SARAY AKADEMİSİNDE GÜNLÜK HAYAT

Osmanlı Devleti’nin altı asır yaşamasının sırlarından birisi, devlet adamı yetiştirmeye verilen ehemmiyettir. Bu maksatla daha ilk yıllarda sarayda bir mektep kurulmuştur. Buradan, koca imparatorluğu idare eden, müstesna meziyetlere sahip nice vezirler, serdarlar çıkmıştır.
26 Ekim 2011 Çarşamba
26.10.2011


Devlet adamı olarak yetiştirilmek üzere saraya alınan gençler, Enderun Mektebi’nde burada ciddî bir tahsil görür. Sıkı bir terbiye altında bir anları bile boş geçmezdi.  Burada tahsil müddeti takriben 14 senedir.  Talebe, güneş doğmadan evvel kalkar. Enderun hamamında yıkanır. Sabah namazını ağalar mescidinde padişahla beraber kıldıktan sonra kahvaltı edip derse başlar. Bu derslerin hocaları saray mensuplarından olduğu gibi, dışarıdan da meşhur âlimler hoca olarak getirtilir.

Topkapı Sarayı'nda Enderun Mektebi'nin bulunduğu kısım

Bamyalar-Lahanalar

Başta Kur’an-ı kerîm, kıraat, tecvid, ilmihâl dersi verilir. Sonra tefsir, hadîs, kelâm, fıkıh, şiir ve inşâ, musıki, astronomi, geometri, coğrafya, tarih, mantık, edebiyat ve hikmet okutulur. Öğleden sonra, yüksek zâbitler tarafından spor ve tâlim dersleri verilir. Talebe, gerektiğinde uhdelerine tevdi olunmuş saray vazifelerini yerine getirir. Bundan sonra serbest saatler vardır. Yatsı namazından sonra yatılır.

Enderun’da, spor müsabakaları yaygındır. “Bamyalar” ve “Lahanalar” adıyla iki spor klübü bile vardır. Müsabakalarını padişah da seyreder.  Her iki takımdan nişan rekoru kıranlar için nişan taşı dikilir. Padişahlar bu takımdan birini tutar. Çelebi Sultan Mehmed’in vaktiyle valilik yaptığı Amasya ile Merzifon’un gençleri müsabaka yapardı. Merzifon’un lahanası, Amasya’nın bamyası meşhur olduğu için iki takıma bunlar sembol olmuştur. Lahanacılar yeşil, bamyacılar mavi kadife esvap giyer.

Ağalar arasında bir hobisi olmayan, bir sanat ile uğraşmayan yok gibidir. Sultan Kanunî devri vezirlerinden Dâmâd Lütfi Paşa fıkıh âlimi idi. Devlet adamlarına, bilhassa vezirlere tavsıyeleri ihtivâ eden Âsafnâme adlı eseri meşhurdur. Enderun’dan meşhur sanatkârlar çıkmış; hatta bu sanatlarıyla tanınmışlardır: Nakkaş Hasan Paşa, Kemankeş Mustafa Paşa, Hattat Hasan Paşa gibi. Bazıları da Enderun’daki hizmetleriyle şöhret bulmuştur: Tırnakçı Hasan Paşa, Sarıkçı Mustafa Paşa gibi.

Ağaların kendi aralarında birbirlerine taktıkları lakaplar, sonradan devlet adamı olduklarında da kullanılmıştır: Pılak Mustafa Paşa, Kavanoz Ahmed Paşa gibi. Pılak, Arnavudça, yuvarlak, şişman demektir. Bazılarının da Enderun’a gelmeden önceki isimleri kullanılmıştır. Uluç Ali veya Cağaloğlu Sinan gibi. Uluç, Kılıç Ali Paşa’nın önceki ismi olan Culyo’dan bozmadır. Cağaloğlu Sinan Paşa ise Cenevizli kont Cigala’nın oğlu idi.

                     

Topkapı Sarayı'nda lahanacı ve bamyacılar âbidesi. Lahana taşını, Sultan III. Selim; bamya taşını da Sultan II. Mahmud diktirmiştir.

