LİBYA ÇÖLLERİNDE BİR OSMANLI ŞEHZÂDESİ
1911’de Libya’nın İtalyanlarca işgali üzerine savaşmak için buraya giden gönüllülerin arasında 16 yaşında bir Osmanlı şehzadesi de vardı. Osman Fuad Efendi. Libyalıların gönlünde taht kurmuş olan bu şehzâdenin sonu iç burkucudur.
Şehzâde Osman Fuad Efendi, Mehmed Salâhaddin Efendi’nin küçük oğludur. Dedesi Sultan V. Murad ve babası ile beraber Çırağan Sarayı’nda yaşadı. Evvela hususi bir tahsil gördü. 16 yaşında gönüllü olarak Libya’ya gitti. Sirenek Harekatı’na iştirak etti. Burada Yüzbaşı Mustafa Kemal ile tanıştı.
Dönüşünde Harbiye Mektebi’ne girdi. Harbiye’de okurken 3 ay müddetle Karlsbad Kaplıcaları’na gitti. Bu vesileyle Avrupa’yı dolaştı. 1914’te mülâzım-ı sâni (teğmen) rütbesiyle Harbiye’yi bitirdi. 1914’te mülâzım-ı evvel (üsteğmen), 1916’da yüzbaşı oldu.
Şehzâde Abdürrahim ve Abdülhalim Efendilerle beraber Almanya’ya tahsile gönderildi. Berlin Askerî Akademisi’nde okudu. Potsdam’da hassa hussar (süvari) alayında staj yaptı. Üç şehzâde 12/XI/1914’te Kayzer’in Berlin’deki karargâhını ziyaret ettiler. Kayzer, şehzâdelere birer kıta nişan verdi.
Görünmez kaza
Harb esnasında 1916 başında memlekete çağrıldı. Gelirken bindiği denizaltı Kiel’de İngiliz denizatlılarınca vurularak yara aldı. Radar henüz icat edilmediği için denizin üstünde giderken güvertede birkaç gözlü bulunurdu. Bir tehlike olduğu zaman vazifeli subay alarm klaksonuna basar; denizaltı dalışa geçerdi. Güvertede kim varsa acele ile geminin gövdesine inerdi. Su geçirmeyen kapaklar hemen kapatılırdı.
İçerisi havasız olduğu için herkes güverteye çıkmak isterdi. Bir defasında Osman Fuad Efendi güvertede iken alarm verildi. Ama o savaş gemilerinin yabancısı idi. Alarm verildiği zaman ağır davrandı. Geminin gövdesine inen merdivene yetişen son kişi oldu. Yavaş ve tereddütle inerken su geçirmeyen ağır kapak şiddetle başına indi. Hemen Adriyatik sahilinde bir Avusturya limanı olan Pola’ya girdiler. Deniz Kuvvetleri Hastanesi'nde Fuat Efendi'nin kafatasının çatladığı anlaşıldı. Derhal ameliyat edildi.
Mustafa Kemal ile görüşme
İyileşince 2.defa Libya’ya gitti. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey maiyetinde çalıştı. 29/VII/1916’da padişah yaverliğine getirildi ve merasimlerde boy gösteren maiyyet-i seniyye süvari bölüğü kumandan muavini oldu.
4/I/1917’de Abdürrahim Efendi ile beraber Galiçya cephesini ziyaret etti. 22/IV/1917’de münasip bir bölük kumandanlığında istihdam edilmek üzere 3.Ordu’ya bağlı 2.Kafkas Süvari livasına tayin edildi. Ancak bu vazifeyi iptal ettirip, 29/IV/1917’de Ürdün’deki 6.ordu 3.süvari fırkası emrine tayin olundu.
Bir ara Süveyş’e tetkik seyahati yaptı. Burada yarası açılınca, tedavi için Haleb’e geldi. Trablusgarb’den tanıdığı Mustafa Kemal Paşa kendisini karşıladı. Bugün de mevcut olan Baron Oteli’nde kaldılar.
