KUZU PAŞA MI, KURT PAŞA MI?
Muhafazakârlık-İnkılâpçılık çizgisi arasında Fevzi Çakmak

Fevzi Çakmak'ıemn muhafazakâr, hem inkılâpçı görüntüsü bir tezat mıdır? Yoksa aslına her şey bir oyundan mı ibarettir?
3 Ekim 2012 Çarşamba
3.10.2012

Mareşal Fevzi Çakmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk genelkurmay başkanıdır. Rumelikavaklı Mustafa Fevzi, Babası Limnili Sırrı Bey de topçu miralayı idi. Arnavut asıllı olduğu söylenir. 1876’lı olduğuna göre Mustafa Kemal’den 5 yaş kadar büyük ve kıdemlidir. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Mitroviça şubesinde faaliyet göstererek yükselmiştir. Cesur ve itaatkâr bir asker olarak tanınmış; muhtelif cephelerde vazife yapmıştır. Mütâreke devrinde Harbiye Nâzırı olmuştur.

Tevkif etmeye gelmişti

Bu devirde Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına, padişaha itaat için nasihat vermek, dinlemezlerse tevkif etmek üzere Sivas’a geldi. Burada Kâzım Karabekir’le görüşüp, ibrenin ne tarafta olduğunu iyi anlayarak geri döndü. Sonra 1920’de İstanbul’un işgali üzerine Sultan Vahîdeddin’in arzusuyla Anadolu’ya geçerek Ankara hareketinin içinde yer aldı. Mustafa Kemal Paşa, önce Fevzi Paşa’nın geldiği yere geri gönderilmesini istedi. Ama sonra İstanbul hükûmetinin Harbiye Nâzırı’nın kendisine katılmasının getireceği itibarı düşünerek emrini geri aldı.

Kozan milletvekili olarak meclise girdi. İstanbul’da padişahla yaptığı mülâkatı ve padişahın Ankara harekâtı hakkındaki müsbet görüşlerini mecliste anlattı. Albay İsmet İnönü’nün Eskişehir ve Kütahya’da yenilmesi ve Yunan ordusunun Ankara’ya yaklaşması üzerine kumandayı bizzat eline aldı. Başbakan, milli savunma bakanı ve genelkurmay başkanı sıfatını uhdesinde birleştirdi.

Ric’at emri veren M. Kemal’i ikna ederek ve düşmanın Afyon üzerinden saldıracağını hesaplayarak Sakarya Muharebesi’nin kazanılmasını sağladı. Elinde Kur’an-ı kerim ile dolaşarak askeri yüreklendirdi. Bunun ardından verdiği kanun teklifi ile kendisinden kıdemsiz olan M. Kemal Paşa’nın gâzi ve mareşal unvanı almasını sağladı.  Böylece kendisi de Dumlupınar Muharebesi vesilesiyle mareşal olabildi. M. Kemal Paşa hariç tutulursa TC’nin yegâne mareşalidir.  Mareşal, meydan muharebesi kazanan generallere verilen unvandır.

Çakmak, zaferden sonra bütün icraatlarında Ulu Önder’i destekledi. Onun planladığı inkılâpların icrasını nasıl İnönü yürüttüyse, Çakmak da elinde tuttuğu ordu gücü ile destek verdi. Bu ikisi, Atatürk inkılâplarının yerleşmesinde iki anahtar şahsiyettir. Toplantılarda Atatürk yalnızca kendisinin görüşünü alırdı. Emsalsiz sadakati sebebiyle Kuzu Paşa diye tanındı. Eski harflerle Fevzi ile kuzu kelimesinin yazılışı arasında bir nokta farkı vardır.

Bununla da yetinmeyen mebuslar kendisini Öküz Paşa diye andılar. Reisicumhura çektiği ve 12 Eylül 1929 tarihli Milliyet'te neşredilen telgrafı şöyledir: “Yüksek dehâlarının ve mucizeler yaratan isabetli ve kuvvetli irade ve idarelerinin hârikanümâ bir yâdigârı olan zafer bayramını bütün silâh arkadaşlarım nâmına tebrike müsâreat eder, Cumhuriyet Ordusu'nun lâyezal merbutiyet ve tâzimatlarını arz ederim efendim.” Rivayete göre Atatürk, vefat ederken yerine Çakmak’ın geçmesini istiyordu.

Namaz kılan paşa

Babacan ve kalender tavırları, namuslu ve perhizkâr hâli müspet bir imaj çizmiş; dindarlığı ile göz doldurmuştur. Dinî terbiyesini annebabası Varnalı müftü Hacı Bekir Efendi’den almıştır. Dayısı kızı Fitnat Hanım ile yaptığı evlilikten Nigâr ve Muazzez adında iki kızı olmuş; soyu, Nigâr Hanım’ın Amerika’da yaşayan torunları Erika Leyla ve Lisa Ayla ile devam etmiştir. Uzun, esmer, toplu, simaca sevimli idi. Az konuşur; sadece işiyle meşgul olur; çok üşür; kılık kıyafetine pek dikkat etmez; traş olmaya, hatta saçını bile taramaya üşenirdi. Dostu da düşmanı da azdı.

Mareşalin, Nakşî Şeyhi Küçük Hüseyin’e bağlılığı bilinir. Askerlere “Benim Dinim” adıyla manzum dinî kitaplar onun emriyle dağıtılmıştır. Asrîlik hareketine verdiği destek nazara alınarak, Çakmak’ın dindarlığındaki samimiyeti zaman zaman şüpheyle karşılanmıştır. Anlaşılıyor ki, siyasete ilişmedikçe, bu kadarcık dindarlığa tahammül edilmiştir. Yıllar evvel Antepli bir harb gâzisinden şu sözleri işitmiştim: “Çakmak, sadece namaz kılan bir paşaydı, o kadar! Anteb’e geldiğinde, bütün hoca efendiler etrafına toplanıp o günlerde dindarların yaşadığı sıkıntıları şikâyet ettiler. Not aldı. Sonradan o hocalar zamanın hükûmeti tarafından tek tek cezalandırıldı.” Bu sözler, Çakmak’ın dindarlığının halk arasında pek de samimi görülmediği intibaını veriyor.

Şurası unutulmamalıdır ki, Çakmak öncelikle bir askerdi. Verilen emri her şeyin üzerinde tutardı. Bu sebepledir ki, bütün cumhuriyet kabinelerinde yer alıp, önüne gelen kararı tereddütsüz imzâlamış; Ankara’ya karşı çıkan isyanlarda ve bilhassa Şark harekâtında insanların başına suçlu-masum ayırmadan bomba yağdırmakta tereddüt etmemiştir.

Yakın dostu Karabekir der ki: “Fevzi Paşa, halim şahsiyetinin ve uzun gençlik erkan-ı harp hizmetini Şemsi Paşa gibi cahil ve müstebit bir Arnavut'un maiyetinde geçirmesi gibi talihsizliğinin esiri olarak, dediği dedik bir amire karşı durabilecek bir yapıya malik değildi. Yukarıya ve aşağıya karşı uysal olmak ile, oturduğu makamda rahatça vakit geçirmekten ileri bir şey düşünmüyordu.” (Paşaların Kavgası, 255)