“PADİŞAH OLANA HAZİNE GEREKTİR!”

Osmanlılarda biri devlete, diğeri padişaha ait olmak üzere iki çeşit hazine vardı. Padişahlar, muazzam hayır eserlerini kendi servetleriyle yaptırmışlardır.
19 Şubat 2014 Çarşamba
19.02.2014

Osmanlılarda biri devlete, diğeri padişaha ait olmak üzere iki çeşit hazine vardı.

Padişahlar, muazzam hayır eserlerini kendi servetleriyle yaptırmışlardır.

Osmanlı devlet hazinesine Hazine-i Âmire veya sarayın dış kısmında olduğu için Bîrûn Hazînesi (Dış Hazîne) denir. Topkapı Sarayı’nda orta avludadır. Başında defterdar bulunur. Padişahın da ayrıca bir hazinesi vardır. Buna Ceyb-i Hümâyun Hazînesi veya Harem-i Hümâyun Hazînesi denirdi. Sultan II. Mahmud’dan itibaren Hazîne-i Hâssa denmiştir. Hazîne kâtibi tarafından idare olunur.

Topkapı Sarayı hazine dairesi

Padişahın hususî hazînesinin gelirleri şunlardır:

1-Her ay Divan-ı Hümâyun’dan padişaha verilen 50 bin akçe;

2-Padişaha ait arazilerin kirâsı;

3-Padişah vakıflarının gelir fazlası;

4-Saray hasbahçeleri mahsulâtının satışından gelen hâsılât;

5-Para basma karşılığı alınan ücret;

6-Ganîmetlerin şer’an padişaha ait olan yirmişbeşte biri;

7-Bazı hususi mâdenlerin hâsılatı;

8-Padişahın kölesi statüsündeki devlet adamlarının vefatlarında vâris sıfatıyla padişaha bıraktığı miras;

9-Mısır’ın senelik gelirinden artan miktar;

10-Yüksek memurların tayininde ödenen harçlar.

Bu vesileyle padişahlar mühim mikdarda servet sahibi olmuşlardır. Sarayın hususi masrafları, câmi, çeşme gibi hayır eserleri, Hicaz’daki mübarek yerler için gönderilen hediyeler, surre alayının masrafları, liyâkat gösterenlere verilen atıyyeler, yabancı hükümdarlara gönderilen hediyeler; harem halkının maaşları hep buradan karşılanır.

Hazîne-i Hâssa'ya ait kömür madeni

“Altın keselerini sefer yerine kadar dizsem, yeter”

Önceleri iki hazine vardı. Sonraları fevkalâde harb masraflarını karşılamak üzere yine padişaha ait ve hazînedarbaşına bağlı İhtiyat Hazînesi kuruldu. Sarayın üçüncü avlusunda olduğu için Enderûn Hazînesi veya İç Hazîne denildi. Bu hazîneye, manevî değeri olan bazı eşya ile muharebelerde ele geçen bazı kıymetli şeyler, koşum takımları, hil’at ve kürkler ve vefat eden padişahın geride bıraktığı mallar da konuldu. Bu hazînenin muhafazası için Yavuz Sultan Selim zamanında ilk teşkilât yapıldı. Burada saklanan sikke ve külçeler, kıymetli eşya ve mücevherat, ihtiyaç duyulduğunda darphâneye gönderilerek para hâline getirilirdi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında iç hazîne gelen parayı almadığı için, Yedikule’de bir şubesi kuruldu. Sultan III. Murad zamanında İç ve Dış Hazîne dolu olduğu gibi; Yedikule dahi dolu idi.

Yavuz Sultan Selim'in mührü

İç Hazîne, her padişah tahta çıktığında, ayrıca ayda bir defa kethüdâ tarafından gözden geçirilir; eskilik gibi bir sebeple elden çıkarılması gereken eşya mezat yoluyla satılır. Sonra hazırlanan defterler mühürlenip padişaha takdim olunur. İç Hazîne, teberrüken (uğur sayılarak) Yavuz Sultan Selim’in mührüyle mühürlenir. Çünki bu padişah demiştir ki, “Benden sonra kim hazîneyi altın ile doldurursa, onun mührüyle mühürlensin. Aksi takdirde benim mührümle mühürlensin!”.


