Kemalist inkılâba halkın reaksiyonu ne oldu?
İNKILÂB DÜŞMANLARININ VAY HÂLİNE!

İnsan hayatında inkılâp (devrim) değil; tekâmül (evrim) esastır. Bu sebeple inkılâplar her zaman gürültülü olmuştur.
6 Şubat 2013 Çarşamba
6.02.2013

Bir ideolojinin eseri veya bir liderin empozesi olduğu için de taraftarları kadar, aleyhtarları vardır. Hatta aleyhtarları daha çoktur. Ama inkılâbın coşkusu içinde muhalifler bir varlık gösteremezler.

Kız gibi meclis

Kemalist inkılâplar, müsait bir zamanda, siyasî ve sosyal bir buhranın hemen arkasından; 1923 seçimleriyle teşekkül eden ve Gazi’nin tabiriyle (İsmail Habip Sevük, Atatürk İçin, s. 53) “Kız gibi bir meclis” tarafından yapıldı. Ama gerçek mimar, “bir askerî kahraman”dır.

Atatürk, tarihin yetiştirdiği en büyük inkılâpçılardandır. İnkılâpları sadece bir ideolojinin değil, ihtiyaçların eseri olarak göstermeyi başarmıştır. Yılmaz Öztuna zekice der ki: “Bunları doğrudan değil; göstermelik de olsa meclis vasıtasıyla yaparak bir meşruiyet kazandırmaya çalışmış; ayrıca imparatorluk sahibi ve din uğruna asırlarca mücadele etmiş bir halkın vicdanına ağır gelme tehlikesini hep nazara alarak, Türklük vurgusuyla, hep milli gururu okşamayı bilmiştir.”

Böylece memleket birkaç sene evvel hayal edilemeyecek değişikliklere sahne olmuştur. İnkılâpların nüvesini ortaya atan Jön Türkler bile muhtemelen bu kadarını ummamıştır. Osmanlı cemiyetinin dönüştürmek isteyen mahfiller kanlı bir tasfiyeyi akıllarına getirmemişti. Arnold Toynbee der ki: “İnkılaplar, 3 asırlık Avrupa modernleşmesini bir şahsın hayat devresi içine sıkıştırmış ve kanunla mecbur kılınmıştır.” (Dünya ve Garp, 41)

İnkılâba reaksiyon, daha Ankara hareketinin başladığı yıllara gider. Padişah otoritesine karşı İttihatçıların yeni bir atraksiyonu olarak görülen bu teşebbüs, Urfa, Yozgat, Konya, Bolu, Adapazarı, Gönen başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok yerinde isyanlarla karşılanmıştır.

İsyanların gerekçesi, Ankara’nın, bitmiş bir memleketin savaştan bezgin ve yorgun halkından yeni vergiler ve asker toplaması olmuştur. Ancak ciddi bir organize ve maddî güçten mahrum olan bu hareketler, kanlı ve zahmetli bir şekilde bastırılmıştır.

Zaferin ardından inkılâplara ilk reaksiyon Atatürk’ün yakın çevresinden gelmiştir. Bunlar gerici şahsiyetler değildir. Ancak inkılâpları millî bünyeye aykırı görmekte; rejimin diktatörlüğe kaydığını düşünmektedir. Bu muhalifler siyasî olarak tasfiye edilmiştir.

Tâ Yunan Harbi sırasında Ankara’ya dudak büken; şimdi de inkılâplar tenkit eden muhafazakâr İstanbul matbuatı ve entelektüelleri de, İzmir suikasti ve ardından Şeyh Said hâdisesi vesilesiyle hizaya getirilmiş; hatta o zamana kadar İstanbul’a gelmekten çekinen M. Kemal Paşa, bu sükûnet üzerine ilk defa 1927’de İstanbul’a gelebilmiştir.

Ne kadar idealist görünürse görünsün, darbelerde meşruiyet noksanlığı olduğu için, halk yenilere itaatte isteksizlik, hatta mukavemet gösterir, iç savaş çıkar. Halkı hizaya getirmek (vergi ve asker alabilmek) için, bu işinin şakasının olmadığını göstermek lazımdır. Bu da şiddetle olur. Bolşeviklerin yaptıklarına kıyas edilirse, Türkler ucuz kurtulmuş denebilir.

Halkın, inkılâplara karşı reaksiyonu ise cılız kalmıştır. Bunu sosyo-psikolojik bakımdan analiz eden pek yoktur. An’anevî itaat kültürü; yorgun, bitkin bir halkın zaruri suskunluğu; eski düzen aleyhinde ciddi bir propagandanın tesiri ve Avrupa’nın inkılâplara desteği ile izah etmek mümkündür.