Bu arada bazı diplomatik misyonlara iştirak etti. Eylül 1917’de vefat eden ana kraliçenin cenaze merasimine iştirak etmek üzere Bulgaristan’a gitti. 24/X/1917’de yeni Avusturya Kayzeri I. Karl’a Hânedan-ı Osmanî nişanı vermek üzere Viyana’ya gitti.
Libya macerası
Teorik ve pratik harb bilgisi, ecnebi lisana vukufiyeti, yurtdışında gezmiş olması gibi şahsî meziyetleri yanında, Sultan V. Murad’ın torunu olması, onu Jön Türkler nezdinde daha elverişli bir mevkiye getirmiştir. Bu cümleden olarak 2/IV/1918'de fahrî feriklik (orgenerallik) rütbesiyle Trablusgarb’daki Afrika Orduları Grup Kumandanı tayin edildi.
1911’de Uşi Antlaşması imzalanarak Libya’nın müdafaasından vazgeçilmiş olsa da, mahallî mücahidlerin mukavemeti devam ediyordu ve Osmanlı hükümeti bunlara müzaheretten vazgeçmemişti. İtalyanların sahil haricinde tam hâkimiyet kuramadığı Libya’nın elde tutulması, Akdeniz’deki stratejik mevkiinden dolayı harbin mukadderatı cihetiyle mühimdi. Nitekim Cemal Paşa da Suriye’den Kanal’a hücum ederek Mısır’ı almayı deneyecekti. Libya’daki kuvvetler de İngilizleri arkadan sıkıştıracaktı.
Enver Bey’in (Paşa) mıntıkaya aşina kardeşi Nuri Bey yanında 10 bin altınla Libya’ya gelip, mukavemetin başındaki Şeyh Ahmed Sünûsî ile görüştü. Onu Mısır’a hücuma ikna etmeye çalıştı ise de muvaffak olamadı. Çünkü İngilizler kendisine istiklal va'd etmişti.
Bunun üzerine üç piyade bölüğü ile ağır makineli tüfek takımından müteşekkil bir piyade taburu 17/V/1915’de Derne’ye gönderildi. 9 piyade taburu ve bir de menzil kumandanlığından müteşekkil bir kuvvet toplandı. Adına da Afrika Grupları Kumandanlığı adı verildi. Başına Nuri Bey getirilen birlikler 1916 Şubat’ında Mısır’a saldırdı ise de hezimete uğradı. Halbuki bu hücum İtalyanlara yapılsaydı, Libya kurtulabilirdi. Yine de bu harekat Almanya’nın işine yaradı. Bu sebeple İngilizler Afrika’daki kuvvetlerini başka yere sevk edemediler. Afrika Ordusu, batıya doğru mücadelesine devam etti. Nuri Bey Kafkasya’ya gönderilince, yerine 23 yaşındaki süvari yüzbaşısı Osman Fuad Efendi getirildi. Halkın, bu halife torununa hürmet ve itibar gösterip, etrafında toplanması umuluyordu.
Ve hüsran
Fuad Efendi, Misrâta şehrindeki karargâhında birkaç ay mukavemete devam etti. Ancak 300-500 arası Osmanlı zâbit ve neferi ile 15.000-30.000 arasında Libyalı gönüllüden müteşekkil bir bu ordu, 60.000 kişilik teçhizatlı İtalyan ordusuna dayanamadı. Bingazi kanadı 1917 Nisan’ında teslim olmuştu.
Libya’ya gitmeden İstanbul’da Pera Palas’ta görüştüğü Mustafa Kemal Paşa, Trablusgarb’a gidince istiklâlini ilân edip, Harbiye Nezâreti’nin verdiği emirleri dinlememe tavsiyesinde bulunmuştu. Ancak kendilerine erzak ve cephane temin eden Alman denizatlıları mütâreke sebebiyle denize çıkamayınca çok müşkül vaziyette kaldı. 24/10/1918’de hastalığı sebebiyle dönmek istedi; fakat İstanbul’dan cevap gelmedi. Zira hükümet düşmüş; Enver Paşa kaçmıştı.
