ANADOLU’NUN HAS ÇİÇEĞİ: LÂLE

Lâle, eskilerin çok sevdiği, yüksek mânâlar yüklediği bir çiçekti. Üstelik tarihte bir devre de adını vermişti. Gelin, lâlenin Anadolu’da başlayan, Avrupa’ya, hatta Amerika’ya kadar uzanan hikâyesine kulak verelim…
11 Nisan 2012 Çarşamba
11.04.2012

Lâle, eskilerin çok sevdiği, yüksek mânâlar yüklediği bir çiçekti. Üstelik tarihte bir devre de adını vermişti. Gelin, lâlenin Anadolu’da başlayan, Avrupa’ya, hatta Amerika’ya kadar uzanan hikâyesine kulak verelim…
Çiçek seven bir millet idik. Bahçedekilerle iktifa etmez; evlere, cam önlerine dikerdik. Çocuğuna bakar gibi bakardı annelerimiz, ninelerimiz. Hatta kerli ferli adamların hobisiydi çiçek yetiştirmek. Elbiseler çiçek desenliydi. Sultan Fatih gibi ciddi bir şahsiyeti bile ressam elinde çiçek ile resmetmişti. Kızlara çiçek ismi verilirdi. Beyler, sarıklarına çiçek iliştirirdi. Hanımların mezar taşları çiçek motifliydi. Hâsıl çiçek hem etrafı süsler, hem de kalbleri yumuşatırdı. Osmanlı, bir çiçek medeniyetidir.
Lâle bizim sembolümüzdür
Hele iki çiçek vardır ki, eskiler buna ruhaniyet atfetmiştir. Biri gül, diğeri lâledir. Gül, Hazret-i Peygamber’i, lâle ise Cenab-ı Allah’ı sembolize eder. Rivayete göre gül, Hazret-i Peygamber’in nurundan yaratılmıştır. O’nun gibi kokar. Lâle ise, Allah lafzının yazılışına benzer. Üstelik Osmanlıcada ikisi de aynı harflerle yazılır. Lâle, câmiyi andırır. Ortası kubbe, iki tarafındaki yapraklar ise minarelerdir. Ayrıca lâle, bir tek tohumdan yalnızca bir dal ve çiçek verdiği için Allah’ın birliğini temsil eder. Şair der ki:
Mazhar-ı ism-i celâl olmasa idi lâle,
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle.


Ebruda lâle
Nasıl zambak Fransa’nın, deve dikeni İngiltere’nin, sedir ağacı Lübnan’ın sembolü ise, lâle de Osmanlı’nın sembolüdür. Şark dünyası bir semboller dünyasıdır. Kullanılan her sözün, her bakışın, her hareketin arkasında başka mânâ vardır. Şarkın hisleri inkişaf etmiştir. Şark kalbi ile düşünür. Meramını açıkça değil, dolaylı anlatmayı sever. Bunun için insanî münasebetler daha ileridir. Aşk ve edebiyat hayatı canlıdır. Tezyinat daha ihtişamlıdır. Sanat ile insan iç içedir. Bir vezir, aynı zamanda şairdir. Bir asker, aynı zamanda nakkaştır. Okuma yazma bilmeyen kadınlar, şiirle, meselle konuşur. Tabirlere, atasözlerine, mecaz ve teşbihe, hiçbir yerde bu kadar yer verilmemiştir.


Kemerde lâle
Vakti geldi lâlezarın
Lâlenin anavatanı Anadolu’dur. Kırlık yerlerde gelincik çiçeğine lâle derler. Lâleler adlı Azeri türküsünde de anlatılan gelincik çiçeğidir. Selçuklulardan beri lâle çok sevildi. Çinilerde, kumaşlarda, halı ve kilimlerde, mücevherlerde, câmi, saray, çeşme bezemelerinde kullanıldı. Padişah kaftanlarını, pabuçlarını lale desenleri süsledi. Tarihimizde Yahya Kemal’in tabiriyle “Lâle Devri” diye anılan bir devir bile vardır.


