SARAYDAN SEYYAR SATICILIĞA: ŞEHZÂDE ÂBİD EFENDİ

Sultan Hamid’in en küçük oğlu Âbid Efendi, sürgün yıllarında hep babasının yanında olmuştur. En son vefat eden padişah oğlu da O'dur.
19 Haziran 2013 Çarşamba
19.06.2013


Âbid Efendi'nin çocukluğu
Mehmed Âbid Efendi, Sultan Hamid’in en küçük oğludur. 1905 senesinde Yıldız Sarayı’nda Saliha Nâciye Hanım’dan dünyaya geldi. Sultan Hamid, oğluna küçükken vefat eden bir kardeşinin ismini verdi. Âbid Efendi 4,5 yaşında iken babası tahttan indirildi ve Selânik’e sürgüne gönderildi. Yanında oğullarından Abdürrahim ve Âbid Efendiler, kızlarından da Şâdiye, Ayşe ve Refia Sultan ile zevceleri Müşfika ve Nâciye Hanım vardı. Alâtini Köşkü’nde beraberce hapis hayatı yaşadılar.
Abdürrahim Efendi tahsil; kızlar ise evlilik vesilesiyle İstanbul’a döndü. Ama Âbid Efendi yaşça küçük olduğu için hep babasıyla beraber kaldı. Hükümetçe tayin olunan İttihatçı muallimler, kendisine ders okuttular. Balkan Harbi’nde Selânik tek kurşun atmadan düşünce; padişah ve ailesi bir Alman vapuru ile İstanbul’a getirildi. Beylerbeyi Sarayı’na hapsedildi. Âbid Efendi burada da babası ile beraberdi.
Üvey annesi Behice İkbal anlattı: Selânik’te sürgünde iken, İttihatçıların önde gelenlerinden ve Cumhuriyet’i kuran kadrodan Fethi (Okyar) muhafız reisi idi. İstanbul’a gideceği bir gün takılmak için bahçede oynayan Şehzâde Âbid Efendi’ye, “İstanbul’a gidiyorum, sana ne alayım?” diye sordu. Zavallı kalfalar da etrafta, çocuk yanlış bir şey söylerse, böyle öğretiyorlar demesin diye, siyah renkleri neredeyse beyaza dönüyordu. Çocuk, hiç düşünmeden, “Kılıç isterim” dedi. “Peki, ne yapacaksın onu?” sualine, Âbid Efendi, “Babamın düşmanlarını keseceğim” diye cevap verince, Fethi Bey çok bozuldu. “Yılanın oğlu yılan olur!” dedi. (Behice Sultan’ın Hatıralarından…)
 
 Beylerbeyi Sarayı'nda Âbid Efendi'nin sünnet olduğu oda
İttihatçılar, Rumeli'yi 4 sene içinde kaybeden kendileri değilmiş gibi, Âbid Efendi'ye milliyetçilik dersi veriyor. Tahtada meşhur Kin şiiri yazıyor. Unutma gördüğün hakareti bil/Kinini kalbinde sakla, uyutma/Ağlama, gözünün yaşını sil/Bekle zamanını, fakat unutma/Unutma Sırbı, Bulgarı, Yunanı/Kinini kalbine ateşle yazdır/Unutma sel gibi çağlayan kanı/Ölürsen bunları taşına yazdır.
Arnavutluk tahtına bir adım
Âbid Efendi, 13 yaşında babasını kaybetti. Galatasaray Lisesi ve Harbiye’de okudu. Bu arada annesi de vefat etti. 1924 sürgününde mülâzım-ı evvel (üsteğmen) rütbesinde idi. Hanedan mensuplarının çoğu gibi Beyrut’a gitti. Sonra Nice’e geldi. Halife Abdülmecid Efendi’nin kızı Dürrüşehvar Sultan ile evlenmeye tâlib oldu ise de, Halife kızının küçüklüğünü sebep göstererek reddetti. Âbid Efendi sonra Paris’e giderek 1936’da Sorbonne Hukuk Fakültesi ve 1937’de Siyasî İlimler Fakültesi’nden mezun oldu. Sorbonne’dan hukuk doktorası aldı. Ayrıca Ecole Nationale des Langues Oriantales Vivantes Fars Dili ve Edebiyatı kısmını bitirdi.
 
Genç şehzadeler saray bahçesinde br merasimde. Soldan: Abdülkerim, Âbid ve Vâsıb Efendiler
 Âbid Efendi, 1924 senesinde hanedanın sürgününde Mısır’a yerleşmek istedi. Ancak vaktiyle kendisine vezir rütbesi verilmediği için hanedana soğuk duran Melik Fuad, hanedan mensuplarının Mısır’a girmesine müsaade etmezdi. Âbid Efendi de tekrar Beyrut’a yerleşti. Ağabeyi Selim Efendi gibi Cünye’de ve yazları Âliye’de oturdu. Sonra Paris’e gitti. Ablası Ayşe Sultan ile kaldı. Seyyar sabun satıcılığı ile hayatını kazandı. 1940-1948 arası kısa aralıklarla Toulouse, Nice, Madrid, Lizbon, Kahire, İskenderiye ve Tiran’da yaşadı.
1936’da Sultan Hamid’in tüfekçibaşısı Matlı Cemal Paşa’nın oğlu ve Arnavutluk hükümdarı Ahmed Zogu’nun kızkardeşi Seniye Hanım (1908-1969) ile evlendi. Bu evlilik Ankara’yı çok tedirgin etti ve bir takım diplomatik manevralara girişmesine yol açtı. Zira Zogu’nun oğlu yoktu ve Âbid Efendi’nin tahta çıkma tehlikesi vardı. 1939’da İtalyan işgaline kadar 3 sene Arnavutluk’un Paris sefiri oldu.
İtalyan işgali üzerine Zogu ve ailesi de sürgüne çıktı. Âbid Efendi’nin düzeni yine bozulmuştu. 1948’de boşanmak zorunda kaldı. Bir yandan da büyük bir maddî sıkıntıya düştü. Şerefine düşkündü. Paris’te yaşayan eski Osmanlı vatandaşı gayrımüslimlerin ve Fransız hükûmetinin yardım tekliflerini geri çevirdi. Sevdiği, ancak hayatın pahalı olduğu Paris’i terk etmek zorunda kaldı. 1966’da gittiği Beyrut’ta bir talebe pansiyonuna yerleşti.

