adalet dağıtmak, ibadet olarak görüldüğü için, kadılar, maaş almaz; fahri çalışır. Yıldırım Sultan Bayezid zamanında, hediyenin önüne geçmek üzere, kadılara mahkeme harçları tahsis edildi. Dava sayısı, dolayısıyla hâsılatı yüksek olan mahkeme, rütbece de yüksektir. Tanzimat’tan sonra kadılara maaş verilmeye başlandı.

Mahkeme binası yoktur. Kadılar, evde, câmide, hatta çarşıda davalara bakabilir. Meselâ İstanbul Kâdısı, Edirnekapı'da oturuyorsa, İstanbul Mahkemesi buradadır. Ertesi sene kâdı Ayasofya'ya taşınsa veya yeni bir kâdı tayin edilse ve evi de Ayasofya'da olsa, İstanbul mahkemesi artık burasıdır. Tanzimat’tan sonra kadılar hükümet konaklarında vazife yapmaya başladılar.

Kadı, mahkemede taraflara eşit muamele eder. Onlardan hediye kabul edemez; ziyafetlerine gidemez. Dava esnâsında başkalarının anlamadığı dilde konuşamaz; kaş-göz işareti yapamaz; yakınlarının lehine, hasımlarının aleyhine hüküm veremez. Anlayış kudretini azaltan korku, hiddet, açlık ve susuzluk hallerinde, hatta lodosta, davaya bakamaz. Kaba, sinirli, inatçı ve kibirli davranamaz. Resmî geliri varsa, ticaret yapamaz. Mahkemede kimseyle şakalaşamaz. Dâvâ bitmeden taraflardan biriyle yalnız kalamaz. 


Amerikan sefiri Samuel Cox'un kaleminden 19. asırda Osmanlı kadısı

Mahkemelerde, âdil karar verildiğini ve aleniyeti tesbit maksadıyla, şühûdül-hâl adında en az iki kişi hazır bulunur. Kadı, verdiği kararı sicil defterine işler. Kadıların maaşını bizzat verdiği kâtipleri ve davanın nizamını temin eden mübaşirleri vardır. Davalar ve mevzuat karmaşık değildir. İki celse süren dava nâdirdir. Karar verilince, polis vazifesi yapan subaşıya hüküm icra ve infaz ettirilir. Eğer bedenî ceza varsa, padişah tasdik etmeden yerine getirilmez. Kâdı, eğer adalete aykırı hareket etmiş, töhmet altında kalmışsa, teftiş edildikten sonra, padişah tarafından azlolunabilir. Gerekirse cezalandırılır. Verdiği zarar da tazmin ettirilir.


Son devirde bir Osmanlı kadısı

Şehrin efendisi
Kâdı’nın tek vazifesi dava dinlemek değildir. Bulunduğu yerin mülkî âmiri ve belediye reisidir.  Yetim, vakıf ve müflislerin mallarına, çarşı-pazarda fiyatlara nezâret eder. Kimsesiz küçük kızları evlendirir. Vekâlet, vakıf, nikâh gibi akidleri noter gibi tescil eder. Şehrin temizliğini kontrol eder. Câmilere imam ve hatib tayin eder. Harb esnasında, kadıların işi artar: Ordunun geçeceği yerdeki işlere, kadılar nezaret eder.

Kalpazanlığı ve dilenciliği önler; paranın alım gücünü korur. Su işlerini, esnafı, fuhuş, içki, kumar yasağını, sağlık işlerini, kaldırımların tâmirini, hırsızlık ve yangına karşı tedbirleri, amele ücretlerini, resmî fiyat haddi olan narhı, nakil vasıtalarını, bina inşaatlarını, esnafa mal dağıtımını, mahallelerde kefilsiz kimsenin oturmamasını teftiş eder. Devlet imalâthâneden başka yerde silâh yapılmaması, şehre gelen gemi ve kayıkların muayyen limanlardan başka yerlere yanaştırılmaması, ihrâcı yasak eşyânın memleket dışına çıkarılmasının engellenmesi, halkın sıkıntı çekmemesi için bazı gıda maddelerinin depolanması kadının vazifesidir. Kâdı, bunların bir kısmını doğrudan doğruya kendisi görür; yahud da nâiblerine (yardımcılarına) gördürür.