Soldan ikinci defterdar


Hazîne dairesine girmek ve mal çıkarmak merâsime tâbidir. İçeri toplu halde girilir; eller cebe sokulmaz. Padişah bile buradan bir eşya istediği zaman, aldığına dair makbuz imzalar; tekrar iade ettiğinde de makbuz alır. Sultan Vahîdeddin’in, okumak üzere aldığı ve mahfazası kıymetli taşlarla süslü Kıyâmetnâme adlı kitabı ve “o ay çalışmadığı” gerekçesiyle 14 bin liralık maaşını İstanbul’dan ayrılırken iade edip makbuzunu aldığı bilinmektedir. İç Hazîne, Cumhuriyetin ilânından sonra Topkapı Sarayı Müdürlüğü’ne bağlandı.

Hazine dairesindeki altın cülus tahtı


Hazine dairesinde Nadir Şah tahtı


Kaşıkçı Elması

Dış Hazîne’nin parası masraflara yetmezse, İç Hazîne’den ödünç alınır. Bu para karşılığında sadrazam, iki kazasker şâhidliğinde sened verir. Muharebelerden dolayı bu borç çok zaman kapanmamıştır. Parasızlık sebebiyle İç Hazîne’de bulunan ve şer’î sebeplerle kullanılmayan altın ve gümüş kaplar darphaneye götürülüp para kestirilirdi. 1768 ve 1787 Rus harblerinin başında padişah, “Altın keselerini sefer yerine kadar dizsem, yeter!” diyordu. Kaybedilen harb, hazinede bir şey bırakmadı.

Âdetâ bir holding

Sultan Hamid, başına Agop Paşa gibi uyanık ve itaatkâr kişileri getirdiği Hazîne-i Hâssa’yı akılcı yatırımlarla zenginleştirdi. Londra ve Paris gibi borsalarda hisse senedi ve tahviller alınıp satıldı. Fabrikalar, madenler, haralar bu hazîne sayesinde işletildi. Böylece Hazîne-i Hâssa, iktisadî kalkınmaya öncülük eden muazzam bir holding hâline geldi. Bazı imar işleri buraca üstlenildi. Dicle ve Fırat’ta gemi işletilmesi, Selânik ve Dedeağaç liman imtiyazları, birçok büyük şehirde petrol depoları, Selânik, İzmir, Bağdad ve Basra'­da umumî mağazalar kurulması, Musul ve Bağdad petrolleri ile Taşoz madenlerinin imtiyazı buraya aitti.

Hazîne-i Hâssa Nazırı Agop Paşa Kazazyan

Agop Paşa'dan sonra Hazîne-i Hâssa Nazırı olan Mikail Portakal Paşa

Saray ve hanedan masrafları buradan çıkar; Veliahd Reşad Efendi’nin maaşı bile buradan ödenirdi. Burası aynı zamanda tahsisat-ı mesture (örtülü ödenek) kaynağı idi. Yurt içi ve dışında Osmanlı Devleti aleyhindeki cereyanlarını önlemek üzere yeraltı faaliyetleri, istihbarat ve muzır görüldüğü için uzak yerlere tayin edilen şahıslara verilecek maaşlar buradan karşılanırdı. Kritik yerler, ezcümle Musul petrol havzası ile Filistin arazisi, padişah tarafından satın alındı. Böylece Sultan Hamid dünyanın en zengin hükümdarlarından birisi oldu.

Yıldız Sarayı yağması (1909)

İttihatçılar iktidara gelip Sultan Hamid’i tahttan indirince, Hazîne-i Hâssa’ya ait nakit ve mücevherleri yağma ettiler; gayrımenkulleri ise (nasıl olsa maliye elimizde deyip) devlet hazinesine geçirdiler. Herkes de bunları “halk dostu” diye alkışladı. Irak ve Filistin Cihan Harbi’nde işgal edilince, İngilizler, milletlerarası teamüllere uyarak, halkın elindeki hususî mülke dokunmadılar. Ama devlete ait olan topraklar, işgalci devletin mülkiyetine geçti. Böylece Musul ve Filistin gibi kritik yerler üzerinde hak iddia etmek mümkün olmadı. Sultan Vahîdeddin tahta çıkınca (1918), Sultan Hamid emlâkinden devlet hazinesine aktarılmış olan toprakları tekrar Hazîne-i Hâssa adına tapulattı. Yıldız Sarayı yağmasına iştirak edenler muhakeme olunup, hatta Ankara’ya kaçmış olan bir kısmının gıyabında mahkûmiyet kararı bile çıktı. Ama Ankara, İstanbul hükümetinin 1919’dan sonraki icraatlerini geriye dönük olarak meşru tanımadığını ilan ettiğinden dolayı, bu bir fayda temin edemedi. Hanedanın sürgünde sefâlete düşme sebeplerinden birisi de budur.

