Bir “âb-ı lezîz” hikâyesi
SUYA VERİLEN PARAYA ACINMAZ!

Su, tarih boyu, insanlığın en mühim meselesidir. Meraklısı alıştığı iyi suyu uzaklardan getirtmiş; bey, kızını Ferhad’a vermek için dağı delip su getirmesini şart koşmuştur.
19 Mart 2014 Çarşamba
19.03.2014

Yemekle beraber, Garplılar şarap içip, “Suyu inekler içer” diyedursun; Şarklılar iyi sudan vazgeçmez; “Yemekle beraber içilen su, midenin debbağıdır” derler. Ama yemeğin hemen öncesinde veya sonrasında su içmek, hazma zararlı olduğu için tasvip edilmez.

Suya verilen paraya acınmaz.  Suyun içimi hafif ve hoş olması; mideye ağırlık vermemesi, şişkinlik yapmaması aranır. Ortaçağ’da, mikrop üremeye elverişli olan durgun su kullanılması, üstelik hijyene dikkat edilmemesi, sâri hastalıklara yol açardı. Bu sebeple, Avrupalılar, temizlik yerine; içinde mikrop yaşamadığı için şarabı tercih etmişlerdir.

Su eksperi

Su, bir alışkanlık meselesidir. İnsanlar, alıştıkları suyu içerler. Su meraklıları uzak yerlerden, fıçılarla su getirtir. 

İstanbul’da Beykoz’un Kaymakdonduran, Karakulak, Elmalı, Sırmakeş; Kâğıthane’nin Hamidiye; Alemdağı’nın Taşdelen, Sarıyer’in Çırçır, Hünkâr; Büyükdere’nin Sultan; ayrıca Yakacık ve Çamlıca’nın suları meşhurdur. 

Ağzının tadını bilenler, bunlar arasındaki lezzet farkını ayırd eder; her suya dönüp bakmaz. Moltke der ki (1836): “Bizde şarap eksperleri nasıl tadarak şarabın bağını ve yılını keşfederlerse, bir Türk de bir içim suyu tadınca, şu veya bu pınardan geldiğini, Çamlıca’dan mı, Bugurlu’dan mı, Kestane suyundan mı Sultan suyundan mı alındığını söyler.”

Meşhur edebiyatçı Ahmed Midhat Efendi’nin Beykoz’taki bahçesinden iyi su çıkar; bunu satardı. Kayışdağı ve Hamidiye suyu, çeşmelerle şehre dağıtılırdı; ama ikinci sınıf sulardı. Halkalı’nın suyu boldur; fakat içimi iyi değildir. 

Namık Kemal İntibah romanında, “Feyyaz-ı kudret, âlemde âb-ı hayat icadını irade etmiş olsaydı, o şerefi Çamlıca suyuna verirdi” der.

Geçen asırda Bursa Çekirge Hamamı

Kuyusuz ev

Evlerde su yoktur. Herkes sakaya abonedir. Saka, çeşmeden doldurduğu suyu, sırtındaki meşin tulumlarla evlere taşır. Suyu, evin avlusundaki küpe boşaltır; aybaşında hesaplaşmak üzere kapıya tebeşirle bir çentik atıp gider. İyi suların sakaları ayrıdır. Bunlar menbalardan doldukları damacanaları, at arabalarıyla mahallelere getirir.
Çok evde kuyu veya yağmur suyunun biriktirildiği sarnıç bulunur. Bu sular ancak kullanmaya yarar. Bir de yiyeceklerin sarkıtılıp serin muhafazasına. Göztepe tarafında bahçe içinde ev alan birisi, misafirini gezdirirken, “Evin bir kusuru var; kuyusu yok” deyince, “Kuyu olsaydı kemâl olurdu; ama her kemâlin, bir zevâli var” cevabını alıyor.
İstanbul’da 1874’te sonra Terkos şirketine imtiyaz verilmiş; evlere su bağlanması böylece başlamıştır. Diğer şehir ve kasabalarda evlere su bağlanması 1950’lerden sonradır.

Su mühendisliği harikası su bendleri

Akarsu pislik tutmaz

Köylük yerler neyse de, şehirlerin su ihtiyacı hep bir meseledir. Onun için nüfus hep sabit tutulmaya çalışılır. İstanbul’da ta Bizans zamanından beri Istrancalardan, Kemerburgaz, Belgrad ormanları ve Halkalı’dan şehre su getiren kemerler yapılmış; Sultan II. Mahmud’a kadar her padişah yenilerini yaptırıp, eskilerini tamir etmiştir.

Bu kemerler zamanla yükseltilir; havuzlar yapılır; bazen alçaltılır; suyun sürati dengelenir. Dolaplarla daha yüksek yerlere aktarılır. Bazen su terazileriyle hızı kontrol altına alınır. Bunlardan ayakta kalanlar hâlâ şehrin sağında solunda görülebilir. Bizans sarnıçların meşhur iki tanesi Binbirdirek ve Yerebatan, bugün turistlerin ziyaret ettiği yerlerdir. İslâm kültüründe durgun su yerine; pislik tutmadığı için akarsu makbul görüldüğünden; Osmanlılar bu sarnıçları, bahçe sulamada kullanmıştır.

Su bendleri ile gelen su; taksim veya maslak denilen yerlerde dağıtılarak çeşmelere verilir. Mahallelerde bir meydan, bir de köşebaşı (sokak) çeşmesi vardır. Halk buradan suyunu doldurur. Yemek, içmek, çamaşır, yıkanma, temizlik hep bu suyla olur.

Su hayrı makbuldür. “Günahı çok olan, bol su dağıtsın!” emrine uyarak, üç-beş kuruş biriktiren, çeşme yaptırır veya susuz bir beldeye künklerle su getirtir. Onu da yapamayan, sıcak günlerde evinin ya dükkânının önünde gelip geçene serin su dağıtır. Kırlık yerlerde, yol kenarlarına tahta su olukları konur; gelip geçenin içmesi için yakında oturanlar içine muayyen aralıklarla serin su ekler.

 

Yerebatan Sarnıcı

Üsküdar su terazisi

Su gibi aziz

 “Âb-i lezîz” ve “nân-ı aziz” eski sofraların iki vazgeçilmezidir. Su ikram edene, “Su gibi aziz ol!” diye dua edilir. Yola gidenin ardından su gibi gidip gelmesi için su dökülür.

Dersini iyi ezberleyen, su gibi okur. Zorlu adamın suyuna gitmek lâzımdır. Kır atla yatan, ya suyundan alır; ya huyundan.

Öyleleri vardır ki, suya götürüp, susuz getirir. Bazen insan, sudan çıkmış balığa döner. Kimileri bir bardak suda fırtına koparır. Sulu limon makbuldür; sulu adam değildir. Suyun derin akanından, adamın yere bakanından korkulur.

  

Sokakta su dağıtan sebilci

Saka