30/X/1918’de imzalanan Mondros Mütârekesi hükmünce derhal teslim olmasını emreden iki padişah iradesi peş peşe geldiyse de, Şehzâde kulak asmadı. O ve maiyeti Urfelle’ye, oradan da Tarhune’ye geldiler. Burada İtalyanlara teslim olmasını emreden üçüncü bir irade, Vali Receb Paşanın oğlu Yüzbaşı Ekrem Bey tarafından tebliğ edildi. Şehzâde kumandanlık vazifesini mahallî mukavemet reislerinden Abdülkadir Paşa’ya bırakarak Giryan’a gitti.
Büyük yürüyüş
İtalyanların eline düşüp harb suçlusu ithamıyla kurşuna dizilmektense, Tunus’taki Fransızlara teslim olmayı tercih etti. Kim bilir, belki büyük amcası Cem Sultan’ın akıbetine benzemekten korkmuştu. Bir ara Sahra’yı aşıp Gine Körfezi’nde İspanyollara teslim olmayı düşündüyse de, yanındakiler bunun iyi bir fikir olmadığını söyleyince vazgeçti. Hakiki maksadı bir yolunu bulup İstanbul’a kapağı atmaktı.
Önce yanındaki gönüllüleri dağıttı. Sonra yanındaki Osmanlı kuvvetiyle beraber İtalyan menzilinden develerle uzaklaşarak güneydeki çöle daldı. Bilahare batıya doğru yoluna devam etti. Bir yandan da dizanteriden muztarip idi.
Tunus hududuna gelindiğinde Fransızlara teslim olmak istediğini söyledi ve İtalyanlara verilmemeyi şart koştu. Fransızlar bunu kabul ettiler. 8/III/1919’da Tunus’ta Duheybat’a geldi. Burada 12 gün kaldıktan sonra Mednin’e geçti. Burada da 5 gün kaldı. 25 Mart’ta Trablus’a vardı. 30/IV/1919’da Fransızlar kendisini yanındakilerle beraber İtalyanlara teslim etti.
Esaret
İtalyanlar, esirleri Trablus’a sevkederek Alman askerlerinin bulunduğu esir kamplarına dağıttı; kurşuna dizmekten çekindikleri şehzâdeyi bir askerî nakliye gemisinde hapsettiler. Buradan padişaha yazdığı 30 Nisan tarihli mektubunda İtalyanların kendisine iyi davrandıklarını; ancak şimdiye kadar karşılaştığı güçlükler sebebiyle sinirlerinin bozularak nevrasteniye yakalandığını; İstanbul’dan ve ailesinden haber alamadığı için üzgün olduğunu yazdı.
Gemide güverteye çıkması, gezmesi ve haberleşmesi yasaktı. O ve yanındakiler iyice sıkıldı. Hatta İzmir’in Yunanlarca işgali haberini duyan yaveri Şerefeddin Bey buhran geçirip kendisini suya attıysa da kurtarıldı ve Trablus’taki bir esir kampına gönderildi. Diğerleri Trablusgarb Valisi Receb Paşa’nın Tobruk Yatı’na nakledildiler. Esirler için nisbeten rahat bir hayat başlamıştı.
Şehzâde ve maiyeti bu yatta 3 ay geçirdi. Libyalı mücahidlerinin baskısı üzerine İtalyan hükümeti, 7 yıldır ellerinde bulunan İtalyan askerler mukabilinde serbest bırakmayı kabul etti. 2 Haziran 1919’da Şehzâde ve maiyeti Tobruk Yatı ile Napoli’ye götürülüp açıktaki Ischia Adası’nda demirlediler. Ama artık esir muamelesi görmüyorlar; turist gibi rahatça gezebiliyorlar; sivillerle temas kurabiliyorlardı. Bir müddet sonra Giryan’daki Türk esirleri de yanlarına geldi.
