Süper güçler muradına nasıl erdi?
HALİFELİĞİN KALDIRILMASININ ARKA PLANI

Bir zamandır gazeteler halifeliğin tekrar kurulacağını, buna mevzuatın da müsait olduğunu söylüyor.
5 Aralık 2012 Çarşamba
5.12.2012

1922’de saltanatın kaldırılması, siyasî hâkimiyeti tek elden Ankara’nın kullanması içindi. Mustafa Kemal, İslâm dünyasındaki prestijini iyi bildiği için, halifeliği muhafaza taraftarıydı. Bu, dünya siyasetinde Türkiye’nin elini güçlendirecek bir kozdu. Gayrı Türk unsurları merkeze bağlayacak bir bağdı. Esir Müslümanlar Yunan Harbi sırasında Ankara’ya para akıtmış; İş Bankası bile bu paralarla kurulmuştu. 

Önce kendisi siyasî ve manevî nüfuzu haiz bir halife olmayı düşündü. 1924’e kadar çizilen dindar imajın sebebi budur. O zamanın gazetelerine göz atanlar, dünya müslümanlarının, “emperyalistlere karşı zafer kazanmış bir kahraman” gördükleri Kemal Paşa’ya biata hazır olduğunu düşünür. Bunun mümkün olmadığını anlayınca, hanedandan Abdürrahim Efendi gibi uyumlu bir şehzadeyi veya Şeyh Sünûsî’yi halife yapmak istedi.

Said Nursi, Ankara’da neşrettiği bir beyannamede saltanatı kaldıran milletvekillerini “Ey mücâhidîn-i İslâm ve ey ehl-i hall ü akd” diye selâmlar. Onları halifeyi tayin edip azletmeye salahiyetdar kişiler olarak vasıflandırır. Ankara meclisine, saltanatı şahsiyet-i maneviyesinde deruhde ettiği gibi, halifeliği de böyle deruhde etmesini tavsiye eder. Böylece saltanatın ilgâsını kabullendiği gibi, Abdülmecid Efendi’yi de halife tanımadığını ilan eder (Tarihçe-i Hayat, 142)

1922’de saltanatın kaldırılması, siyasî hâkimiyeti tek elden Ankara’nın kullanması içindi. Mustafa Kemal, İslâm dünyasındaki prestijini iyi bildiği için, halifeliği muhafaza taraftarıydı. Bu, dünya siyasetinde Türkiye’nin elini güçlendirecek bir kozdu. Gayrı Türk unsurları merkeze bağlayacak bir bağdı. Esir Müslümanlar Yunan Harbi sırasında Ankara’ya para akıtmış; İş Bankası bile bu paralarla kurulmuştu. 

Önce kendisi siyasî ve manevî nüfuzu haiz bir halife olmayı düşündü. 1924’e kadar çizilen dindar imajın sebebi budur. O zamanın gazetelerine göz atanlar, dünya müslümanlarının, “emperyalistlere karşı zafer kazanmış bir kahraman” gördükleri Kemal Paşa’ya biata hazır olduğunu düşünür. Bunun mümkün olmadığını anlayınca, hanedandan Abdürrahim Efendi gibi uyumlu bir şehzadeyi veya Şeyh Sünûsî’yi halife yapmak istedi.

Said Nursi, Ankara’da neşrettiği bir beyannamede saltanatı kaldıran milletvekillerini “Ey mücâhidîn-i İslâm ve ey ehl-i hall ü akd” diye selâmlar. Onları halifeyi tayin edip azletmeye salahiyetdar kişiler olarak vasıflandırır. Ankara meclisine, saltanatı şahsiyet-i maneviyesinde deruhde ettiği gibi, halifeliği de böyle deruhde etmesini tavsiye eder. Böylece saltanatın ilgâsını kabullendiği gibi, Abdülmecid Efendi’yi de halife tanımadığını ilan eder (Tarihçe-i Hayat, 142)

                                                              