Sultan Hamid'e ait Musul petrol havzasında Irak Petrol Şirketi boru hattı döşüyor

Sultan Hamid'i banka gişesinde gösteren karikatür

 

Hazinenin başına gelenler

Yılmaz Öztuna anlatıyor:

“Topkapı Sarayı, tarih boyunca yangın ve yağma gibi iki büyük afetten, birçok hazinelerini zayi etmiştir. Diğer saraylardaki hazineler de öyledir. Bilhassa Dolmabahçe Sarayı’nın 1876 mayısındaki ve Yıldız Sarayı’nın 1909 nisanındaki yağmaları, iğrenç ve rezilanedir.

Topkapı Sarayı, tarihinin en büyük tehlikesini, Mütareke devrinde, Istanbul, düşman işgali altında iken geçirmiştir. VI. Mehmed’in Istanbul’da bulunması, Istanbul’un tarihi zenginliklerinin yağmasını engellemiştir. VI. Mehmed, 1922 kasımında Istanbul’dan ayrılırken, bazı ikazlara ve dışarıda zor durumlarda kalacağı söylenmesine rağmen, değil Topkapı Sarayı’ndan, Dolmabahçe ve Yıldız’dan bile değerli eşya götürmemiş, hatta babası Sultan Mecid’in murassa saatini makbuz mukaabili hazine’ye iade etmiştir.

Buna rağmen Topkapı Sarayı’ndaki eşya, XX. asır içindeki 3 nakilde zarar görmüş, hırpalanmış ve yıpranmıştır. Bunlardan birincisi, 1915 başında İttihadçılar’ın Saray Hazineleri'ni sandıklara doldurup bir müddet için Konya’ya göndermeleridir. Zira bu sırada Çanakkale’nin, düşmesi ve Istanbul’un işgali ihtimal dahilinde idi. Hatta Sultan Reşad’ı Istanbul’dan uzaklaştırmak istemişlerse de, padişah ağabeyi II. Abdülhamid’in Beylerbeyi Sarayı’ndan Dolmabahçe’ye, hiç bir yere kımıldamaması kesin tavsıyesi üzerinde; hükumeti dinlemiyerek, Istanbul’da kalmıştır. Birkaç ay sonra düşman Gelibolu’dan çekilmiş ve Istanbul’un düşmesi tehlikesi zail olmuştur.

İkinci nakil, 1922’nin son günlerindedir. Donanma kumandanı (sonradan Istanbul milletvekili) Albay Hamdi Bey, Mustafa Kemal Paşa’dan aldığı gizli bir emir üzerine, henüz İngilizler’in boşaltmadığı Istanbul’da Topkapı Sarayı Hazinesi’nin en değerli parçalarını gizlice sandıklıyarak Ankara'ya göndermiştir (Kazım Özalp, I, 238, T.T.K.). Zira bu sırada İngiltere’nin Türkiye'ye harb ilan etmesi ihtimali vardı. Türkler henüz İzmir’e girmiş ve birkaç gün önce de -saltanat’la hılafet’in ayrılması üzerine- VI. Mehmed Vahideddin, Istanbul’u terketmişti. Fakat ne savaş devam etti, ne de hazine’nin nakde çevrilip top tüfek alınması gibi bir facia oldu. Sonra Hazine, gene gizlice Istanbul’a götürülüp yerine kondu.

Üçüncü defa, İkinci Cihan Harbi başında Hazine, sandıklar içinde Ankara ve Konya’ya nakledildi. Almanlar’ın yıldırım harbiyle Istanbul’a girebileceklerine ihtimal verilen 1941 yılı mayıs ayı idi. Harbin sonunda Hazine, Istanbul’a iade edildi. Bununla beraber, gerek 1922, gerek 1941 taşımalarında bazı son derece değerli mücevherlerin Ankara’da bırakıldığı; bu mücevherlerin Devlet hesabına Merkez Bankası’nın gizli kasalarında olduğu bize söylenmiştir; İş Bankası kasalarından da bahsedilmiştir. (Büyük Türkiye Tarihi, 8/253)

Mihr-ü Mah Sultan’ın böyle akıl almaz değerdeki bir elbisesi, Topkapı Sarayı’nda saklanmıştır. Bu elbise, bir maskeli baloda, XX. asırda, devrin kudretli bir şahsiyetinin gözdesi bir hanım tarafından giyilmiştir. Üzerinde pırlanta ile II. Abdülhamid’in inisyalleri işlenmiş bir mücevher kutusunun da bu hanıma verildiği ve hanımın pervasızca salonunda teşhir ettiğini duymuştum. (Büyük Türkiye Tarihi, 11/226)”