OSMANLILAR MİLLET DEYİNCE NE ANLARDI?

Eskiden bir dinin mensuplarına millet demek âdetti. İslâm milleti, Ermeni milleti, Yahudi milleti gibi. Nitekim İlmihal kitaplarında “Din ve millet, ikisi birdir” yazardı. Millet kelimesinin mânâsı sonradan başkalaştı.
2 Kasım 2011 Çarşamba
2.11.2011

Eskiden çocuklara “Rabbin kim? Kitabın ne?” suallerinin cevaplar öğretilirdi. Çocuk Âdem aleyhisselâmın zürriyetinden, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden ve İbrahim aleyhisselâmın milletinden olduğunu öğrenirdi.

Osmanlılar zamanında Türkler kendilerini Müslüman olarak tarif ediyorlardı. Fakat bir milli hüviyetin tek unsuru bir topluluğun kendisini nasıl tarif ettiği değildir; komşularının onu nasıl tarif ettikleridir. Kendileri haricinde herkes Türkleri “Türk” olarak tarif ediyordu. Rumlar, Boşnaklar, Arnavutlar, Sırplar, Bulgarlar, Ermeniler, Araplar, Kürtler, Türklere “Türk” diyordu. Konuştuğu lisanın adı Türkçe idi. Osmanlı Devleti’nin bir ucundan öteki ucuna, Türk denince ne anlaşıldığı bellidir. Türkçe konuşan müslümanlara Türk denir. Hatta Bosna ve Makedonya gibi yerlerde Türkçe konuşmasa bile Müslümanlara Türk denir.
Osmanlı ise, bir ailenin ve devletin adıdır; sokaktaki adamın kendisine Osmanlı demesi densizliğin son raddesidir. Böyle bir şey vaki değildir. Türkler kendilerine Türk dememiştir. Nasıl desinler ki, 72,5 milletin yaşadığı imparatorluğun idareci elitleridir ve Müslümanlık hüviyeti asırlardır ön planda gelmiştir.

1850’lerden sonra Osmanlı idareci sınıfının biraz Avrupa görmüş olanları, bir Osmanlı milleti meydana getirme sevdasına düştü. “Modern dünyada milliyetçilik revaçtadır; biz de bir Osmanlı milleti meydana getirelim, lisanımızı standardize edelim, Osmanlıca diyelim, hatta bir de müşterek kıyafet tayin edelim (fes)” dediler. Ama bu, belki birkaç büyük birkaç şehir dışında hiç tutmadı.

Azeriler de böyledir. Osmanlılar onlara Acem (İranlı) derdi. Acem’in Türkçe konuşanları idi. Piyeslerde, Karagöz oyunlarında İran ağzıyla Türkçe konuşan eğlenceli bir figür vardır. Onlar da kendilerini evvelemirde Şii olarak görmüşlerdir. Azerilerin kendilerini Türk olarak lanse etmeleri, gerek Rusya’da, gerekse İran’da, 1905’lerden sonradır. Osmanlı Devleti’nde Türklerin kendisine Türk demeleri, 1908’den sonradır. 1905 ihtilali ardından Rusya’dan sürgüne çıkan okumuşlar, bu fikri Osmanlı ülkesine getirdi. 1910’da Türk Ocakları kuruldu.

 

İngilizlere karşı Kahire gösterilerinde ayyıldızlı bayrak taşıyan Mısırlı hanımlar (1919)

Millet-i Osmâniyân!

Millet, Arapça bir kelimedir. Aynı dine mensup olanları ifade eder. Kur’an-ı kerimde Hazret-i İbrahim’in milletine uymak emrolunur.  Niçin İbrahim milleti? Çünki zamanında kendisinden başka tevhid inancını taşıyan kimse yoktu. Etrafından hemen herkes putlara tapınırken, o tek tanrıya ibâdet etmekteydi. Kur’an, Allah’ın kendisini bütün insanlara ve inananlara imam, önder yaptığını söyler. Tevhid inancı sonraki nesillere bu peygamberden intikal etmiştir. Semâvî dinlerin hepsi kendisini büyük bilir ve inanır. Bütün dinlerdeki itikadî ve ahlâkî prensipler hep O’ndan intikal etmiştir.

Kudüs'te Rum milletinin mukaddes Çarşamba âyini

Bundan dolayıdır ki İslâm inancında, Müslümanlar Hazret-i Muhammed’in ümmeti ve Hazret-i İbrahim’in milleti olarak vasıflandırılır. Eski ilmihal kitaplarında “Din ve millet, ikisi birdir”, diye geçer. Meselâ Sultan Fatih devri ulemâsından Muhammed İznikî’nin, baş sayfasındaki mızrağa benzer motiften dolayı halk arasında Mızraklı İlmihal diye şöhret bulmuş Miftâhül-Cenne kitabında böyle yazar.

XII. asır İslâm âlimi Şihristânî’nin dünya milletleri ve dinî fırkalar üzerine yazılmış en eski ve en mükemmel eserlerden biri kabul edilen el-Milel ve’n-Nihâl’de (Milletler ve Mezhepler) de millet tabiri din mensupları için kullanılır.

