Bir veda yazısı!
“BİZİ KENDİNE ALIŞTIRDIN; HAK REVÂ MI BU?”

Türkiye Gazetesi’nin kurucusu Enver Ören Bey, vefat etti. Türkiye Gazetesi 40 seneyi aşkın bir müddettir ülkenin siyasi ve sosyal hayatında mühim bir rol oynadığı gibi; Enver Bey de renkli şahsiyetiyle bir tarihe tanıklık etmiş olanların önde gelenlerindendir.
27 Şubat 2013 Çarşamba
27.02.2013

Türkiye Gazetesi’nin kurucusu Enver Ören Bey, vefat etti. Türkiye Gazetesi 40 seneyi aşkın bir müddettir ülkenin siyasi ve sosyal hayatında mühim bir rol oynadığı gibi; Enver Bey de renkli şahsiyetiyle bir tarihe tanıklık etmiş olanların önde gelenlerindendir.

Enver Ören, Yanya’nın Grebene şehrinden mübâdil olarak Denizli’ye yerleşen bir ailenin çocuğudur. Bu sebeple Osmanlıları çok hayırla yâd eder, “Onlar olmasaydı, şimdi belki biz olmazdık” derdi.

Demiryolcu ve inşaat ustası babası Nazif Efendi (1902-1953), dindar, dürüst ve cömert bir insandı. Elindekini muhtaçlara borç veya sadaka olarak dağıtır; isimlerini kimseye söylemez; ailesine de, “Düşünmeyin; fazlası gelir” derdi. Gerçekten vefatında borçluları ve sevenleri 10 bin lira toplayıp verdiler ki, senelerce kazanacağından fazla bir paraydı.

Anne Melike Hanım da Grebene mübâdiliydi. Sıkıntılara asaleti sayesinde göğüs germiş cömert bir Osmanlı hanımıydı. Nazif Efendi, soyadı kanunu çıktığında Ankara Keçiören’de bir mektep inşaatının başında idi. Bu sebeple Ören soyadını aldı. 6 yaşından beri mahalle câmiinin müdâvimi olan Enver Bey’in güzel sesiyle okuduğu ezanlar işitenleri adeta büyülerdi.

            Gençlik-1961

Zeynülmecâlis

Enver Bey, 15 yaşında iken, babası vefat etti. Ancak baba, oğluna yüksek tahsil yapmasını ve namazını bırakmamasını vasiyet etmişti. Bu sebeple o zamanlar fakir bir Anadolu ailesinin çocuğunun bedava okuyabileceği yegâne mektep olan İstanbul’daki Kuleli Askerî Lisesi’ne gitti. Bunun için yaşını bir yaş küçültmek gerekti. Bu sebeple Eylül 1938 doğumlu olduğu halde, nüfusunda 10 Şubat 1939 tarihi yazılıdır.

Sonra Fen Fakültesi’ni bitirdi. Bahriyede yedek subaylık yaptı. Arar gemisi ile hidrobiyolojik araştırmalarda bulundu. 1966’da NATO bursuyla Napoli’ye gitti. İki sene sonra memlekete döndü. Doktorasının bitimine iki ay kala, asistanlığı bırakıp, gazeteciliğe başladı. 1970’de Hakikat (sonraki adıyla Türkiye) gazetesini kurdu.

“Hakkı Söylemeyen Hakkın Sillesini Yer” sloganı ile o zamanki siyasî hayatta kendisinden beklenmeyecek kadar mühim rol oynadı. Eve dağıtım sistemini Türkiye’de ilk o tatbik etti. Tiraj rekoru kırdı. Üç ihtilâl geçirdi. Buna rağmen 40 yılı aşkın bir zamandır varlığını ilk sahibiyle sürdürmektedir.

Enver Bey, çocuk yaşta Abdülhakim Arvasi’nin talebeleriyle tanıştı. Arvasi’nin, kıraatini çok beğendiği harb malûlü Sâlim Bey’den Kur’an-ı kerim ve Arapça öğrendi. Arvasi’nin oğlu müftü Mekki Efendi’den Farsça ders aldı. Mekki Efendi kendisini çok sevdi; zeynülmecâlis (meclislerin ziyneti) adını taktı.

1954’te hocası olan Hilmi Işık’ın sevgi ve itimadını kazandı. Böylece 47 sene sürecek bir beraberlik başladı. 1968’de hocasının kızı ile evlendi. Hilmi Işık’ın çeşitli dillerde neşrettiği kitapların dünyaya yayılmasına çalıştı. Bunun için, tozsuz tebeşirden akupunktura derken, geniş finansman imkânları hâsıl etti.

  

Yeni evlendiği sıralarda kayınpederi ve kayınbiraderi ile

 

Mukaddes topraklarda-1986

“İnsanlara hizmeti” hayat şiarı edindi. Misyonunu gerçekleştirmek uğruna hep ekonomik sıkıntılar çekti; sağlığını kaybetti; ama asla pes etmedi. Bir defasında da şöyle anlattı: Türkiye gazetesi bir ara Mehmed Ali Türksever’in Güneş matbaasında basıldı. Bana “Bu gazetenin arkasında kim var?” diye sordu. Kulağına eğildim. “Allah var!” dedim. İnanmadı; teminat mektubu istedi; bulup verdik. Seneler sonra birkaç gazete patronu ile toplantı hâlinde iken geldi. Gözleri görmüyordu. Bastonunu yere vurarak, “Arkamda şunlar var diyen battı. Arkamda örtülü ödenek var diyen (Yeni Ekspres) battı. Arkamda Allah var diyen batmadı, batmaz!” dedi.

