“YAŞASAM NE OLACAK?”
Esir kamplarında Osmanlı esirleri

Cihan Harbi’nde esaret kamplarındaki binlerce Osmanlı esiri, şartları iyi olsa bile, vatan hasreti sebebiyle büyük sıkıntılara düşmüş; ruh ve beden sağlığını kaybetmiştir.
23 Ekim 2013 Çarşamba
23.10.2013

Cihan Harbi’nde esaret kamplarındaki binlerce Osmanlı esiri, şartları iyi olsa bile, vatan hasreti sebebiyle büyük sıkıntılara düşmüş; ruh ve beden sağlığını kaybetmiştir.

Cihan Harbi’nde, 202 bin Osmanlı esiri, İngiliz, Fransız, Rus ve Romen kamplarında birkaç sene tutulmuştur. Rus ve Romen kampları dışında vaziyet fena değildir. Hepsinde en büyük mesele, memleketle irtibat eksikliğidir. Mektup gelmemekte, ya da gecikmektedir. Bazı askerlerin mektup alacak veya yazacak kimsesi yoktur. Gelen ve giden mektuplar okunup sansürlenmektedir. Türkçe kitap bulunmaması ve koyun yerine sığır eti verilmesi müşterek problemdir. Bazısında (Korsika) tütün ve çorap yokluğu, bazısında (Mısır) verilen topuksuz deri ayakkabı yerine potin giymek istemeleri, bazısında (Kıbrıs) ekmeğin kılçıklı arpadan oluşu şikâyet mevzuudur. Sıcak veya soğuk, devamlı yağmur, haşarat bazı kamplardaki umumi şikâyetlerdir. Dedem, Sibirya’daki esir kampından at eti yemekten bezdiği için kaçtığını anlatırdı.

            Sibirya'da Gorski esir kampı

Kampın kümesi

Osmanlı subayların çoğu Fransızca bilmekle beraber; esir kamplarındaki esirlerden veya sivillerden tercüman bulunmaktadır. Subaylara, bazen de askerlere maaş verilmektedir. Hayır cemiyetleri, askerler için para toplayıp dağıtmaktadır. Memleketten para gelmesine de izin vardır. Fes dâhil, elbise ve çamaşır verilmektedir. Elbiseler her hafta tütsülendiği için, bit, pire fazla değildir. Kamplarda mescid ve imam vardır. Dinî günler kutlanmaktadır.

             Sibirya hatırası

Doktor ve sıhhiye memurları, revirde ücretli çalışmakta olduğundan vaziyetleri daha iyidir. Berber, marangoz, ayakkabıcı, terzi gibi sanat sahibi esirler de sanatlarını icra edip, para kazanabilmektedir. Bunun dışındakilerden amele taburları kurulup, mıntıka temizliği, ağaç kesme gibi işlerde istihdam edilmiştir. Bahçe kazılması, kamp civarının temizliği gibi bazı işler için ücret ödenmektedir. Kimi kamplarda çalışma hiç yoktur. Her gün dezenfekte edilen alaturka helâlar; ayrıca duşlar vardır. Sabun ve su boldur; su arıtılmaktadır. Yemeklerde dinî hassasiyet gözetilmektedir. Parası olan, kantinden bulabildiğini alabilmektedir. Kampta meyve ve sebze yetiştiren, tavuk besleyen esirler vardır. Dedem, aşçılıktan anladığı için kampta eziyet çekmediğini söylerdi.

Can sıkıntısı büyük derttir. Esirler bunu, lisan öğrenerek, kitap okuyarak, el yazısı gazete çıkararak, mızıka heyeti kurarak aşmaya çalışmaktadır. Bazı kamplarda subaylara şehre gitme izni verilir. Kimi esirler, boncuk kolyeden çantaya, ağızlıktan tesbihe kadar çeşitli el işi eşya yapıp satmaktadır. Spor, bilhassa güreş en sevilen meşguliyettir. Lisan bilen subaylar, ecnebice kitapları Türkçe’ye tercüme edip istifadeye arzetmektedir. Mısır’da bir ara esirlerin, diğer esir kampındaki yakınlarıyla buluşmalarına izin verilmiştir. İttihatçı esirlerle, muhalifler; Türklerle Arablar arasında bazen zıtlaşma yaşanmaktadır.

              Sibirya İrkutsk esir kampının koğuşu

Kör olan esirler

Hastalar kamp revirinde tedavi edilmekte; gerekirse hastaneye gönderilmektedir. Dişçi, icabında şehirden getirtilmektedir. Ölenler, kamp subaylarının da katıldığı dinî ve askerî merasimle hususî şehitliklere gömülmektedir. Esaret, bizatihi teessür kaynağıdır. Bilhassa Hindistan’daki esirlerde, tel örgü hastalığı denilen, kolay heyecanlanma, çabuk kızma, alınganlık, içe dönüklük gibi semptomlar gösteren, intihara veya cinayete kadar varabilen psikolojik bir rahatsızlık görülmektedir. Bunlar doktorlara, “Tel örgü seyretmekten bıktım. Yaşasam ne olacak?” demişlerdir. Bunun dışında esir kamplarında normalin dışında fazla bir hastalığa rastlanmamaktadır. Mısır cephesinde esir edilen askerlerin çoğunda, Kanal Seferi sırasında çöl gözlüğü verilmediği için kum fırtınalarının yol açtığı konjüktivit (göz iltihabı) vardır. Kampa gelişte dezenfekte için askerlerin sokulduğu krizol havuzlarında da göze ilaçlı sıvı kaçabilmektedir. Revirde vazifeli bazı Ermeni doktorların, tehcirin intikamını alma sâikiyle, askerlere yanlış tedavi tatbik ederek, 15 bin askerin gözünü kaybetmesine sebep olduğu söylenir. Bu hâdise Ankara’nın talebiyle tahkik edilmişse de, aslı çıkmamıştır. Türk resmî kaynaklarına göre dönen esirler arasındaki kör asker sayısı ancak 310 kadardır.

