FATİH SULTAN MEHMED ZEHİRLENDİ Mİ?

Fatih Sultan Mehmed’in vefatı bugün bile münakaşa mevzuudur. Eceliyle mi vefat etti, yoksa bir suikasta mı maruz kaldı? Hâlâ açık değildir.
26 Haziran 2013 Çarşamba
26.06.2013

Fatih Sultan Mehmed’in vefatı bugün bile münakaşa mevzuudur. Eceliyle mi vefat etti, yoksa bir suikasta mı maruz kaldı? Hâlâ açık değildir.

“Büyük kartal öldü!”

Fatih Sultan Mehmed’in vefatını, İstanbul’daki Venedik elçisi ülkesine böyle haber vermişti. İtalya’nın topuğunu fetheden hükümdarın, Roma üzerine yürümesi an meselesiydi. Yeni çıkılan seferin de bu fethi kolaylaştırmak maksadını taşıdığı belliydi.

Dünya tarihinin en büyük hükümdarlarından Fatih Sultan Mehmed, hayatının en olgun çağında, Mısır üzerine, belki Rodos'a sefere çıkışının haftasında 3 Mayıs 1481 günü Gebze’de Tekfurçayırı mevkiinde kısa süren bir hastalık neticesi vefat etti. Hususî tabibleri Acem Lârî Çelebi ve Yakub Paşa başındaydı. Lârî, Yakub’un tedavisini hatalı bulmuş; fakat kendisi de muvaffak olamayınca tekrar Yakub’u çağırmışlardır. Padişahın vefatından bir sene evvel kaleme alınan Tâli-i Mevlûd-i Sultan Mehemmed Han adlı eserinde müneccimbaşı Geylânî, padişahın bir sefer sırasında vefat edeceğine dair keşfini yazmıştır. Sultan, bunu okudu mu bilinmez. Ama keşif doğru çıkmıştır.


Nakkaş Sinan'ın (üstte) ve Nakkaş Osman'ın (altta) tasviriyle Sultan Fatih

Ah şu doktorlar!

Osmanlı tarihçileri vefat sebebinin hastalık olduğunda müttefiktir. Hezarfen Hüseyn, Takvîmü’t-Tevârih’te “Nikris (gut) hareket edip, bazı alâmetler de eklenince, tahtı oğlu Şehzade Bayezid’e vasiyet ederek vefat etti” diyor. Köprülü Kütüphanesi’ndeki anonim Mecmua-i Resâil’e göre padişah sefere hasta çıkmıştı. Yolculuk kendisini iyiden iyiye yordu. Diline takılan şu beyti devamlı söyler oldu: Âh min süfretin garîbin bigayrı iyâb/Âh min firkatin mine'l-ahbâb! [Âh ederim dönüşü olmayan yolculuktan/Âh ederim sevdiklerimin ayrılığından] Öleceğini hissetti. Bu da hastalığını arttırdı. Sadrazam Karamanî Mehmed Paşa, “İnşallah Mısır’a sultan olursunuz. Sıcaktır; orayı tercih edip kalırsınız. Anadolu ve Rumeli’yi şehzâdelerinize bırakırsınız” diye teselliye kalkıştıysa da muvaffak olamadı. 

 

Sultan Fatih'en vefatında üzerinden kesilerek çıkartılan kaftan (Topkapı Sarayı)

Bu seferde bizzat bulunan Neşrî, “İstanbul’dan çıkalıdan beri hasta idi. At arabasına girerek sefer etmesinden, yabancı kimseler ahvaline vakıf değildi” der. Kemalpaşazâde, “Ayak zahmetiyle huzuru kaçmıştı. Atalarından gelme nikris illeti, son demlerinde kendisini ciddi rahatsız ederdi” der. Tâcüttevârih, sefere hasta çıktıklarını, giderek zayıflayıp hallerinin değiştiğini anlatır. Müneccimbaşı, konakladıkları yerde hastalığının şiddetlendiğini söyler. Nişancızâde, sıhhati iyi olmadığı halde sefere çıktığını, konakladığında vaziyetin ağırlaştığından bahseder.   Hayrullah Efendi, “Babası gibi nikrisi vardı. Seferde hastalığı arttı; hatta binip inmeye gücü kalmadı. Konakladığı günün akşamı vefat etti” der.