Osmanlı Devleti’nde gayrımüslim teb’a dinlerine göre gruplandırılmış ve hepsine dinî/hukukî imtiyazlar tanınmıştı. İslâm milleti, Rum (Ortodoks) milleti, Ermeni milleti, Yahudi milleti gibi. Buna “millet sistemi” denir. Gayrımüslim milletlerden her birinin ruhânî reisleri, devlet ile bu millet arasındaki resmî birer temsilcidir.

Kayseri Ermenileri

Slogan milliyetçiliği

Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi der ki: “Milliyet, aynı vatanda doğup yetişenlerin, din, örf, âdet ve menfaat birliğidir. Doğuşta ele geçer. İslâm dini, bu milliyetçiliğin ayrılmaz parçasıdır. Milliyetçilikten çok faydalanmak için çalışmayı, sevgiyi, başka milletlere de aynı hakları sağlamayı, adaletten, sosyal haklardan eşit olarak istifade edilmesini emreder. Milliyetçilik, aynı dine bağlı, aynı dili konuştuğu, aynı topraklarda yaşadığı, müşterek bir maziye ve ideale sahip insanların, birbirine yakınlık duyması; mensubu olduğu milletin saadet, refah ve ilerlemesini arzu edip bu yolda gayret sarfetmesidir. Irkı ön plana çıkarmak, kafatası ölçmek yoktur. Bir de otoriter rejimlerin, halkı baskı altına tutmak için kullandığı slogan milliyetçiliği vardır. Nitekim Komünist memleketlerde II. Cihan Harbi’nde cephede döğüşüp şeref kazananlar, geri dönünce hükümeti ele geçirmesinler diye kurşuna dizildiler. Kur’an-ı kerim, insanların hep bir ana ve babadan geldiğini, üstünlüğün ancak Allah korkusuyla olduğunu söyler. Müslümanlar bölünürse, birbirleri ile çarpışmak tehlikesi baş gösterir. Bu ise milliyetçiliğe sığacak bir şey değildir.”

Bugün kullanılan millet kelimesinin Arapça’daki karşılığı kavim, şa’b ve kabiledir. Kur’an-ı kerim insanların birbirini tanıyabilmek üzere şa’b ve kabilelere ayrıldığını söyler. Bir kavme mensup olmak, soyunu tanımak, kavmini sevmek kötülenmemiştir. Kötülenen, üstünlüğü soyda zannetmek, gülünç zanlarla başkalarını aşağı görmektir.

Millet mefhumu, halk mefhumundan farklı olarak maziyi de içine alır. Bugünkü Türk milleti büyük ölçüde altı asırlık Osmanlı mazisinin bir mahsulüdür. Türk milleti, Osmanlı idaresi altında varlığını muhafaza edebilmiş, bünyesini çeşitlendirerek inkişaf ettirebilmiştir. Türk millî hüviyeti cihetinden Osmanlı hanedanının ehemmiyeti ortadadır. (Kemal Gözler, Cumhuriyet ve Monarşi, Türkiye Günlüğü, Sayı 53, Kasım-Aralık 1998, 34-35.)

Osmanlı Kudüs'ünde bir Yahudi ailesi

Nereden nereye…

Milliyetçiliğin bugünki gibi anlaşılması İttihatçılarla başlamıştır. Gerçek milliyetçilik anlayışından mahrum, çoğu Türk aslından bile olmayan bu komitacılar, harbden harbe sürükledikleri imparatorluğun çökmeye yüz tuttuğunu görünce, kendilerince bir ideale sarıldılar: Türkçülük. Ziya Gökalp’in ideologu olduğu bu fikirle zafere ulaşacaklarını düşündüler. Esir Türkleri kurtarma hülyasına kapıldılar.

Bu istikamette önce imparatorluğu ulus-devlet hâline getirmeye koyuldular. Avrupalıların Turkification (Türkleştirme) dediği icraata giriştiler.  Ege sahillerinden 120 bin Rum’u sınırdışı edip, milyona yakın Ermeni’yi Suriye çöllerine sürdükten sonra, Müslüman teb’aya yöneldiler. “Ne mutlu Türküm diyene!” vecizesi, daha 1911 yılına aittir. Avrupalılar, bu toplu intiharı şaşkınlıkla izliyordu.

Ziya Gökalp

Önce Arnavutlar o zamana kadar görmediği kötü muameleler sebebiyle ayaklandı. Arnavutluk ve Kosova elden gitti. Ardından İttihatçıları, kendi çocuklarını Avrupa mekteplerinde okuturken, Arapça konuşmayı yasaklayıp çocuklarını Türk mekteplerinde okumaya zorlamakla suçlayan Araplar ayaklandı. Uçsuz bucaksız İslâm toprakları elden çıktı.

Rumları korumak bahanesiyle Yunanlılar Anadolu’yu işgal etti. Tam Kürtlere sıra gelmişti ki imparatorluk çöktü. Bu sayede Esir Türkler daha büyük bir esaretin pençesine düştü. İttihatçıların büyük kısmı, Ankara hareketine sızarak emellerine kaldıkları yerden devam etmeye çalıştılar. Millet yerine Moğolca hisse mânâsına gelen ulus kelimesini koydular. Bugüne kadar süren ve herkesin başına belâ olan düşmanlıkların tohumlarını attılar.