LALE DEVRİ

Lale, o kadar millî bir çiçektir ki, tarihimizde Yahya Kemal’in tabiriyle “Lale Devri” diye anılan bir devir bile vardır.
25 Nisan 2012 Çarşamba
25.04.2012

Lâle, o kadar millî bir çiçektir ki, tarihimizde Yahya Kemal’in tabiriyle “Lâle Devri” diye anılan bir devir bile vardır. Lale merakı hadde varmış; lale bahçeleri, lale müsabakaları, lale müzayedeleri, lale şiirleri herkesi alakadar eder olmuştur.Zenginlik ve sulh devresi olan bu devir, sonradan tarihçiler tarafından küçümsenmiş; haksız yere zevk ve sefayı anlatmak için kullanılan bir tabir hâlini almıştır.
Osmanlı, sanayi inkılâbına girişiyor
1730’daki Patrona darbesine kadar devam eden 12 yıllık bu devirde padişah Sultan III. Ahmed idi. Tahttan indirilen ağabeyi Sultan II. Mustafa’nın yerine geçmişti. Yakışıklı, kültürlü ve zevk-i selim sahibi bir padişahtı. Hattat ve şairdi. Gerçi büyük bir asker, atak bir devlet adamı değildi. Ama günümüzün Avrupa hükümdarları gibi demokrattı. Değerli gördüğü vezirlere geniş salahiyet vermekten çekinmezdi. Köhnemiş müesseselerin ıslahını gaye edinmişti.
Önce ağabeyini tahttan indiren darbeci zorbaları imha ederek işe başladı. Osmanlı ordusu, Prut’ta Rus Çarı Büyük Piyotr’u yendi; ama Petervaradin’de Avrupa’nın gelmiş geçmiş en büyük askerlerinden Prens Eugene’e yenildi. Padişahın damadı sadrâzam Ali Paşa alnından vurularak şehid düştü. 1718’de imzalanan Pasarofça Anlaşması ile memleket Avrupa’da uzun bir sulh devresine girdi.
Sultan III. Ahmed
Padişah, Ali Paşa’dan dul kalan kızı Ayşe Sultan’ı verdiği Nevşehirli İbrahim Paşa’yı sadrâzam yaptı. O da küçük bir köy olan memleketi Muşkara’yı şehir hâline getirerek Nevşehir adını vermekle işe başladı. Nev, farsça yeni demektir. Sulhun tesiriyle memleket iç huzur ve refaha kavuştu. Memleket zenginleşti. Kâğıt, porselen, halı fabrikalarıyla, Avrupa’dan çok evvel sanayi inkılâbı başladı. İlk Müslüman matbaası bu zamanda açıldı. Gerçi gayrımüslimler asırlardır Osmanlı ülkesinde matbaa işletiyorlardı. Şeyhülislâm Abdullah Efendi, bunun çok faydalı bir buluş olduğunu ifade eden fetvâyı vermiştir.
Nevşehirli İbrahim Paşa
Estetiğin zirvesi
Bu devirde mühendishane kuruldu. Dış ticaret arttı. Şiir ve edebiyat altın çağını yaşadı. Nâbi ve Nedim gibi şairler; Levnî gibi ressamlar; Ebubekir Ağa ve Tanburi Mustafa Çavuş gibi bestekârlar; Nâimâ gibi tarihçiler yetişti. İnsanlar okumaya, fikirler üretmeye, Avrupa’yı merak etmeye başladı. Lâle merakı memleketi sardı. Osmanlı zevki en rafine hâline bu devirde geldi. Şimdi bile Osmanlı usulü bir dekor kullanılmak gerektiğinde, bu devre ait çizgiler tercih edilmektedir. Eski Çırağan Sarayı, Üsküdar Yeni Câmii ve Sultan Ahmed Çeşmesi bu zevkin en güzel numuneleridir. Bunlar ve Sâdâbâd’da yaptırılan köşkler sayesinde inşaat sektörü gelişmiş; “tüketimin üretimi kamçılaması” hedeflenmiştir.
Bu sulh devresindeki tek harb, Rusya’nın İran’a müdahalesi üzerine başladı. İran’daki karışıklıklardan istifadeyle Rusya’nın Kafkasya’yı ele geçirmesinin ne demek olduğunu bilen sadrâzam, sulhsever siyasetine rağmen İran ile harbe mecbur oldu. Nahçıvan, Erivan, Azerbaycan, Hemedan fethedildi. Bu arada Asya’nın en büyük askerlerinden Nâdir Şah, İran tahtına geçti ve Osmanlı ordusunun karşısına dikildi.
 
