FETİH 1453 FİLMİNE DAİR

Alışılmadık bir örnek olduğu için, Fetih 1453 çok rağbet uyandırdı. Çok emek verilmiş. İyi niyet eseri her sahnede kendisini gösteriyor. Ama kusursuz güzel olmaz!
21 Şubat 2012 Salı
21.02.2012

Alışılmadık bir örnek olduğu için, Fetih 1453 çok rağbet uyandırdı. Çok emek verilmiş.  İyi niyet eseri her sahnede kendisini gösteriyor. Ama kusursuz güzel olmaz!

Doğrusu sinema kritiğinden anlamam. Ama okuyuculardan yakında vizyona giren Fetih 1453 filmi hakkındaki kanaatlerimi soran çok sayıda mesaj aldığım için, cevap sadedinde bazı şeyler söylemek istiyorum.

Çok emek verilmiş

Evvelemirde dünya tarihi için böylesine mühim bir hâdiseyi anlatan filme emeği geçenleri tebrik etmek lâzım. Yıllardır söyleniyordu böyle bir film çekileceği, nihayet gerçekleşti. Eskiden hayal bile edilemeyen şeyleri bu filmde görme imkânı var. Bir kere iyi niyet eseri, filmin her safhasında seziliyor. Çok masraf edilmiş, çok emek verilmiş. Değmiş de… Teknik bakımdan –anladığımız kadarıyla- bir kusur bulmak mümkün değil. Büyük İskender veya Troya’ya benziyorsa da, normal. Sanat yönü, kostümler, mekânlar da iyi. Ancak kurgu ve senaryoya biraz daha emek verilseydi güzel olurdu.

Elbette tarihî filmlerin, hâdiselerle birebir örtüşmesi beklenmez. Ancak tahrif etmemek gerekir. Filmde bu hassasiyet gösterilmeye çalışılmış. Ufak tefek hatalar görmezlikten gelinebilir. Meselâ Eyüp Sultan hazretlerinin kabri fetihten sonra bulundu. Fatih, imparator ile yüz yüze görüşmedi. Cenovalı Giustiniani, ölmedi, kaçtı. İstanbul, XIII. asırdaki Latin istilâsından beri perişandı. Saraydan, hipodromdan, ihtişamdan eser kalmamıştı vs...

Fethin, sıradan bir askerî harekât olmadığı, manevî ciheti öne çıkarılmış. Ne hoş! Ancak dinî ve hamasî vurgu bazen dozunu aşıyor. Bizanslıları bu kadar küçük düşürmeye gerek yoktu. Neticede Konstantin, elinde kılıç çarpışırken ölen ve Fatih’in bile saygı duyduğu bir düşmandı. Şuuraltımızdaki Bizanslı, kötü, sefih, biraz da efeminedir. Tamam, aşksız filmi kimse seyretmez. Ama film sıradan iki karakterin aşkını mevzu edinseydi; Fatih gibi tarihî şahsiyetler ikinci planda gösterilseydi, belki daha iyi olurdu. Meselâ Finli yazar Mika Waltari’nin İstanbul’un fethini mevzu edinen Kara Melek romanı filme alınmaya çok yakışırdı doğrusu.

Hoş bir padişah tasviri

Başrol oyuncusu, muvaffak olmakla beraber, Sultan Fatih’e pek benzemiyor. Hele padişahın neredeyse ağzını örten karakteristik kartal burnu nazara alınırsa… Filmde hem o, hem babası Sultan Murad ve hem de Bizans esaretindeki düzmece şehzâde Orhan, daha çok Kuzey Afrikalıyı andırıyor. Üstelik sıkıntılı zamanlarda yaptığı gösterilen, tesbih tanelerini çiğnemek gibi bazı garip hareketler, Sultan Fatih gibi oturaklı biri için tuhaf kaçmış.  Yine de baş aktörün yakışıklı ve düzgün oluşu, Osmanlı büyüklerinin karikatürize edilmesine alışanlar için pek sevindirici doğrusu. Yersiz harem sahneleriyle sulandırılmamış.

Zamane insanı Osmanlı geleneklerine o kadar uzak ki, ağır başlı görüntü vermek isterken, garip haller zuhur ediveriyor. Tarihî film artistleri, şimdikiler gibi konuşup, reaksiyon veriyor. Halbuki hızlı yürümek, yüksek söylemek, münakaşa edasıyla konuşmak, “teenni sahibi” eskiler için pek alışılmış şeyler değildi. Bir vezirin padişah huzurunda bağırması, sadrazama hakaret etmesi, söze “Saçma!” diye başlaması yadırganıyor. Sultan Murad’ın bir hafta kadar elbiseleriyle teneşir üzerinde yatması da tuhaf. Senaryo yazarı her halde ölüye hemen yapılması gerekli muamelelere şahit olmamış. Neyse şimdi zaten bunlara takılacak kimse nerede! Ancak tarihçilerin gözünü tırmalar. Şimdi bazı aklı evvellerin inkâr ettiği İstanbul’un fethine dair hadis-i şerif, gemilerin karadan yürütülmesi, Urbanus’un topunun infilâkı, Ulubatlı Hasan’ın surlara sancağı dikişi hep filmde yer almış. Bu bakımdan da tebrik etmek gerekir. Ulubatlı Hasan sahnesinde gözyaşlarını tutmak elde değil. Ama böyle fetihle bir anılan İslâm mücahidinin, gayrımeşru münasebeti hiç de hoş kaçmadı. Bari gizlice evlendirselerdi. 

Dokümanter mi?

Senaryodaki diyaloglar bazen sanki bir kâğıttan okurcasına uzun, normal hayatta rastlanmayan bir üslupta geçiyor. “Ben, benden önceki padişahlara benzemem” tiradında olduğu gibi, karakterler biraz teatral, hatta didaktik tavırla konuşuyor. Bu da filme dokümanter havası veriyor. Hasan ile Giustiniani’nin kavgası gibi bazı sahneler lüzumundan fazla uzun. Öte yandan daha çok vurgulanması beklenen sahnelere zaman kalmamış. Fethin manevî mimarı Akşemseddin figürü bir felâket. Seyrek sakalı sebebiyle köse de denilen bir veliyi, gür sakallı, koca göbeğini sallayarak yürüyen, patır kütür konuşan, filozof ile oduncu karması biri olarak tasvir etmek olmamış. Jenerikte filmin tarih danışmanı Emecen hocanın soyadının sehven Emecan yazılması, belki de danışmaya verilen ehemmiyetin derecesini gösteriyor.

Bazıları filmde padişah çocuğunu sevmiyor diye tenkit etmişler. Sevmiyor değil, sevdiğini belli etmiyor. Bu eski ağırbaşlılık geleneğinin icabıdır. Eskiden babalar, çocuklarını gece uyurken severdi. Büyük adamların her hissi, sevgisi ve nefreti de ölçülüdür.

Film görmeye değer. Yapımcıları takdiri hak ediyor. Eksik ve kusurların zaman içinde telafisi umulur. Memlekette çok şey değişti. İnsanların dünya görüşü normale dönüyor. Maziye giden yollardaki mayınlar temizleniyor. Bu bakımdan her bir sahnesi sinema mevzuu tarihimizi tasvir eden daha nice böyle filmleri görmeyi temenni ediyoruz. Dünya, tarihini romanlarla filmlerden öğrenmiştir. Fetih 1453, umarız gişe bakımından da beklediğini elde eder de, hevesler kırılmaz.