 

Kıbrıs esir kampında Osmanıl askerlerinin yaptığı el işi tabaka. Burma'daki Thayetmeyo esir kampindan Miralay Subhi Beyin Göztepedeki zevcesine yazdığı mektup

Romanya’daki esirlerin şartları, kaldıkları yerler, yiyecekler kötüdür. Ağır işlerde çalışmaktadır. Ancak harb zamanında Romen halkı ve ordusunun da vaziyeti farklı değildi. Esirler, saat ve paralarının alındığından şikâyetçidir. Rusya’daki esirlerin sayısı çok; şartları ise çok ağırdır. Hava soğuk, mesafe uzak, nakliye zahmetli, imkânlar kıttır; ihtilâlden dolayı cemiyette kargaşa vardır. Haşarat fazla, hava soğuk, yataklar kifayetsiz, kamplar meskûn mahallerden uzaktır. Sâri hastalık çoktur. Esirlerin % 20’si ölmüştür. Anlatacak çok şey olduğu için, matbu esaret hatıralarının ekserisi Rusya’daki esirlere aittir. Esir subayların neredeyse hepsi günlük tutmuştur. Vaziyetin her an tersine dönebileceğini düşünen Ruslar, esirlere kötü davranmamışlardır. Hatta Bolşevikler, bu askerler arasında propagandadan geri durmamıştır.

           Esir kampında yemek tevzii

           Esir kampında mızıka takımı

            Almanya Stendal kampında futbol takımı (1916)

      Almanya Stendal esir kampında ceza (1916)

Asıl esaret dönüşte
Reşat Nuri’nin Son Sığınak romanının baş kahramanı Kanal Seferi’nde esir düşmüş, Zekazik esir kampında kalmıştır. Zaman zaman acı tatlı hatıraları aklına gelir:
“Zekazik kampındaki kuyu dibi arkadaşımla beraber idama götürülmeyi beklediğimiz sıralarda bile küflü bir jilet bıçağıyle sakalımı kazımayı ihmal etmemişimdir. İngilizler birkaç kişiyle beraber bizi 15 gün bir kuyuya kapattı. Orada birbirimize hikaye anlatarak vakit geçirdik. Kampta dekor yapıp sahne kurarak tiyatro oynadık. Ara sıra seyretmeğe gelen İngiliz zabitleri bile hayran oldu. Bu kamp tiyatrosundan birkaç gülünç hatıra kalmıştır. Meselâ bir pencere önünde sokaktaki âşığına keman çalan kız rolünü kız kıyafetine soktuğumuz kız kadar güzel bir mızıka neferine vermiştik. Mısır kampındaki bu tiyatro bizim için bir sığınak oldu. Bu sahneyi özene bezene süslüyorduk. Hatta bulunduğumuz yerden başka yerlere de götürür, gülünç taraflarına hiç ehemmiyet vermezdik.”

Harb esirleri için en acı şey, dönüşte kendilerini bekleyen meçhul akıbetti. Çokları ailelerini ölmüş veya sürülmüş buldu. Evleri yıkılmış, işleri bozulmuştu. İş bulmak şöyle dursun, bir parça ekmek için günlerce ümitsizce beklediler. Dünyanın her tarafında olduğu gibi burada da hükümetin/milletin kahramanlarına reva gördüğü muamele bu olmuştur. Yine Reşat Nuri kahramanına anlattırıyor: 
“Mısırdaki hayatımın ara sıra aradığım bir tarafı vardı. Çölün ortasında dikenli teller ve kolonyal şapkalı İngiliz nöbetçileriyle çevrili kampta sert bir yaşama hırsı duyardık. Kafalarımız ıstampa makineleri gibi durmadan hayaller döktürürdü. Hatta gariptir ki en ümitli zamanımız İngilizlerin bizi kapadıkları o kuyudaki günlerimizdi. Doğrusu aranırsa bizim için asıl Zekazik kampı mütareke senelerinin İstanbul'u oldu. Çünkü artık kaçıp kurtulacak bir yerimiz kalmıyordu. İstanbul’da kimsem yok gibi idi. Evimiz, çoktan dağılmıştı. Şurada burada üç, beş uzak akraba ve bildik kalmışsa onları da bilmezlikten gelmek icap ediyordu. Eski elbiselerimle, bacağımın henüz iyi olmamış yarasıyle her tarafımdan öyle bir zillet akıyordu ki, ne yapsam bir şey isteyip beklediğimi zannetmelerine mâni olamıyacaktım. Bir gün Çakmakçılar yokuşunda rastladığım bir kamp arkadaşım: «Çölde güneş altında yalınayak sekiz, on saatlik bir yol yaptığımız o günü hatırlarsın, demişti, şimdi, iş istemek için Harbiye Nezareti’ne ve daha başka yerlere giderken tabanlarım daha şiddetle yanıyor.» Nihayet Galatasaraylı bir Yahudi arkadaşım bana bir işi buldu. Tahtakale’de üst üste yığılmış boya fıçıları ve tenekeleri ile dolu bir dükkânın dibinde ancak masamla sandalyemi alan ve bütün gün ampulle aydınlanan bir camlı bölmede kâtip gibi bir şey. Defter tutuyorum. Mısır'da biraz İngilizce öğrenmiş olduğum için Fransızca ve İngilizce mektuplar yazıyorum.”