TARİHİ SEVDİREN ADAM

Yılmaz Öztuna, kitlelere tarihi sevdirdi. Bizim nesil doğru tarihi onun sayesinde öğrendi. Yanlış bildiğini de onun sayesinde düzeltti. Bu bakımdan hizmeti unutulmazdır.
15 Şubat 2012 Çarşamba
15.02.2012

Yılmaz Öztuna, kitlelere tarihi sevdirdi. Bizim nesil doğru tarihi onun sayesinde öğrendi. Yanlış bildiğini de onun sayesinde düzeltti. Bu bakımdan hizmeti unutulmazdır.

Eski zaman adamlarından şimdi hiç kalmadı. Eski zaman adamlarını görenler de birer birer aramızdan ayrılıyor. Bunlardan birisi de Yılmaz Öztuna idi. Kadirşinas Başvekil Tayyib Bey’in de iştirak ettiği bir merasimle uğurladık. Vefatının, memleketimizde doğru tanınmasına vesile olduğu Sultan Hamid’in vefat yıldönümüne denk gelişi, enteresan bir tesadüf olsa gerektir.

Üç ayrı isimle yazı yazardı

Abdullah Tahsin Yılmaz Öztuna’yı, daha ilkmektep talebesi iken tanıdım. O zaman Hayat Tarih Mecmuası’nın editörü, yazarı, herşeyi idi.  Her sayıda Yılmaz Öztuna, Tahsin Tunalı, Abdullah Tunaboylu gibi muhtelif isimlerle farklı muhtevada üç yazı yazardı. Ayrıca Tarih Postası’nı idare ederdi. O zaman berhayat bulunan İttihatçı kalıntıları ile inkılâp yobazlarının hakaretâmiz çığırışlarına buradan alayla karışık cevap verirdi. O zamana göre çok kaliteli basılan mecmua, bir tarih mecmuası için beklenmeyecek yüzbinlerce tiraja ulaştı ve 1965’ten 1983’e kadar uzun yaşadı ki, bu iki rekor münhasıran Yılmaz Öztuna’nın muvaffakiyeti idi.

Mektup yazarak, telefon açarak veya bizzat sorduğum suallere, hep nezâketle cevap verirdi. Fikriyatımın teşekkülünde rol oynayan birkaç kişiden birisi olmuştur. Son yıllarda her Perşembe bir otelin salonunda sevenleriyle buluşup, kendi tabiriyle memleketi ve dünyayı kurtarırlardı. Bu toplantılara fırsat buldukça ben de iştirak ettim.

Hayırlı işlere vesile oldu

12 ciltlik Türkiye Tarihi sahasında emsalsiz bir eserdir. Her yaşta insana tarih şuuru ve bilgisi aşılamış, satış rekorları kırmıştır. Sultan Hamid’in ilk defa tarafsız anlatıldığı 12. cildi, inkılâp yobazlarını kızdırmış, Türk Tarih Kurumu âzâlığı geri alınmıştır. Zira o zaman Sultan Hamid’i sevmek, inkılâba düşman olmak demekti. Ancak kendi tabiriyle bu muvaffakiyeti Süleyman Demirel’in dikkatini çekerek, milletvekilliğinin önünü açmıştır. Bu esnada Ayasofya Hünkâr Mahfili’nin ibadete açılışı, Hırka-ı Saadet dairesinde tekrar Kur’an-ı kerim okunması, 1001 Temel Eser ve hanedanın sürgününün sona ermesi gibi hayırlı işlere vesile olmuştur.

Eserlerini herkesin istifadesi için basit ve popüler üslupla yazmış; bu sebeple burnu büyüklerce istiskal edilmiştir. Vaktiyle ciddi bir mecmuaya ilmî bir yazı vermiştim. Benden akademik bir şahsiyet olmadığı gerekçesiyle Yılmaz Öztuna’ya yaptığım atıfları kaldırmamı istediler. Burada orijinal fikri olduğunu söyleyerek onları ikna edebildim. Bunu kendisine anlattığımda güldü. Kaynakları dipnot yerine, metin içinde vermenin de ilmî bir usul olduğunu söyledi.

İç ve dış siyasî hâdiseleri onun kadar kısa, öz, fakat derin analiz edene rastlamadım. Bu, tarihçiliğinin getirdiği bir avantajdı. Bazen gerçekleri satır aralarına saklamak zorunda kalır; ne demek istediğini, anlayan anlardı. Gazetenin politika hassasiyetleriyle tam örtüşen ustaca yazılar kaleme alırdı.  Bu bakımdan Türkiye Gazetesi için de, matbuat hayatı için de büyük bir kayıptır. Bundan dolayı teessür duyuyor; kendisini minnet ve rahmetle anıyoruz.