Parlak devir uzun sürmedi
Herkes hâlinden memnun değildi elbette. En iyi iktidarlar bile, uzadıkça halkı usandırmıştır. Üstelik İbrahim Paşa çok kıskanılıyordu. Namuslu, âdil ve iyiliksever olduğu için kendisini seven çoktu. Ancak alt tabaka arasında menfi propaganda yaygındı. Haberi bile olmadan paşaya düşmanlık peyda eden din yobazlarından eski İstanbul kadısı Zülâlîzâde ile Ayasofya vâizi İspirîzâde, tahrikçilerin başında geliyordu. Sadrâzam, son Alman harbinde hâl-i perişanına şahid olduğu yeniçeri ocağının ıslahında kararlıydı. Üsküdar’da bir kışla kurarak, Fransa’dan getirttiği subaylar nezâretinde modern usulde talim yapan bir birlik kurdu. Bu da orduyu kendisine düşman etmeye yetti. Aşırı merhametli ve yumuşak tabiatı, sonunu hazırladı.
Hükümetin, gümüşün değerini düşürerek paranın kıymetini artırma çabaları, Galata sarraflarının işine gelmedi. Darphaneye gümüş satmayı kesince, para basma işi aksadı. Ticarî hayat durma noktasına geldi. Hükümet imalatı arttırmaya çalışırken, ithalatı sınırlamak için tüccarlara ticaret vergisi koydu. Bu esnada İranlıların Tebriz’e girip katliâm yaptığı haberi İstanbul’a bomba gibi düştü.
Sâdâbâd Köşkü
Profesyonel isyancı
Patrona (amiral) gemisinde tayfa olduğu için Patrona Halil diye anılan Arnavut bir sergerde, vaktiyle Venediklilerin tahrikiyle ayaklanmaya karışmış; gemi süvarisi Abdi Paşa tarafından idamdan kurtarılmıştı. Sonra Rumeli’ye geçerek yeniçeri olmuş; Vidin’de bir isyana katılmıştır. Mısır’a kaçmış; burada tefecilerin tahrikiyle tertiplediği isyan bastırılınca; profesyonel bir ihtilâlci hüviyeti kazanarak İstanbul’a kaçmıştır. Burada bir seyyar tablada iğne-iplik satmaya başlamıştır.
Patrona Halil (Jean Baptiste Vanmour'un tablosu)
Patrona Halil, şehirdeki huzursuzluğu fırsat bilip, sarrafların, esnafın ve menfaat icabı sadrâzama muhalif olan ricâlin tahrikiyle bir ihtilâl tertipledi. İran seferi gecikince, padişahın yeniçeri ocağını dağıtmak niyetinde olduğunu yaydı. Bugün yanlış olarak Patrona Hamamı diye bilinen Beyazıt’taki Sultan II. Bayezid Hamamı’nda elebaşlarıyla toplanıp isyan bayrağını kaldırdı.
Ekserisi esnaf yeniçerilerden müteşekkil isyancılar kazandı. Sadrazamı ve damadı olan kaptan-ı deryayı linç ederek padişahı tahttan indirdiler. Padişah, yeğeni Şehzâde Mahmud’u önce alnından sonra elinden öperek tahtına oturttu. İstanbul’u süsleyen kasırlar, köşkler, bahçeler yok edildi. Osmanlı Devleti, sanayileşme yolunda büyük bir fırsatı kaçırmış oldu. Lâle Devri, Tanzimat’ın provasıdır; anlatıldığı gibi bir zevk ve sefa devri değildir. Sermayenin ajanı Patrona Halil’i, bir halk kahramanı sanmak da gülünçtür. Sultan I. Mahmud, kısa bir müddet sonra fırsatını kollayıp isyancıları sarayda tepeledi. Amcasının açtığı ıslahat yolunu devam ettirdi.
Sultan III. Ahmed Çeşmesi