TÜTÜN DİYE NESNE GELDİ CİHÂNA…

Tütünün serüveni Amerika'da başladı ve nerede ise beş asırdır günlük hayattadır. Dünya âlem, mücadele ede dursun, tiryakiler dumanı tüttürmeye devam ediyor.
2 Ocak 2013 Çarşamba
2.01.2013

Kristof Kolomb, yalnızca Amerika kıtasını bulmadı; tütünü de dünya ile tanıştırdı. Antil Denizi’ndeki bir ada yerlilerinin tüttürdüğü ve tobako dediği ota, kendisi ve adamları da dadandı. Bu adaya Tobago dediler. Portekizliler, tiryakisi oldukları otu da, yanlarında Avrupa’ya götürdüler. Dünya, bu yeni keyif verici maddenin mahkûmu oldu.

Şark Tütünü dünyayı geziyor

Patlıcangillerden ilmî adı nikotiana olan ve şifalı zannedilen ot, 1550’lerde Osmanlı ülkesine de girdi. Sultan III. Murad, Polonya Kralı’na gönderdiği hediyeler arasında kurutulmuş tütün yaprakları da vardı. İlk defa 1583’te Milas’ta ekildi. Halk arasında süratle yayıldı. Cinsine göre tömbekide veya çubukta yakılır, enfiye gibi burna çekilir yahud ağızda çiğnenirdi.

Tarihçi Peçevî, bu modayı uzun anlatır: “Tütünü İstanbul’a 1600 yılında İngilizler getirdi. Şifalı diye sattılar. Önce ehli keyf, sonra herkes kullandı. Ulema ve rical bile mübtelası oldu. Hakkında şiirler yazıldı. Kahvehanelerde göz gözü görmez oldu. Kokusu elbiselere sindi. Ayak takımı sokakta tütün içip dumanını insanların yüzüne üflerdi. Bu sebeple kavgalar çıkardı. Külleri etrafı kirletirdi. Yangınlara sebep olurdu” der.

 

    Türk tütünü ile hazırlanan ecnebi bir sigara : Murad (1909)

Sultan I. Ahmed, halkın işinden geri kalmasına sebebiyet veren “tabaga”nın ekilmesini, satılmasını ve içilmesini 1609’da yasakladı. Fermanda, içmeye devam edenlerin çubuğunun burnuna sokulup teşhir edileceği de yazılıydı. Yasağın bir sebebi de tütünün ilaçlanmasında kullanıldığı için balmumu fiyatının olabildiğine artmasıydı.

Halk yasağı dinlemedi. Fermanlar birbirini izledi. Tâ ki Sultan IV. Murad padişah oluncaya dek. 1633’te Cibâli’deki bir kayıkta uyuyakalan tiryakinin çubuğunun devrilmesi neticesi yangın çıktı. 20 bin ev yandı. 50 bin kişi sokakta kaldı.

Bunun üzerine celâlli padişah tütün yasağını sert tatbik etti. Kahvehaneleri yıktırdı. Tebdil gezip, tütün içerken yakaladıklarını bizzat öldürttü. Böylece 20 bin kişinin öldürüldüğü söylenir. Tütmekten gelen tütün adı da bu sırada verildi.

Sultan IV. Mehmed tahta çıktıktan sonra, kendisi de tütün tiryakisi olan Şeyhülislâm Bahaî Efendi’nin fetvâsıyla 1649’da tütün yasağı kalktı. Artık 41 kazâda ekiliyor, 10 bin kişi geçimini bundan temin ediyordu. Yenice, İskeçe, Bitlis ve Şemdinan tütünü başta gelmek üzere “Şark Tütünü” dünyada meşhur oldu. 1688’de devlet tütüne vergi koydu. Bunun üzerine kaçakçılık başladı. Devlet de vergiyi düşürdü.

Tütünün dinî hükmü mevzusunda münakaşalar da o zaman başladı. Osmanlı âlimlerinden bazısı haram, bazısı mekruh, bazısı mubah dedi. Haskefî, Şernbülâlî, Hâdimî, Kalyubî, Bursevî gibi haram diyenler, “Resulullah, her sarhoş edici ve bedeni gevşeticinin içilmesini yasakladı” hadisine dayanıp, gevşetici, zararlı, kötü kokulu ve israf olduğu için tütüne karşı çıkıyordu.

