SARIKLI İHTİLÂLCİ ALİ SUAVİ

Etrafına topladığı birkaç yüz kişi ile saray basıp, Sultan Hamid’i tahttan indirmeye çalışan Ali Suavi, hem ekzantrik fikirleriyle, hem politikayı yönlendirmeye çalışan din adamı kisvesiyle geçen asrın enteresan şahsiyetlerinden biri sayılır.
1 Ocak 2014 Çarşamba
1.01.2014

Etrafına topladığı birkaç yüz kişi ile saray basıp, Sultan Hamid’i tahttan indirmeye çalışan Ali Suavi, hem ekzantrik fikirleriyle, hem politikayı yönlendirmeye çalışan din adamı kisvesiyle geçen asrın enteresan şahsiyetlerinden biri sayılır.
Büyük bilgin Şah Veliyullah der ki, peygamberlerin hem dinin emirlerini tebliğ, hem bunları gerekirse zorla yaptırma ve hem de bunları inananların kalbine yerleştirme vazifesi vardı. Dört halifeler bu üç vazifeyi hakkıyla yaptı. Onun için râşid diye anıldılar. Sonra insanlar arasında din prensiplerine gönül rızasıyla uyanlar azaldı. İş bölümüne gidildi. Tebliğ, müctehidlere; irşad, mutasavvıflara, saltanat da, idarecilere düştü.
Din adamları, aktif siyasete karışmak yerine, icraatını doğru bulmadıkları idarecilere gerektiğinde ikazlarda bulunmakla iktifa ettiler. Osmanlılar da, devleti din kaideleriyle idare etmekle beraber, din adamlarını siyasetten ayrı, ama itibarlı bir pozisyonda tutmayı tercih etti. Yine de zaman zaman darbe oyuncuları arasına karışan din adamları olmadı değil. Bunlar da tarihte kötü bir nam bıraktılar.
 
Ali Suavi'nin sarıklı bir fotoğrafı
Ah İngiliz kızı!
Ali Suavi, Tanzimat fermanının ilan edildiği 1839 senesinde, Çankırı asıllı bir kâğıt esnafının oğlu olarak İstanbul’da dünyaya geldi. Orta mektebi bitirdi; biraz da câmi derslerine devam edip kaleme kâtip oldu. Bursa ve Simav’da orta mektep muallimliği yaptı. Şikâyet üzerine azledildi. Kaleme döndü. Sofya ve Filibe’de çalıştı ise de burada da duramadı. Hac dönüşü muhtelif şehirlerde verdiği ateşli vaazlarla dikkat çekti.
Hitabeti çok kuvvetliydi; dinleyenleri kolayca tesiri altına alırdı. Bir yandan da gazetelerde yazılar yazar; yazı dilini değiştirmek iddiasında bulunurdu. Jön Türklere katıldı. Hem hükümet, hem millet gizli Jön Türk cemiyetinden bu yazılar sayesinde haberdar oldu. Âli Paşa aleyhtarı yazıları, hem gazetenin kapanmasına; hem de Kastamonu’ya sürülmesine sebep oldu.
 
