YANGIN VAR!

Yangın, eskilerin en korktuğu afetlerdendir. Sadece can ve mal kaybına sebep olmakla kalmaz. Tarihimize ait nice kitaplar, vesikalar, sanat eserleri yangınlarda kaybolmuştur.
6 Mart 2013 Çarşamba
6.03.2013

Osmanlı şehirlerini tehdit eden üç afet vardır: 1-Yangın, 2-Zelzele, 3-Sel. Bunların yanında bir de ârizî, yani insan eliyle gelen felâketi zikretmelidir. O da hicret, yani göçtür. İki göç, bir yangına bedeldir. Bunlar, sadece can ve mal kaybına sebep olmakla kalmaz. Nice kitaplar, vesikalar, sanat eserleri bu afetlerde yok olmuştur.

 

Lodos duvarı

Yangın, fakir zengin ayırmaz, herkesi mağdur eder. Sarayda çok defa yangınlar çıkmış, hanedandan ölenler olmuştur. Mesela 25 Eylül 1815’te Beşiktaş Sahilsarayı’nda çıkan yangında Sultan II. Mahmud’un bir yaşındaki kızı Emine Sultan ile dadısı yanarak ölmüştür. Topkapı Sarayı defalarca yangın geçirmiştir.

Patlıcan mevsimi, yangınların da habercisidir. Patlıcanı tavada unutanların çıkardığı yangınlar az değildir. Hatta bir zamanlar gazetelerde “Patlıcan mevsimi geldi. Hanımlar yangına dikkat!” diye ikazlar çıkardı. Dalgın tütünkeşler de çok yangına sebebiyet vermiş, bu sebeple padişahlar tütün içilmesini sert cezalarla yasaklamıştır.

Osmanlı şehri ahşaptandır. Bunun da iki mühim sebebi vardır. Birincisi Anadolu zelzele mıntıkasıdır. Eğer binalar kârgir yapılırsa, yıkıldığı zaman insanların kurtulması zordur. Ama ahşap ev zelzelede beşik gibi sallanır, ama hemen yıkılmaz, insanlara kaçacak zaman verir. Zelzele aniden olur, kaçıp kurtulmak çok müşküldür. Yangın ise zelzeleye nispetle daha kendisini haber veren bir afettir. Bu sebeple zelzele yangına tercih edilmiş ve evler kârgir yerine, ahşaptan yapılmıştır.

                                        1908 İstanbul yangını

Bir başka sebep de Anadolu’da zengin taş yataklarının bulunmamasıdır. Kaldı ki ahşap, o zaman için taş malzemeye nispetle daha ucuz ve nakliyesi kolaydır. Bundan dolayı Osmanlılar, Avrupalıların aksine, mabed, medrese, hastane, köprü gibi kamu binalarını taştan; evlerini ise ahşaptan yapmıştır. Ahşabın ömrü umumiyetle yüz senedir. Bu sebeple memleketimizde bir asır öncesine ait sivil mimarî örneği bulmak pek zordur.

İnsan bir afetle karşılaştığında, elbette önce canını düşünür.  Mal da canın yongasıdır. Yangın, zelzele ve sel gibi afetler geçtikten sonra geride artık en kalırsa kurtarılır. Yangının bir hususiyeti vardır. Her zaman aniden çıkıp etrafını kül etmez. Geleceğini haber verir. İstanbul, Bursa gibi şehirlerde evler ahşap olduğu gibi, yer darlığı ve arazinin kıymetli oluşu sebebiyle bitişik nizamda yapılmıştır. Dolayısıyla bir evde çıkan yangın, kolaylıkla komşu evler vasıtasıyla diğer evlere ulaşır. Hatta lodos gibi yardımcılar varsa binlerce evin yanıp yok olmasına yol açabilir. Bunun için yan evdeki yangının kendilerine sirayet etmemesi için bazı evler lodos duvarı yaptırır.

1908 İstanbul yangınından geride kalanlar

“Yangında önce kurtarılacak”

Bir evde yangın çıktı mı, yangına karşı mütehassıs şehirliler hemen havanın vaziyetine ve mahallenin pozisyonuna bakarak yangının kendilerine sirayet edip etmeyeceğini kestirir. Ondan sonra hemen el birliği ile evdeki eşyalar dışarıya çıkarılır. Gerçi evler kalabalıktır. Komşunun yardımına ihtiyaç duyulmadan çoğu zaman evi tahliye etmek mümkündür. Ama bu telaşta ne kadar eşya dışarı çıkarılır? Nereye yığılır? Bunlar da birer meseledir.

Yangın her zaman geleceğini haber vermez. Aniden evde çıkar. İnsanlar neye uğradığını anlamadan her şey olup bitiverir. Bu halde hemen canı kurtarmak lazımdır. Maldan da en elzem kurtarılması gerekenler önceden tespit edilmiştir. Şimdi devlet dairelerinde bazı dolapların üzerinde “yangında en önce kurtarılacaktır” yazar. Onun gibi her evin yangında kurtarmayı elzem gördüğü eşyası vardır. Bunlar yükte hafif, pahada ağır şeylerdir.

Hakkı, malı, serveti kâğıtla ispat etme âdeti çıkalı beri, Osmanlı halkı resmî vesikaları saklamaya gayret göstermiştir. Cihan Harbi esnasında işgal edilen şehir ve kasabalar tahliye edilmişti. O hengâmede tapu defterleri de at arabalarına, kağnılara, hatta eşeklerin sırtına yüklenerek bin bir zahmetle kaçırılmıştı. Bu sebeple Türkiye’nin pek çok kazasında işgal görüp ateşe verilen şehir ve kasabalarda nüfus defterleri zayi olduğu halde, tapu kayıtları başından beri mevcuttur. Nüfus yazımı şifahî tahrir, yani sözlü beyan üzerine yapılmıştır. Bir tercih gerekmektedir. Kurtarıcılar haklı olarak tapu defterlerini tercih etmiştir. Zaten Şark dünyasında nüfus, maliye ve adliye arşivi ürkütür. Bunlar vergi, askerlik veya hapis gibi bir mükellefiyeti getirir.

1912 yangınzedeleri Sultanahmed Meydanı'nda

Aile fertlerine ait mücevherleri unutmamak gerekir. Klasik Osmanlı cemiyetinde kadın ziynetleri gümüşten olur. Her biri emsalsiz bir sanat taşıyan gerdanlık, küpe, bilezik, taç, köstek, broş gibi mücevherler, umumiyetle kadınların üzerindedir. Altının ziynet olarak kullanılması Müslümanlar arasında âdet değildir. Altın tasarruf vasıtasıdır. Kadın-erkek altın saklar. Yangında da eriyip yok olabilir. İşte bunlar yangında ilk kurtarılacaklar arasındadır. Çünki yangın sonrası geçirilmesi kuvvetle muhtemel sıkıntılı devrede bu altınlar imdada yetişecektir. Her evde umumiyetle demirden yapılmış bir yangın kutusu vardır. Kolayca taşınabilecek ve saklanabilecek ebattadır. Şimdiki deprem çantası gibidir. Artık sivil mimari değişmiş, yangın, sel ve göç korkulacak afet olmaktan çıkmıştır. Yangın kutuları da unutulmuştur.