Âbid Efendi
 Arnavutluk Prensesi Seniyye Hanım
Hep vatansız yaşadı
Ömrü boyunca haymatlos (vatansız) yaşadı. Hiçbir devlet tâbiyetine girmedi. Bu sebeple düzenli bir işi de olamadı. Suudi Arabistan Kralı Faysal, kendisine maaş bağlayıp diplomatik pasaport verdi. En çok desteği kendisinden gördüğü ablası Ayşe Sultan’ın oğlu Ömer Nami Bey’in misafiri iken Beyrut’ta sokakta geçirdiği bir kalb krizi üzerine vefat etti. Şam’da Süleymaniye Câmii hazîresinde sürgünde vefat eden diğer hanedan mensuplarının yanına defnedildi. Çocuğu yoktu. Ölümünde cebinden 30 kuruş çıktı. Paris’te Napolyon devrinde yapılan beş katlı binalar var, asansörü yoktur. Onun en üst katına ine çıka, filibit olmuştu.
Âbid Efendi çok zeki, kültürlü ve tarihe meraklıydı. Son zamanlarında vakti kütüphanelerde, kitapçılarda geçerdi. Pürüzsüz İstanbul Türkçesi ve Fransızca’dan başka, Arapça ve Farsça bilirdi. Babası ile alâkalı hatıralarını yazması hususunda çok teklif aldı. Ancak herşeyi şüpheyle karşılayan bir tabiatı vardı. Gazetecilerin kendisiyle görüşme taleplerini umumiyetle geri çevirirdi. Babası hakkında sorulan suallere “Onun gibi bir padişah, küçük bir çocuğa ne anlatabilir! Hele benim gibi İttihatçıların elinde büyüyen bir çocuğa!” diyerek latifeyle karşılık verirdi.
Kadir Mısıroğlu'na anlatmıştı: "Kral Faysal, 15.hicrî asra halifesiz girmeyelim. Babanızın İslâm âleminde çok prestiji var, sizi halife ilan edelim" dedi. Kabul etmedim. "Söylemek istemezdim ama söyleyim. İnsanlar bunun arkasında bir güç ararlar Amerika mı?" diye sordum. "Evet" dedi.
Yakışıklı idi. Güzel ve temiz giyinirdi. Sürgünde hep yazın başı açık; kışın kalpaklı gezer; şapka giymezdi. Ancak kalpağı Kemalistler gibi değil, Hindliler gibi sivri yerleri öne ve arkaya gelecek şekilde takardı. Az konuşur; topluluklara girmekten, fotoğraf çektirmekten hoşlanmazdı. Haddinden fazla mütevazı idi. Bir meclise girse, Sorbonne mezunu olduğu halde, şehzâde olduğunu kimse anlamazdı. İşte inkılâbın, vatanında yaşamaya bile müsaade etmediği insanlardan birinin portresi…
 Âbid Efendi Nice'de
Yanımda bir o kaldı
Taha Toros anlattı: “Sultan Abdülhamid’in en küçük oğlu benim Paris’te dostumdu. Ölünceye kadar kendisiyle haberleştim. Türkiye’ye dönmek nasip olmadı. Beyrut’ta sokak ortasında öldü.
Sultan Abdülhamid’in en çok sevdiği çocuğudur. Allatini Köşkü’ne birlikte götürdü. Sünnet oluncaya kadar babasıyla beraber yatardı. Beylerbeyi Sarayı’na geldikleri zaman bir bayramda Sultan Abdülhamid’in kızları, damatları, diğer oğullan hepsi oraya gitmişler. Abid Efendi dışarda oynuyormuş. Terli terli gelmiş, babasının cebinden mendilini almış, silinmiş. Ablaları: Bu çocuk ne kadar şımarık olmuş, bu nedir, bir babaya, bir padişaha bu yapılır mı, demişler. Bunun üzerine Sultan Abdülhamid şöyle konuşmuş: Bütün memleket gitti, hanedan gitti. Yanımda sadece Abid kaldı. Abid Efendi bütün bunları anlatırdı.
Abid Efendi iyi bir tarihçiydi. Hanedandan tanıdığım kişiler içinde en terbiyelisiydi. Babası ile alakalı bilgilerini bir hatırat şeklinde yazmasını kendisinden istedim. Çünkü kızı Ayşe Sultan “Babam Sultan Abdülhamid” diye bir kitap yazmıştı. O kitapta birçok hata olduğunu Abid Efendi bana söylüyordu. “Siz de yazın” dedim. Babam hakkında kitap yazmak istiyorum. Fakat gurbette olduğum için kafi vesikadan yoksunum. Babam hakkında yazılan bütün kitapları okudum. Hiçbiri İbnülemin Mahmud Kemal Bey gibi tarafsız yazmamıştır. O, babamı en iyi değerlendiren tarihçidir.