Ali Suavi
Bunun üzerine Jön Türklerin Mısırlı hâmisi Fazıl Paşa tarafından Avrupa’ya davet edildi. Namık Kemal ve Ziya Paşa ile beraber 1867’de yurt dışına kaçarak Londra’da Muhbir gazetesini çıkardı. Mary adında bir İngiliz kızı ile yaşamaya başladı. Ertesi sene Paris’e geçip burada Ulûm gazetesini çıkardı. Anlaştıkları çizgiden ayrılması sebebiyle 1870’de arkadaşlarıyla arası bozuldu. Yanında çalışan bir Rum, matbaa aletlerini çalıp satınca, gazete kapandı. Bu devrede ne yaptığı, kimlerle irtibat kurduğu karanlıktır.
Ali Suavi'nin beraber yaşadığı İngiliz kadın
Peygamberlik sanatı
1876’da Sultan Hamid’in daveti üzerine İstanbul’a döndü. Padişah, kendisine mütercimlik vazifesi verdi. Ardından bir hâmi buldu. İngiltere’de tahsil gördüğü için İngiliz Said Paşa diye de anılan mâbeyn müşiri Eğinli Said Paşa sayesinde Galatasaray Lisesi müdürü olduysa da, tutarsız tavırları sebebiyle mektebi karıştırdı; az sonra da azledildi.
Kendi gibi karanlık bir kişiliği olan Cemaleddin Efganî’yi konferans vermesi için İstanbul’a davet etti. Efganî, peygamberliğin bir sanat olduğunu söyleyince, büyük bir hâdise koptu. Bu yüzden İstanbul Üniversitesi tatil edildi. Ali Süâvi, şimşekleri iyice üzerine çekti.
İşsiz kalıp maişet sıkıntısı içine düşünce, Sultan Hamid’e iyiden iyiye düşman oldu. İngiliz ve Ruslarla temasa girişti. Muhtemelen İngilizler, Sultan Hamid’in kendilerine itimat etmediğinden endişeleniyor; onu tahttan indirip İngiliz dostluğuna ehemmiyet veren bir kişiliğe sahip olduğunu düşündükleri Sultan V. Murad’ı tekrar tahta çıkarmayı arzuluyordu. Zira öteden beri İngiliz siyasetine hizmet etmeye kendisini adamış olan Midhat Paşa, yoktu. Bâbıâil’de İngiltere menfaatlerini gözetecek kimse kalmamış gibiydi. Bu sebeple İngiltere’nin İstanbul Sefiri Lord Henry Elliot ve yerine gelen Lord Layard, Ali Suavi’ye yöneldiler.
Ali Suavi'nin çıkarttığı Muhbir gazetesinin baş sayfası
Ali Suavi, 1878’de İngilizlerin yardımıyla Sultan Murad’ı tekrar tahta çıkarmak için Üsküdar Cemiyeti adıyla bir komite kurdu.  93 bozgunu sebebiyle İstanbul’a gelip ümitsiz bir hayat yaşayan birkaç yüz Filibeli muhaciri tatlı vaadlerle etrafında topladı. Sâbık padişahın yaşadığı Çırağan Sarayı’nı bastı.
Tam maksadına ulaşacak iken, hâdiseyi işitip birkaç polisle saraya yetişen Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa’nın kafasına indirdiği bir sopa darbesiyle öldü. Avanesi dağıldı.
İngiliz kadın (reaksiyon üzerine bununla evlendiği de söylenir), o gece kocasının evrakını yakıp gemiye binerek İngiltere’ye kaçtı. İngiliz casusu olduğu söylenen kadın, Londra’da zengin bir Ermeni ile evlenip müreffeh bir ömür sürdü. Ali Süâvi’nin cesedi, Beşiktaş tarafında meçhul bir yere gömüldü. Çırağan Baskını, Sultan Hamid’i endişeye sevkedip daha sıkı bir idareye kaymasına sebep olmuştur.
Tarihin cereyanını değiştiren adam Yedisekiz Hasan Pasa
Hem Türkçü, hem İslâmcı!
Namık Kemal, Abdülhak Hâmid’e gönderdiği bir mektubunda der ki: “Ali Suavi hiç de senin tahminin gibi bir adam değildi. Bir çehre nümâyişine [dış görünüşüne] aldanmışsın. Onunla iki sene arkadaşlık ettim. O öyle bir adam ki, garazkâr ve dünyada misli görülmedik bir şarlatan idi.
Ben her şeye öyle kolay inanmadığım hâlde, bana kendini yedi-sekiz dil biliyormuş gibi gösterdi. Halbuki Arapça’da bir satır yazabilecek adam değildi. O kadar câhil; cehâletiyle beraber o kadar da mağrur idi. Türkçe üç satır bir şey yazsa, âleme maskara olurdu. Kendisini davet ettirmek için Avrupa’da meşveret aleyhinde yazılar yazardı.”
 
Ali Suavi'yi esaslı teşhis eden dostu Namık Kemal
Ali Suavi’nin tahsili noksan; ama ağzı kalabalıktı. Her ilimde sathî malumatı vardı. Zamana ve zemine göre her kalıba girmeyi iyi bilirdi. Hayatı tezatlarla doludur. Bir yandan Osmanlıcılığı; diğer yandan İslâm birliğini müdafaa etmiş; öte yandan da Türkçülük fikrini ortaya atmıştır.
Avrupa’da bile başından sarığını çıkarmazken; din ile dünya işlerinin ayrılmasını müdafaa eden yazılar yazmış; dinde halifeliğin yeri olmadığını söylemiştir. Meşvereti göklere çıkarmış; sonra mutlakiyeti müdafaa etmiştir. Latin harflerinin kabulünü teklif etmiş; namaz surelerinin Türkçe de okunabileceğini söylemiştir.
Hep hak etmediği yüksek makamlar için çalıştı. Arkadaşlarını jurnallemekten çekinmedi. Şahsî hırsı için yapmayacağı şey yoktu. Sultan Murad’ı tahta çıkarmak istemesi de bundandır. Halbuki Ruslar, bir kargaşa çıksın da, İstanbul’u işgal edelim diye kapıda bekliyordu.
Bununla beraber Ali Suavi, sırf Sultan Hamid’e muhalefeti sebebiyle, padişahın düşmanları tarafından vatansever, hatta bir kahraman, ileri görüşlü bir âlim, bir reformcu olarak takdim edilmiş; kâzib (yalancı) bir şöhret kazanmıştır.
Fikirleri, Cemaleddin Efganî’den, Said Nursî’ye kadar geniş bir kitleye tesir etmiştir. Öyle ki Said Nursî, kendisinin İttihad-ı İslâm’daki önderlerinden birinin de müfrid âlimlerden Ali Suavi olduğunu söyler. Bir meczup mu, yoksa ajan mı olduğu hâlâ kati bir şekilde anlaşılamayan Ali Süâvi’nin adı, muhtelif şehirlerde çok sayıda okula verilmiştir.
Ali Suavi'nin başını yakan Cemaleddin Efganî