İbni Hacer, İmadî, İsmail Nablüsî ve İbni Âbidin gibi mekruh diyenler de çiğ soğan ve sarımsağa kıyas etti. İbni Nüceym ise, delil olmayınca, hüküm verilmez dedi. Hanefîlerden Abdülgani Nablüsî ve Mâlikîlerden Ali Echûrî, tütünün mubah olduğuna dair birer risale yazdılar.

Tütünü haram kabul eden Kadızadelilerin XIX. asırdaki mümessili sayılabilecek Oflu Emin Efendi’nin tütüne dair duhan risalesi o kadar sert bir üslupla yazılmıştır ki, 1867’de hükümet bu ruhsatsız kitabı toplatmış ve ruhsatsız kitap neşreden müellifini 2 sene sürgüne göndermiştir.

“Emirin hangi emri tutulur?”

İbni Abidin, bazı ulemânın tütüne haram demesini, padişahın yasak edişine bağlar. Nitekim emîr, mübahları emreder veya yasaklarsa, uymak vâcib olur. Eğer emîr zâlim ise, kendisini tehlikeye atmamak için; âdil ise, maslahat sebebiyle uyulur. Âdil emîr bir mübahı emreder veya yasaklarsa, umumun menfaati için yapar.

Meselâ yangın çıkmasın diye tütün içilmesini, sâri hastalık sebebiyle koyun eti yenilmesini yasaklayabilir. Pahalılık sebebiyle, ihtiyaç maddelerine narh koyabilir; barut gibi kritik maddelerin yurt dışına ihracını yasaklayabilir. Çok kadınla evliliği, kadın sayısı az olduğu zaman yasaklayabilir; çok olduğu zaman emredebilir.

Tatarhaniye’de “Vebâ veya benzeri sebeple emîr birkaç gün oruç tutulmasını emrederse, tutmak vâcib olur” der. Ama “Kimse mavi giymeyecek” diye keyfî emir verse veya kötülüğü emrederse, uymak vâcib olmaz; ama bu sebeple zarar verecek olursa, kendisini tehlikeye atmamak için uymak vâcib olur.

Abdülgani Nablüsî biraz alaylı olarak der ki: “Keşke bilseydim, padişahın iki emrinden hangisi tutulur? Halka tütünü yasaklayan emri mi, tütünden vergi alma emri mi? Çünkü vergi alması, hakikatte onu kullanmaya dair bir emirdir. Âyet-i kerimede itaati emredilen veliyyülemr, âlimlerdir”. Nesefî de der ki: “Bir yerde halife yoksa, beldenin âlimi ve vekilleri halife yerine geçer”.

Tütün mü bal mı?

Tütün muhaliflerinden biri demiş ki: Tütün diye nesne geldi cihâna/Hak nasib etmesin ehl-i İslâma/Tütsü yakar çıksın diye imâna. Tiryakiler geri durur mu? Alın işte: Tütüne haram demiş birkaç nâdân-u ahmak/Neden haram olsun, o da bir yeşil yaprak/Mısır’da fetvâsın verdi allâme Altıparmak/Haram diyenin başına vurunuz üç-beş tokmak. Neticede tütün ulemâdan padişaha, dervişden şeyhe kadar yayıldı.

Sigara ile tütünün hükmü aynı mı değil mi, bir yana, tiryakiler, “Helâlse içiyorum, haramsa yakıyorum” dediler. Tiryakiye demişler: Dağıt bu duhânın bulutun sabır yeliyle/Aklın güneşine hâil oldu, kerem eyle. (Akıl güneşine perde olan şu duman bulutunu, sabır rüzgârıyla dağıt!). O da cevap vermiş: Lezzet ü ta’mı duhânın, şehd ile şekerde yok. (Tütünün tadı bal ile şekerde bile yok!)