Çengelköy'de Lahanacılar âbidesi

Sarayda terbiye olmayan…

Enderûn ağaları ve içoğlanları bekârdır. Zamanı gelen ağalar, sancakbeyilik gibi muhtelif vazife ve rütbelerle enderûndan çırak edilir. Gerekirse harem-i hümâyundan çırak edilecek câriyelerden biriyle de evlendirilir. Enderun’da otuz yaşından büyük kimse pek kalmaz. Bu ağalar, hem üstün meziyetleri sebebiyle gönderildikleri vazifeleri bihakkın yerine getirirler; hem de zevceleriyle beraber sarayda aldıkları terbiyeyi halka aksettirirler. Nezâket ve terbiyenin, saraydan İstanbul’a, oradan da bütün Osmanlı ülkesine yayıldığı söylenir; “Sarayda terbiye olmayan, hiçbir yerde olamaz!” denir.

Enderûn’dan içlerinde Davud Paşa, Hersekzade Ahmed Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Dâmâd İbrahim Paşa, Sinan Paşa, Sokullu Mehmed Paşa, Köprülü Mehmed Paşa, Çorlulu Ali Paşa, Şehid Ali Paşa gibi meşhur zâtların da bulunduğu 64 sadrâzam yetişmiştir. Ama Osmanlı devlet ricâlinin hepsi Enderûn’dan değildir. Ordudan, birûn (sarayın enderûn haricindeki kısımları) halkından, akağalardan, kâtiplerden yetişen, hatta halktan bu makama getirilen vezirler olmuştur.

Herşey liyâkat ve talihe bakar. Şurası bir gerçektir ki, hem Enderun-ı Hümâyun ağaları, hem de Harem-i Hümâyun cariyeleri fevkalâde yüksek meziyetli, estetik duyguları gelişmiş zâtlardı. İşte Osmanlı’nın muvaffakiyet sırlarından birisi de budur: Devleti elitler idare eder, ayak takımı değil. Ama bu elitler servet veya nesep eliti değildir. Halka rol modeli olabilecek hakikî seçkinlerdir.

Bir hayalin sonu

Padişahların Topkapı Sarayı’nı terk etmesiyle, Enderûn ehemmiyetini kaybetmeye başladı. Bu parlak mektebe de artık talebe alınmaz oldu. Enderûn mektebinin fonksiyonunu yerine getirmek üzere zamanın icapları üzere Mekteb-i Mülkiye kuruldu. Galatasaray Acemî Oğlanlar mektebi de sonradan Galatasaray Sultanîsi’ne (liseye) dönüştürüldü. Sultan II. Mahmud 1833’de bütün Enderûn teşkilâtını lağvetti. Mâbeyn-i Hümâyun adıyla yeni bir Enderûn teşkil etti. Mâbeyn, arasındaki demektir. Sarayın içi (harem) ile dış dünya arasında kaldığı için bu ismi almıştır. Mâbeyn Müşirliği kurularak çuhadar, rikâbdar, sırkâtibi gibi memurların vazifesi buraya verildi. Tülbend ağası, esvapçıbaşı oldu. Mâbeynciler kapıcıbaşıların; yaverler çavuşların; mâbeyn müşiri de hasodabaşının yerini aldı. Sır kâtibi, mâbeyn kâtibi oldu.

Bu devirde harem teşkilâtı küçülmekle beraber aynı kaldı. Osmanlı saray teşkilâtı giderek Avrupa’daki küçük krallıkların saray teşkilâtları gibi gösterişsiz bir hâle geldi. Son devirde Enderûn erkânı, sadece Topkapı Sarayı’nın hizmetini görüp hazîne ve mukaddes emânetlerin muhâfızları ile merâsim hademesi hâline geldi. Sarayda ecnebi misafirlere yemek verileceği zaman Enderûn hademesi hizmet eder; güzel endamları, beyaz eldivenli ihtişamlı kıyafetleri ve an’anevî nezâketleriyle göz doldururdu.

Enderûn mektebi de bu memurların yetişmesi için faaliyet gösteren orta dereceli bir mektep olarak varlığını sürdürdü. Cumhuriyetten sonra Topkapı Sarayı müzeye dönüştürülerek Enderûn erkânı bir müddet müze memuru olarak faaliyet icrâ ettiler.

            

                                 (Solda) Topkapı Sarayı'nda Enderun Kütüphanesi. (Sağda) Ederun içoğlanı.