Halifeliğin kaldırılması, Müslüman sömürgelere sahip İngiltere’nin öteden beri arzusuydu. Halifeliğin kaldırılması, Müslüman sömürgelere sahip İngiltere’nin öteden beri arzusuydu. Hariciye Vekili Lord Curzon’un daha Mayıs 1919’da dile getirdiği gayrı resmi görüşlerinin hülasası şudur: “Türkler Avrupa’dan gitmeli. Sultan, İstanbul’da oldukça müslümanların gözü onda olacak. İstanbul, harbin başında Ruslara söz verildi. Neyse ki sonra hâdiselerin seyri değişti. Sultan, Asya’ya atılırsa müslümanların gözünde İran şahı gibi sıradan bir devlet reisi olur. İstanbul ona prestij veriyor.  Boğazlar herkese açık olmalı.” Curzon, Sultan ile Türkleri aynı tutuyor. Türkler Avrupa’dan atılmalı derken, aslında Sultan’ı kasdediyor. İttihat Terakkinin hala aktif olduğunu söylüyor. (Lord Derby’ye yazılan rapor. British Library: India Office Records and Private Papers.)

Bu sebeple, halifelerin Kureyş’ten olması gerektiği propagandasını yaptı. Arab ulemâsı buna karşı çıktı. Hindistan'daki Hilafet Komitesi bile, İngilizlerin kontrolündeydi ve Osmanlı hilafeti yerine ütopik Arap hilafetinden yanaydı ki bu İngilizlerin işine gelirdi.

Bu arada Seyyid Bey adında medrese çıkışlı bir milletvekili, Hilâfetin Şer’î Mahiyeti adında, halifeliğin İslâmî bir müessese olmadığını, devlet reisliğinden ibaret bulunduğunu müdafaa eden tebliğini, mecliste alkışlar ve şaşkınlıklar arasında okudu.

Aynı sene Mısır Meliki Fuad’ın halifeliği sürdürme emeline set çekmek üzere Ali Abdürrâzık adında bir hocaya aynı mealde bir kitap yazdırılmış; Ezher ulemâsı, kendisini ilmiye sınıfından ihraç etmiştir.

 


Ağa Han

Lozan’da kapitülasyonlara ve gayrı müslimlerin statüsüne dair meseleler görüşülürken, hilâfetin ve şer’î hukukun kaldırılması mevzubahis oldu. Müzakereler kesildi. İsmet Paşa Türkiye’ye dönüp, olup biteni Eskişehir’de trende buluştuğu Mustafa Kemal’e anlattı. İkisinin de kaldırılmasına karar verildi. Lozan zabıtlarında bunu açıkça görmek mümkündür. Şimdi iş, fırsata kalmıştı

Tam bu sırada İngiltere’nin adamı olduğunda şüphe bulunmayan İsmailî mezhebinin imamı Ağa Han, sanki Sünnî halifeyi metbu tanıyormuş gibi, Ankara’ya mektup yazdı ve halifenin siyasî gücünün arttırılmasını istedi. Mektup İstanbul gazetelerinde neşredildi. Ankara’nın bahanesi bu oldu.

Lozan, Temmuz 1923’te imzalandı. Ankara, 3 Mart 1924 tarihli kanunla halifeliği kaldırdı. Halkın reaksiyonundan çekinerek hanedanı topyekûn sürgün etti. İngiliz parlamentosu, ancak bundan sonra Lozan’ı tasdik etti. Ekim 1923’e kadar da İstanbul’u boşaltmadı.

İslâm dünyasında büyük infialle karşılanan bu hâdise üzerine, Mısır Meliki Fuad ve Mekke Şerifi Hüseyn halifeliği kendi şahıslarında ihya etmek istediyse de, gerek Müslümanların hüsnü kabul göstermemesi, gerekse İngiltere’nin engellemeleri sebebiyle bir şey elde edemedi. Dünya Müslümanları tarafından birkaç defa toplanan Hilâfet Şûrâsı’nda da netice çıkmadı. Böylece İslâm tarihinin bu en eski müessesesi tarihe karışmış oldu.