Kurtuluş
Nihayet serbest bırakılarak Napoli’den trenle Brindizi’ye, oradan da gemiyle İstanbul’a döndü. 7/X/1919’da payitahta vasıl oldu. İstanbul gazeteleri haberi manşetten verdi. Gelir gelmez padişah tarafından kabul edildi. 11/XI/1919’da binbaşı rütbesiyle İstanbul merkez kumandanlığına tayin olundu.
2/II/1920’de Abbas Halim Paşa’nın kızı Kerime Hanımefendi ile evlendi. Çırağan’daki düğününe, mütâreke sıralarında aylarca sarayında misafir ettiği İsmet İnönü de iştirak etmişti. 1924'de Mustafa Kemal yalnızca yaşça büyük birkaç şehzadenin sürülmesini istediği halde, hanedanın kadın erkek bütün ferdlerinin sürülmesinde ısrarcı olan zamanın başvekili İsmet İnönü’nün, hanedana karşı bu kadar nefret duymasına, bu günlerden kalma bir aşağılık kompleksinin sebep olduğu söylenir.
İstisna yapamadım!
1921’de Ankara hareketinin İstanbul aleyhinde bir tavır alması üzerine zevcesiyle Roma’ya gitti. 28/III/1922 tarihinde, yurt dışındaki diğer hânedan mensuplarıyla beraber memlekete dönmesi ihtar edildi; döndü. Ancak saltanatın kaldırılıp Sultan Vahîdeddin’in sürgüne gitmesinin ardından tekrar Roma’ya gitti. 3 Mart 1924'de hânedan sürgün edildiğinde Karsbad’da 6 aylık bir kaplıca küründeydi.
Bu arada Mustafa Kemal Paşa’dan askerî kurye vasıtasıyla bir mektup aldı. “Çok esef ederim. Anavatan dışında kalışınız için istisna yapamadım. Kanun umumî idi” diyordu. Bunun üzerine Şehzade, sefir vasıtasıyla “Eğer Mustafa Kemal Paşa isterse Anadolu’ya gelirim” şeklinde mesaj gönderdi ise de netice çıkmadı. Halbuki o sıralar bütün hükümet kudreti Gazi'nin elindeydi; istese bu istisnayı rahatça yapabilirdi.
Kâhire’ye gitti. Sonra hep Fransa’da yaşadı. Zevcesinden ayrıldı; zira ağır başlı bir tabiata sahip bulunan Prenses Kerime ile Şehzâde’nin mizacı birbirine uymuyordu. Bununla beraber aile ferdleri Prenses ile münasebetlerini sürdürdüler. Şehzâde’ye, kızkardeşi Âdile Sultan’ın Haydarâbâd Nizamı’nın oğlu ile evli kızı Nilüfer Hanımsultan ile Mısırlı Prens Yusuf Kemal para gönderirdi. Seyahatler dışındaki ömrü yerine göre lüks veya salaş otel odalarında geçti. Zâtî eşyası orada burada kaldı.
Madalyalar karın doyurmuyor
Alman Mareşali Rommel, Libya harekâtında şehzadenin harekâtını tedkik ve çöl muharebe usulünü taklid etti. Bu sırada Fuad Efendi İskenderiye’de idi. II. Cihan Harbi’nde İngilizler albay rütbesiyle ve tam salâhiyetle Almanlara karşı Libya’da komando muharebesi teklif etti. Çünki şehzade Libya’da hâlâ çok popüler ve halk da kendisine bağlı idi. Ancak eski silah arkadaşlarıyla dövüşmek istemediği için reddetti.
Sosyal bir insan olan Fuad Efendi, 1911-1912 arası iki devre Fenerbahçe Klübü reisliği yaptı. Bütün aile mensupları gibi musikişinas idi. Ağabeyi Ahmed Nihad Efendi’nin aksine modern bir yaşayışı vardı. Şehzâdeliğinde güzel ata biner; üstü açık Mercedes otomobiliyle gezer; şık giyinir; eğlenceden hazzederdi. Popüler ve sevilen bir şehzâde idi. Yakışıklı olup, bulunduğu mevkiyi hakkıyla doldururdu. Aşırı cömert ve hayatı seven tabiatı sebebiyle sürgünde çok maddî sıkıntı çekmiştir. Üniformasının göğsünü dolduran çok sayıda nişan ve madalyadan başka Legion d’Honneur nişanı hâmili idi. “Madalyalar karın doyurmuyor” diye latife ederdi.