Hâdise hakkındaki en enteresan tasvir, o devirde yaşamış Âşıkpaşazâde’ye aittir. Gerçi Âşıkpaşazâde’nin o tarihte vefat etmiş olduğu; eserini talebelerinin tamamladığı söylenirse de bu başka mevzudur. Orada der ki, “Vefatına sebep, ayağında zahmet vardı. Tabibler ilacından âciz oldular; sonra toplanıp ayağından kan aldılar. Zahmeti arttı. Şerâb-ı fâriğ verdiler. Allah rahmetine vardı” der; sonra manzum olarak tabiblere acı serzenişte bulunur. Şerâb-ı fâriğ, şifâsı umulan, ama işe yaramayan son ilaçtır.

Tabibler şerbeti kim verdi bana/O hân içdi şerâbı kana kana

Ciğerin doğradı şerbet o hânın/Hemîn dem-i zârı etti yana yana

Dedi niçün bana kıydı tabibler/Boyadılar ciğer-i canı kana

İsâbet etmedi tabib şerâbı/Timarları kamu vardı ziyâna

Tabibler hâna çok taksirlik etti/Budur doğru kavil düşme gümâna

Dua et Âşıkî bu hân hakkında/Ki nûr-ı rahmete cânı boyana.

 

Sultan Fatih'in vefatından 10 sene kadar evvel Ferrara'nın çizdiği potrtesi. Padişah hayli şişmanlamıştır.

Bellini'nin padişahın vefatına yakın yaptığı bir portre. Padişahın çok zayıfladığı görünüyor.

Bu hâle nasıl geldi?

Sultan Fatih’in heyeti yakışıklı idi. Fakat 40 yaşlarında iken çok şişmanlamıştı. Vefatına bir sene kala da çok zayıf düşmüştü. Ölümünde içinden omuzlar kesilerek çıkarılan elbisesi bunu gösterir. Ressam Bellini’nin yaptığı son resminde zayıf, benzi uçuk, yüzü ince ve alt çenesi biraz yukarı kalkmış haldedir. Demek ki dişleri dökülmüştür. Padişahı bu hâle getiren nedir? Tıp tarihçisi Süheyl Ünver’e göre, polidipsi (böbrek rahatsızlığı sebebiyle aşırı su ihtiyacı) ve diyabet (şeker) olabilir. Padişahın yalnız yemek yeme âdetini kanun hâline getirmesi belki bunun işaretidir. Öte yandan, saray mutfak kayıtlarından da anladığımıza göre, zayıflık ve takatsizliğin önüne geçmek için çeşitli ve gıdalı yemeklere itibar etmektedir. Vefat sebebi ise, muhtemelen nikris krizi de denilen asidoza, yani böbrek ifrazatının atılamaması neticesi girilen komadır. Nikris, tek başına değilse bile, böbrek tahribatı yoluyla öldürücü olabilmektedir.

 Fatih’in etraflı bir biyografisini kaleme almış Alman tarihçi Franz Babinger der ki: “Padişahın İtalya’yı fethinden korkan Venedik, 15 suikast tertipledi. Sonuncusu muvaffak oldu. Venedik Yahudisi Iacobo, Müslüman görünüp Yakub adını aldı. Yüksek meblağda para, Venedik vatandaşlığı ve vergi muafiyeti karşılığında bu cinayeti işledi. Üsküdar’a geçtiği 25 Nisanda zehirlemeye başladı. Tedavi iddiasıyla doz arttırıldı. 3 Mayıs Perşembe gün vefat vuku buldu. Padişah ölünce, asker suçluyu, yani Yakub Paşa’yı linç etti”. Son devir tarihçileri, onlarca klasik Osmanlı kaynağını bırakıp, bu söze iştiyakla sarılmıştır.

 

Günah keçisi

Babinger’e göre zehirlenme kat’îdir; esas fail meçhuldür. Babinger, en az Venedik kadar, Şehzade Bayezid’e işaret eder. Sefer Mısır’a olduğuna göre, Memlûk Sultanı Kayıtbay da zanlılar arasındadır. Hatta Kayıtbay’ın adamı da Lârî Çelebi olarak verilir. Hâdiseden on sene evveline ait 1471 tarihli bir Venedik vesikasında, Yakub Paşa’ya bu yolda yapılacak bir tekliften bahis vardır. Osmanlı tarihçilerinde buna dair en ufak bir ima dahi yoktur. Âşıkpaşazâde’nin yazdığı ve zamanenin delil gösterdiği şiirde, tabibin şüpheli ilacına bir ima sezilirse de, padişahın çektiği ölüm acısının kastedilmesi daha mantıklıdır. Hatırlı bir hasta iyileşmez de ölürse, bugün bile tabibleri suçlamak âdettir. Üstelik Yakub Paşa, padişahı öldürdüğü için değil, Sadrazam Karamani Mehmed Paşa ile beraber ölümü gizlediği gerekçesiyle ayaklanan asker tarafından katledilmiştir.