 Seyyid Bey


Melik Fuad

Şerif Hüseyin Paşa

“Siz isterseniz, halifeliği bile geri getirirsiniz”

1955’te merkez yoklamasına reaksiyon olarak 19 vilâyette ara seçimleri kaybeden DP grubunda milletvekilleri hükümeti sıkıştırdı. Adnan Menderes grubun meclisteki gücünü ima ederek “Siz isterseniz halifeliği bile geri getirirsiniz” mealindeki tarihî sözünü söyleyerek ortalığı yumuşatmıştı. Bu söze, sonraki yıllarda çeşitli kesimlerce farklı manalar yüklendi. Hatta Atatürk’ün son günlerinde bu yolda hazırladığı ve Ziraat Bankası’nda saklı bir vasiyeti olduğu, Menderes’in bunu gördüğü için böyle konuştuğu söylendi.

Kanun maddesi şöyledir: Halife hal’ edilmiştir. Hilâfet, hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, hilâfet makamı mülgâdır.” Madem ki hilafet meclisin manevî şahsiyetinde mündemiçtir, o halde meclis isterse halifeliği geri getirmeye de salâhiyetlidir. Halbuki kanunun mânâsı, devleti hükümet idare eder; halifeye lüzum yoktur demektir.

1924, henüz Türkiye Cumhuriyeti’nin bir İslâm devleti olduğu bir yıldır. Halife, İslâm devletinin reisidir; papa veya patrik gibi ruhanî lider değildir. Klasik ifadeye göre “Bir elinde kılıç, diğerinde Kur’an-ı kerim tutar”. Ahkâm-ı İslâmiye’yi Hazret-i Peygamber’e vekâleten yerine getirir. Dolayısıyla laik devletin reisi, gerçek bir halife olamaz. Meclis, elinden gelirse anayasayı değiştirerek halifeliği geri getirebilir. Bunun için kanunda geçen o ibareye ihtiyaç yoktur. “Saltanatı, halifeliği kaldıran, cumhuriyeti ilan eden kanunlar birer anayasa değişikliğidir. Bunun için meclisin üçte ikisinin kabul etmesi lâzımdır. Halbuki böyle olmamıştır, dolayısıyla kanun baştan itibaren geçersizdir” bile diyebilir.

 

Halifeliğin ilgasını tasvir eden karikatür. Diğer ruhani reislerini de kovulduğunu  gösteriyor, ama doğrusu hepsi yerindedir.

Bill Clinton, Türkiye ziyaretinde yaptığı bir konuşmada İslâm dünyasının bir halifesinin olmamasının getirdiği mahzurlar üzerinde durdu ve bu müessesenin Türkiye üzerinde yeniden kurulması hususunda imalarda bulundu. İngiltere ve ABD gizli servisleri, amme efkârını yoklamak adına böyle projeleri zaman zaman medyaya sızdırmaktadır. Mezkûr vasiyet bile her şeyi Atatürk’e refere etmeye alışmış kitleleri teskin için uydurulmuş olabilir.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin de bir parçası olan bu teşebbüs, Türkiye’de bütün İslâm dünyasında sembolik, hatta diplomatik nüfuza sahip, geniş kabul görecek karizmada, Sünnî, hilafet an'anesine muvafık bir namzedin çıkarılmasını gerektirir. Süper güçlerin istediği, dünya barışına hizmet edecek (yani İslâm dünyasını kontrol altında tutmaya yarayacak) sembolik bir halifeliktir. İster hanedandan biri olsun, isterse Müslüman âleminde prestij kazanmış bir şahsiyet olsun, bu koca an'anenin kıyısından köşesinden ihyasının, İslâm dünyasında bir itimat ve ümit hâsıl etmesi; dünya barışına yardımcı olması bekleniyor.

Hindistan Hilâfet Şûrâsı Bombay 1920'ler