İttihatçılar, memleket çapında geniş ve güçlü bir teşkilat kurmuştu. Ankara hareketinin içinde yer alınca, bu gücü kullandılar. Muhalifler hiçbir zaman bu kadar güçlü olamadı. Başkaldırıyı teşkilatlandıracak tek güç olan ilmiye sınıfı, daha Meşrutiyet devrinde sindirilmişti. Kemalist inkılâp, bu bakımdan İttihatçılara borçlu sayılır.

İtaat kültürü

Saltanatın, ardından halifeliğin kaldırılması ile hanedanın sürgünü, pek bir reaksiyon almamıştır. Halktan bu kadarını beklemeyen Osman Gazi torunları çok şaşırmıştır. Mamafih Silifke, Reşadiye, Bursa, Adapazarı ve Konya’da kıpırdanmalar olmuşsa da, sert tedbirlerle bastırılmıştır.

Şeriatın tamamen kaldırıldığı 1926 medenî kanun inkılâbına pek aldıran olmamıştır. Türklerin bin yıllık yazısının kaldırıldığı, an’anevî kültüre ağır bir darbe indirmiş olması lâzım gelen harf inkılâbına da ciddî bir muhalefete rastlanmaz. Sadece eski mebuslardan Seyyid Taha Efendi’nin “Keşke milletin boynuna haç assalardı da, bunu yapmasalardı. Millet dinini kaybedecek” diyerek felç geçirip vefat ettiği anlatılır.

Ancak dinî hayata bunlar kadar tesiri olmadığı halde, şapka inkılâbı, şaşırtıcı bir reaksiyona sebebiyet vermiştir. Konya, Rize, Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş, Erbaa, Giresun gibi şehirlerde çıkan isyanlar kanlı bastırılmış; Hamidiye zırhlısı Rize’yi denizden bombardıman etmiştir. İbret-i âlem için onlarca  sarıklı asılmış; hatta inkılâptan çok önce yazdığı Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitabından dolayı kanunlar geriye yürütülerek eski müderrislerden İskilipli Atıf Efendi de idam edilmiştir. Rizeliler, “Atma Hamidiye atma din kardeşiyuk/Şapka da giyeceğuk, vergi de vereceğuk” diyerek boyun eğmiştir.

Yavuz zırhlısı 

İskilipli Âtıf Efendi

Osmanlı tarihinde inkılâp deyince ilk akla Sultan II. Mahmud gelir. Memurların fes, setre ve pantolon giymelerini emretmiş; ilmiye ve halkın kıyafetine karışmamıştı. Avrupa’nın alelâde bir taklidi değil, millî bünyeye uygun bir ıslahat olduğu halde, bazı kesimlerden “Gâvur Padişah” damgası yemekten kurtulamadı.

İnsanlar, şekle düşkündür. Serpuşun, o zamanki İslâm kültüründe mühim bir yeri vardı. Din kitaplarında şapka giymek, dinden çıkmakla bir tutulurdu. Avrupalılara “gâvurluklarının” şiddetini ifade etmek üzere “Şapkalı Gâvur” demek âdetti. Bunun dışında 1932 tarihli Arapça ezan yasağına karşı, Bursa’da patlak veren ciddi bir isyan, askerlerin müdahalesiyle durdurulabilmiştir.

Her inkılâp, muhaliflerini sindirmek üzere çeşitli tedbirler almıştır. Fransa’da, Rusya’da, Çin’de, Almanya’da da böyle olmuştur. Ankara da, 1793 tarihli Fransız İhtilâl Mahkemelerinden ilhamla 1920’de çeşitli şehirlerde İstiklâl Mahkemesi kurdu. Bunlara asker kaçaklarını takip etmek ve Anadolu halkından, Ankara hareketine karşı çıkanların cezalandırılması vazifesi verildi.

Hâkimleri hukukçu değil de, mebuslardan seçilen, doğrudan meclis başkanına bağlı bu mahkemeler 7 sene boyunca 83 bin zanlıyı muhakeme etmiş; 4500 idam olmak üzere 50 bin kişiyi cezalandırmıştır. İnkılâplara reaksiyondan başka bir şey olmayan Kürt isyanlarını bastırma harekâtlarında imhâ edilen on binlerce köylü, bu sayıya dâhil değildir. Bursa, Yozgat gibi isyancı şehirler bile ceza almış; yatırımdan mahrum edilmiştir. İnkılâpları halkoyuna sunmaktan kaçınmanın ve demokratik bir meclis kurmamanın ne kadar yerinede! olduğu da böylece ortaya çıkmıştır.