Arnavutlarda meşhurdur: Kafja pa duhan si turku pa iman (Tütünsüz kahve, imansız Türk gibidir).
“Tütün içenden şeyh de olmaz molla da olmaz” diyen birine, Şark ulemasından Alaaddin Ohini’nin yazdığı bir Kürtçe kıta vardır:
Tütün miskü âlayê
Keşanâ şeyhu melâyê
Kî dıbêjê tütün belâyê
Ev ne şeyhu ne melâyê
(Tütün miskü anberdir
Şeyhlerin mollaların çektiğidir
Kim derse tütün beladır
O ne şeyhtir ne molladır)
Espritüel bir şahsiyet olan ve ağızlıkla keyifli keyifli sigara içişi tanıyanların hatırında olan sahaf Muzaffer Ozak’ın sigaraya dair “Latife” serlevhalı mizahi bir şiiri vardır.
O uzun geceler derdime yoldaş
Vebalime ortak benim sigaram
Her nefes bana en samimi sırdaş
Ahvaline ortak benim sigaram
Çok kimse zemmeder batırır onu
Doktorlar nehyeder attırır onu
Bu fakir keyf ile tüttürür onu
Emvalime ortak benim sigaram
Kıvrılır kül olur nazik bedeni
Zifirle doldurur bu canı teni
Çok dosta değişmem inan ki seni
Melalime ortak benim sigaram
Her lahza ağzımda severim seni
Zevk ile çekerim süzerim seni
Bağışla ayakla ezerim seni
Zevalime ortak benim sigaram

Böylece müdehhinler, tütünkeşler hiç bir şeye aldırmadı. Sıfat-ı ârızada asl olan ademdir, yani sigara içmemek asıl, içmek ârızî iken, içenler, içmeyenlere galebe çaldı. Her yerde hayat tütünkeşlere göre tanzim olundu. Tütün içmek büyükler için bir statü, küçükler için büyüme alâmeti oldu. Dertlenen de içti, sevinen de.  Menfaati daha çok olmasına rağmen, çayı, kahveyi ikinci plana itti.  Derken devran döndü. Şimdi tütünkeşlere cümle âlem üçüncü sınıf muamelesi yapıyor. Ne demişler, her kemâlin, bir zevâli vardır. İtalyanca “Fumare come Turco” (Türk gibi sigara içmek) diye bir tabir vardır. Çok sigara içenlere denir. Vaktiyle dünyanın en güzel tütününü imal edip içen Türkler, şimdi hükümet sigara zammına karşı olduğu için, Amerika’nın en kalitesiz ve maliyeti düşük tütünlerini tüttürmektedir.

Adalı tütüncü

Tütün rejiye bağlanmadan, yani inhisar altına alınmadan evvel, serbestçe yapılır, alınır ve satılırdı. Türk tütünü nam yapmıştı. Bir fabrikatör diğerinden daha iyi mal çıkarır; birinin harmanı diğerinden âlâ olur, hasılı bu serbestlik sayesinde hem daha iyi tütün içilir, hem de tütün daha ucuza mal olurdu.

İstanbul’da tütün satışı hemen hemen Sakızlı Rumlara mahsustu. Bunlar çıraklıktan yetişmiş, tütünün ilmini elde etmişlerdi. Şimdi bir kimse bir dükkana giderek tütün veya sigara paketini aldıktan sonra çıkıp gider. Eskiden öyle. Tütüncü dükkanı adeta berber gibi bir gazetenin gördüğü işleri görürdü.

Tütüncü dükkânı iki kısımdan ibaretti. Bu kısımlar geniş bir büyük mermer banko ile birbirinden ayrılırdı. İç taraf hususi idi, burası müşterileri alakadar etmezdi. Dış tarafı ise umumiydi. Orada oturacak yerler olurdu. İşte müşteriler tütün aldıktan sonra buraya ilişip tatlı tatlı sohbet ederdi.

Efendiler mutlaka günde iki defa sabah akşam tütün almak bahanesiyle tütüncü dükkânına gider, biraz laf yapıp birkaç dirhem İskeçe veya Bafra aldıktan sonra yine gelmek üzere çıkıp giderlerdi. Böyle az tütün almalarının sebebi sabah akşam tütüncü dükkânına girip çıkma bahanesini temin içindi. Celal Nuri İleri’nin Adalı Tütüncü diye bir hikâyesi vardır.

Zararı var mı?

-Birader tabakan var mı?

-Var.

-Bir içimlik tütün verir misin?

-Veririm.

-Kâğıdın var mı?

-Var. Al.

-Ateşin var mı?

-Var. Buyur.

-Birader tütün zararlı diyorlar, sen ne dersin?

-Tabaka elden, kâğıt elden, ateş elden olduktan sonra ne zararı olacak?

  

Atatürk sıkı bir sigara tiryakisi idi

  

 Osmanlı Reji İdaresi Bafra Sigarası