Harb sırasında şahsî dostluk kurduğu General De Gaulle, kendisine diplomatik pasaport verdi. Resmî veya gayrı resmî sıfatla seyahatlerde bulundu. Ağabeyi Nihad Efendi’nin vefatı üzerine 1954 senesinde hânedan reisi oldu. Saltanat devam etseydi, 39. padişah olacaktı. 1973 senesinde Nice’de 78 yaşında vefat etti. Paris’te Bobigny Müslüman kabristanına defnolundu. Sürgün hayatı 29 yaşında bir subay iken çıktığı 49 sene sürmüştür.
Revâ mıdır bize görülen?
Vefatından 3 sene evvel Paris’te içinde bir yatak, çinisi çatlamış bir lavabo ile iki iskemleden başka eşyası olmayan otel odasında kendisiyle röportaja gelen Hürriyet muhabiri Doğan Uluç’a hanedanın sürgünde yaşadıklarını çok güzel hülâsa eden iç burkucu beyanları olmuştur:
“Bu hâle düşeceğimiz kimin aklına gelirdi evlâdım? İstanbul merkez kumandanı, Trablusgarb’da Osmanlı ordusu kumandanı Ferik Prens Osman Fuad’ın bir gün gelip Paris’te üçüncü sınıf bir otelden kovulacağı… Ne idik, ne olduk! Atalarımızın kılıç salladığı, hüküm sürdüğü, tatlı-acı hatıralarımızla dolu topraklara ayak basamıyoruz artık. Revâ mıdır bize görülen? Çok yazık oluyor anavatan dışında, çeşitli ülkelerde sığıntı mülteci hayatı yaşayan Osmanlılara... Kimi sefalete dayanamayıp intihar ediyor; kimisi Türkiye, Türkiye diye sayıklayarak son nefesini veriyor. Dışarıda doğan çocuklar ise yabancı mekteplerde Türkçe’yi öğrenemeden, tarihimizi, dinimizi tanıyamadan bir ecnebi gibi yetişiyor. Çok zâlim bir son oldu bizim için bu. Tarih sayfaları bir zamanlar bir Osmanlı ailesi vardı diye bahsedecek hanedanın en son kalıntıları da göçtükten sonra... Sizden ricam ben göçüp gittikten sonra, bir resmimi gazetenize basın. Altına da sadece Osman Fuad yazın. Belki hatırlayan bulunur.” Nitekim şehzade, sürgün kararının kaldırıldığını göremeden vefat etti.
Osman Fuad Efendi, babası Mehmed Salahaddin Efendi va abisi Nihad Efendi
Önceki Yazılar
-
ŞAM’IN VE ŞEKERİN HAYALİYLE…16.12.2024
-
MEYVE VEREN AĞAÇ TAŞLANIR!9.12.2024
-
İNGİLTERE’Yİ İDARE EDEN GÜÇ ve ANKARA2.12.2024
-
TİCARET YAPACAKTINIZ DA KİM MÂNİ OLDU?25.11.2024
-
AVRUPA ÇEKİ VE HAVALEYİ MÜSLÜMANLARDAN ÖĞRENDİ18.11.2024
-
İYİ DÜELLO YAPANLAR, KÖTÜ ASKER OLURLAR!11.11.2024
-
Ankara ve İngiltere hattında HASSAS DENGELER4.11.2024
-
TERÖRÜN ALTIN ÇAĞI!28.10.2024
-
SULTAN HAMİD’İN TEK VÂRİSİ YAHUDİ DİŞÇİ!21.10.2024
-
CASUSLAR SAVAŞI14.10.2024