Türkçeyi iyi kullanırdı

Tarih tahsili görmemiş; fakat kendisini fevkalâde yetiştirmiş (otodidakt) bir şahsiyet idi. Zekâ ve hâfızasının da elbette bunda büyük yardımı olmuştur. İstanbul’da doğup büyümüş; eski devir adamlarıyla beraber olma şansını yakalamıştır. İlim ve edebiyat meclislerine iştirak etmiştir. Bu da şahsiyeti üzerinde mühim tesirler icra etmiştir. Türkçeyi iyi bilir, güzel kullanırdı. Uydurukçaya itibar etmezdi. Aynı hassasiyeti imlâda da gösterirdi. Meselâ kelimenin sonunun kaf olduğunu belli etmek için telakkıy yazardı. Hoşsohbeti, engin kültürü ve biraz ince alayla süslü şakacılığı kayda değerdir.

İlk eserini 15 yaşında neşretmiş, boyunca ciddi eserleri olan bir tarihçiydi. Kim ne derse desin, bunlar büyük boşlukları doldurmuştur. Kuru nakilci değil, tahlilci ve izahçı idi. Son padişahların niçin bizzat sefere çıkmadığını, Sultan Hamid devrinde donanmanın niçin Haliç’e çekildiği gibi hususları güzel izah ederdi. Mukayeseler, istatistikî bilgiler ile yazılarını renklendirirdi.

Bir yazısında, vaktiyle neşredilen Ankara Savaşı kitabında Yıldırım Sultan Bayezid’in intihar ettiği tezini savunduğunu, zaman içindeki araştırmalarıyla kanaatinin değiştiği, o eserin artık basılması mevzubahis olmadığı için, bu yanlışı burada tashih ettiğini yazmıştı. Hatadan dönme faziletini, değme ilim adamlarında görmek mümkün değildir.

Hezarfen idi

Dedeleri Tuna’da yıllarca sancakbeyilik yapmış, 93 Harbi münasebetiyle İstanbul’a göçmüştür. Dedesi, Sultan Hamid’in şeyhülislâmı Cemaleddin Efendi’ye mensuptu. Annesi ise uzun yıllar Suriye Vâliliği yapmış Azmzâdelerdendir.  Ubeydullah Ahrar halifelerinden olup, Sultan II. Bayezid’in İstanbul’u imar için Türkistan’dan getirttiği, Nakkaştepe’ye ismini veren Baba Nakkaş’ın soyundandır.

Padişahlara ve hanedana samimi bir hürmeti vardı. Bu da sadece dinî veya millî hamiyetinden değil, monarşist oluşundan geliyordu. Birçok eserinde meşrutî monarşiyi insanlar için daha faydalı gördüğünü açıkça ifade ederdi. Eskilerin hezarfen dediği türden bir şahsiyetti. Tarihten siyasete, musikiden ilm-i nesebe kadar geniş bilgisi vardı. Bizde bir benzeri olmayan, Devletler ve Hanedanlar adlı beş ciltlik eseri, ilm-i nesepteki maharetini göstermeye ve nasıl bir ilim adamı olduğunu anlatmaya kâfidir. Türk musikisi üstadı Hüseyin Sadeddin Arel ile beraberliğini vesikaya dökerek, ilk defa bir Türk Musikisi Ansiklopedisi meydana getirmiştir. İlahi besteleri vardır.

Başta Reşid Paşa olmak üzere Tanzimat bürokratlarının, sevaplarından fazla hatalarını görmezden gelişi, bunlara gösterdiği hüsnü zannı meselâ Sokullu Mehmed Paşa’dan esirgemesi tenkit olunmuştur. Ona göre Tanzimat ricâli, muhteşem Osmanlı kültürünün yetiştirdiği son mükemmel idarecilerdi. Yine de merhum İsmail Hami Danişmend gibi ırkçılık saikiyle devşirme takıntısı yoktu. Nihal Atsız’ın din dışı milliyetçiliğini tenkit eder, Yahya Kemal tarzı bir fikir yapısına sahip olduğunu söylerdi. Mevlevî muhibbiydi. Hanefî-Mâtüridî mezhebine mensubiyetin Türk tarihinde oynadığı müspet rolü vurgular; Vehhabîlik modasına karşı çıkardı.