Çinide lâle
Bir lâle soğanı 1000 altın
Lâleye düşkünlük, daha Kanuni Sultan Süleyman zamanında başladı. Bu küçük, yaprakları gayrı muntazam çiçekten, seçme ve melezleme yoluyla çiçeği badem, yaprakları hançer, uçları tığ şeklinde zarif bir çiçek yetiştirildi. Yüzlerce çeşidi üretildi. Bunlara Şuâ-ı Yakut (Yakut Işığı), Nûr-i Sefîd (Beyaz Nur), Rûy-i Mahbûb (Sevgilinin Yüzü-ala), Subh-i Bahar (Bahar Sabahı-beyaz), Goncaperver, Nâvek-i Gülşen (Gülbahçesinin oku) gibi tantanalı isimler verildi. Lâle müsabakaları tertiplendi. Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin yetiştirdiği Nûr-i Adn (Adn cennetinin nuru) adlı lâle bir defasında mükâfat kazandı. Lâlezarlar (lâle bahçeleri) popüler oldu. Lâleyi tasvir eden şiirler, lâlenâmelerde toplandı. Lâle ile uğraşmak üzere bir Encümen-i Dâniş (akademi) bile kuruldu. İran’dan gelme Duhterî (Kızlık) adlı lâle soğanının tanesi 1000 altına satıldı. Lâle fiyatları giderek arttı. Öyle ki Sultan III. Ahmed narh koymak zorunda kaldı. 1725 tarihli narh defterine göre 306 çeşidinden en pahalısı, 200 kuruş ile Nîze-i Rummânî (nar mızrağı) adlı lâledir. Lalelerin rengi, kaplumbağalar sayesinde verilmektedir. Kök boyayı, ısırdığı lale soğanına aksettirir.

Kaftanda lâle
 
Lâlenin Avrupa seyahati
İlk lâle soğanını, 1562’de Alman diplomat Busbecq İstanbul’dan Viyana’ya götürdü. Avrupalılar bu çiçeğe hüsnü kabul gösterdiler. Adına da tulip dediler ki tülbentten gelir. Lâlenin seyahati Holanda’ya uzandı. Çok renkli lâleler tutuldu. Amsterdam’da bir ev alabilecek paraya satıldı. İnsanların cemiyetteki yeri, bahçesindeki lâlelere göre tayin edilir oldu. Lâle borsası çöktüğünde, bir gecede zenginler fakir düştü. 1634-1637 yılları arasında tam bir tulipmania (lale çılgınlığı) yaşandı. Alexandre Dumas’nın Siyah Lâle romanı bu devri anlatır.


Siyah lâle
Şimdi bile Holanda lâleden, Türkiye’nin dış ticaret geliri kadar gelir elde ediyor. Kraliçe II. Elizabeth tarafından II. Cihan Harbi’ndeki yardımlarına bir şükran nişânesi olarak gönderilen lâle, şimdi Kanada şehirlerinde sokakları, bahçeleri süslemekte; festivaller tertiplenmektedir. Avrupa, hatta Amerika ve Japonya sahip çıkarken, anavatanı lâleyi unuttu. Holanda’dan lâle ithaline kalkıştı. Bunlar kısırlaştırılmış soğanlar olduğu için, lâle sevdası pahalıya gelmeye başladı. Büsbütün vazgeçildi. Lâle kız ismi olarak kaldı. Son zamanlarda İstanbul belediyesinin lâleyi yeniden sahiplendiğini görmek memnuniyet vericidir.


Mücevherde lâle
 
Kanı yerde kalmadı
Lâlenin bir de efsanesi vardır. Ferhat, âşık olduğu Şirin’in öldüğü haberini alır. Kendisini öldürür. Akan kan toprağa düşünce, bir çiçek hâlini alır. Kırmızı yapraklar Ferhat’ın ateşini, dibindeki siyah kısım ise yanarak kömür hâline geldiğini ifade eder.