Herkes onu iş adamı, gazeteci olarak tanıdı. Ama çok zengin bir manevî dünyası vardı. An’anevî din anlayışı ve politik tavrı sebebiyle bazı kesimler kendisine soğuk dururdu. Memleket şartlarından haberdar olmadıkları için ince siyasetini anlamakta zorluk çekenler, kendisini ve faaliyetlerini doğru değerlendiremedi. Ama güler yüzü, tatlı dili, mütevazılığı, merhameti, en mühimi cömertliğinden dolayı, seveni her zaman daha fazla oldu.

İngilizce’yi iyi bilirdi. Fransızca, Almanca, Arapça ve Farsça çalışmıştı, okuduğunu iyi-kötü anlardı. İtalyanca ve Rumca derdini anlatabilirdi.Teknolojiyi anında takip ederdi. Bir defasında arabada beraber bir davete gidiyorduk. Bir ara cep kompüterinden haberleri okudu. Bu makinenin marifetlerini anlattı. “Sizin sosyal bakımdan emsallerinizin çoğu bunlardan anlamıyor” dedim. Gülerek “Ne kompüteri, cep telefonu bile kullanamayanlar var” diye cevap verdi.

Kendisine fahri doktora unvanı verildiğinde, aynı zamanda hocam olan Selçuk Üniversitesi rektörü Halil Cin şu sözleri söylemişti: “Enver Bey, İslâmiyeti iyi biliyor. Türkiye’nin şartlarını da iyi biliyor. Onun için muvaffak oluyor”.


  Hakikat Gazetesi'nin ilk nüshası (22 Nisan 1970)

 

Enver Ören'in gazetede kaleme aldığı makalelerden biri

Kimseyi düşman edinme!

Gazetenin bir yemeğindeydik. “Size muvaffakiyetinizin sırrını sorsalar, ne cevap verirdiniz?” diye sordum. “Güler yüz, tatlı dil, kimseyi kendine düşman edinmemek” diye cevap verdi. Gerçekten her hal ve şartta, yüzü gülerdi. Fikren uyuşmadığı kimselerle bile arası iyiydi. Sosyal pozisyonuna rağmen, aşırılıklardan uzak, sade bir Müslüman yaşantısından hiç vazgeçmedi.

Yıllar evvel radyoda tarih programları yapmamı istediğinde, “Aman tarih anlatma, dinlemezler. Lisedeki tarih derslerini kimsenin sevmediğini hatırla.  Hikâye anlat!” tavsiyesinde bulunmuştu. Bu sayede, programlar çok alâka uyandırdı. Bir karşılaştığımızda, “Bugün radyoda çok acıklı şeyler anlattın. Neredeyse ağlayacaktım. Zaten insanların derdi başından aşkın” diye latife etti. İttihatçıların öldürttüğü muhalif gazetecilerden bahsetmişim. “Haklısınız. Bundan sonra daha neşeli şeyler anlatayım” dedim.

Hırka-i Şerif ziyareti

Hicaz dönüşü Enver Bey’e acve hurması ile Hacerü’l-Esved’e sürdüğüm bir tesbih getirmiştim. Yaşça büyük birine tesbih verilmez, ama o zaman düşünemedim. Memnuniyetle kabul etti. Epey zaman geçti. Ankara’da Hacıbayram Türbesi’nde karşılaştık. Ceketin sağ cebinden o tesbihi çıkarıp bana gösterdi. Göz kırpıp gülümsedi. Hayret ettim.

Holdingde çalışan iki kişi arasında bir borç ihtilafı çıkmış. Enver Bey’i hakem yapmışlar. Bir tanesi borcu ödediğini söylüyor; öbürü ödemedi diyor. Enver Bey, borç ne kadar diye sormuş. Sonra çıkarıp o kadar parayı alacaklıya vermiş. “Birine haklı desem, öbürü yalancı çıkacaktı” diye anlattı. Ben de “Kadı efendinin menkıbesine benzedi. O da iki taraf arasında karar verememiş. Benim vazifem ihtilâfı çözmektir diyerek borcu cebinden ödemiş” dedim.

Kalb ameliyatı geçiren Şehzade Harun Efendi ile (Aralık 2010)

Bilhassa Ehl-i Beyte ve Osmanlılara sevgi ve bağlılığı sonsuzdu. “Evlâda yapılan, babaya yapılmış gibidir” derdi. Napoli’de tesadüfen Sultan Hamid’in sürgündeki zevcesi Behice Sultan ile tanıştığını; her gün yanına gittiğini anlattı. Buna dair hatıralarını bir zaman evvel bir mecmuada neşretmiştim.

Mediha Sultan ailesinin zaruret içinde olduğunu işitince, kendilerine maaş bağladı. Bu aileden Fethi Sami Bey, “Enver Bey, gerçek bir Osmanlı evladıdır” derdi.

Sultan Hamid’in gelini Andelib Hanım’a çok hizmeti geçti. O da Enver bey’i manevî evlâdı saydı. Napoli’den dönerken Behice Sultan’, “Bizi kendine alıştırdın. Doğurduğum çocukları bile senin kadar sevmedim. Şimdi beni bırakıp gidiyorsun. Hak revâ mı bu?” demişti. Şimdi sevenleri de aynı şeyi söylüyor. Kendisini rahmet ve minnetle anıyoruz.