Her işin arkasında bir suikast aramak yersizdir. Padişahın vefat ettiği 49 (veya bazı rivayetlerde 51) yaş, bugün için genç; ama o zaman için normal sayılabilecek bir yaştır. Padişahın babası Sultan II. Murad, 47; dedesi Çelebi Sultan Mehmed, 39; büyük dedesi Yıldırım Sultan Bayezid, 43 yaşında vefat etmiştir. Genetik mirası kötü, üstelik seferlerde yıpranmış ve hastalıkla tükenmiş bir vücuda, o zamanın mahdud fennî imkânlarıyla tabibler ne yapsın? Ta Sultan II. Murad’dan beri Osmanlı hizmetindeki Yakub Paşa’ya padişahın itimadı çoktu. Hatta bir ara defterdarlık bile yapmıştır. Padişahın hususî tabibliğine kadar yükselmiş bir zâtın, basit bir menfaat için böyle cinayet işlemesi pek akıl kârı değildir.

Ayrıca bu niyette birinin saraya kadar sokulması büyük bir emniyet zaafına işaret eder ki, bu, Fatih ve sarayı için pek muhtemel görünmüyor. Her ne kadar o devir, “zehrin altın çağı”; İtalya da bunun kompetanı olsa da, Sultan Fatih’i Venedik’in zehirlediğini iddia etmek, komplo teorisinden öte bir kıymeti yoktur. Cinayet faraziyesinin kabul görmesinin sebebi, son asırda milletin sürüklendiği eziklik ve herkesi düşman görme sendromudur. Babinger’i anlamak daha da kolaydır: Yakub Paşa bir Yahudidir. Çoğu Alman için, Yahudiler, dünyadaki bütün kötülüklerin sebebidir.

 

Babinger ve eseri

Zehirlenmek bugün bile bütün devlet adamlarının en büyük korkusudur ve tedbirli birini sadece yakınında olanlar zehirleyebilir. Sultan Fatih gibi bir deha, Venedik ile düşmanken Yahudi asıllı bir Venedikliyi baş tabibi yapmışsa, 10 yıl evvel yapılan teklifi Yakub Paşa Padişah’a haber vermiş olmalıdır. Muhtemelen Yakub Paşa’yı kullanarak Venedik’e kendi istediği istihbaratı verdirmiş bile olabilir.

Ayrıca padişahı zehirleyecek tabib eğer aptal değilse, vereceği zehir tesirini gösterene kadar çoktan kaçmış olmasına kâfi gelecek müddet zarfında tesir edici bir zehir olması lazımdır.

Venedik, bunu kendisi yaptırmış gibi lanse etmiş olabilir. Neticede Avrupa’da itibarını artırmak istemesi normaldir. Doktor da Venedikli olunca herkesin inanacağı bir iddia olur. Yeniçeriler Yakub Paşa’yı öldürdü, ama sadrazam Karamani Mehmed Paşa’yı da öldürdüler. Bu dedikodular, biraz da devşirmelerin yüksek vazifelere getirilmesinden rahatsız olan devrin Türk devlet adamları tarafından çıkarılmış olabilir. Eğer Sultan Fatih hakikaten zehirlenmişse, küçük bir ihtimal ama, bu işin arkasında bundan rahatsız olan devlet adamları neden olmasın? Eğer Yakub Paşa’nın çadırından hakikaten zehirli ilaç çıkmışsa, birileri bunu delil olarak yerleştirmiş olabilir. Bu hem gerçek faili gizler hem de devşirmelerden rahatsız olan devlet adamlarının işine gelir. Tabip Venediklidir, üstelik de Yahudi. Herkesin aklına ilk o gelir. Halbuki fail Yakub Paşa olamaz. Zira hiçbir katil numuneyi kendi çadırında saklamaz. Sultan Fatih zehirlenmişse bile, en son şüphelenilecek adam Yakub Paşa’dır.

Bazıları Şehzade Bayezid’i ima eder, ama Şehzadenin en ahlâkı ne de imkânları buna müsaittir. Gerçi zehirlenme iddiası Sultan II. Bayezid için de söylenmiştir. Birden vefat eden, hatta vefat beklenen devlet adamları için bile hemen suikast ve tabii ki zehirlenme iddiası yapılır.