NEREDE O ESKİ BAYRAMLAR…

Nerede o eski bayramlar deniyor. Herkes çocukluğunda yaşadığı bayramları hasretle anlatıyor. Doğrudur, maziye hasret insanın tabiatında var. Ama eski bayramların şimdikinden daha iyi yaşandığı da bir hakikattir.
17 Kasım 2010 Çarşamba
17.11.2010

 

Nerede o eski bayramlar deniyor. Herkes çocukluğunda yaşadığı bayramları hasretle anlatıyor. Doğrudur, maziye hasret insanın tabiatında var. Ama eski bayramların şimdikinden daha iyi yaşandığı da bir hakikattir.

Allah yolunda bir canlıyı kurban etmek semavî olsun olmasın bütün dinlerde vardır. Umumiyetle bir hayvan kurban edilir. Aztekler ve Mısırlılar gibi insan kurban edenler de yok değildir. Yahudiler tarla mahsulünü bile kurban ederdi. Kurban olmak büyük bir fedâkârlıktır. İnsanın çok sevdiği kimseye en büyük iltifatı “kurban olayım” sözüdür. “Seni veren Allah’a kurban olayım” demektir. “Yoluna kurban” tabiri meşhurdur. Kurban Arapça yakınlık demektir. İnsan kurban keserek rabbine yaklaşmak ister. Arapçada kurbana duhâ (kuşluk) vaktinde kesildiği için udhiyye, kurban bayramına da ıydü’l-adhâ derler.

İki kurbanlığın oğlu

Bizdeki kurban ibadetinin menşei Hazreti İbrahim’e kadar uzanıyor. Meşhur kıssadır: Hazreti İbrahim bir oğlu olursa Allah yolunda kurban edeceğini adıyor. Allah da ona bir oğul veriyor. Sonra da adağını hatırlatıyor. Bu çocuk Hazret-i İsmail’dir. Çocuk babasına emrolunduğunu yapmasını söylüyor. Şeytan bunu engellemeye uğraşıyor ise de mâni olamıyor. Neticede Rabbi sözünde durduğu için Hazret-i İbrahim’i ve musibeti tevekkülle karşıladığı için Hazret-i İsmail’i mükâfatlandırıyor. Cennetten güzel bir koç gönderiliyor. Hazret-i İbrahim bunu kurban ediyor. Ciğerini közleyip yiyorlar, gerisini fakirlere dağıtıyorlar. Kurban etinin ilk önce ciğerini közleyip yemek âdeti buradan kalmadır.

Benzer bir hâdise Hazret-i İsmail’in torunlarından Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’ın başından da geçmişti. Abdülmuttalib zemzem kuyusunu ararken, yalnızlığı dolayısıyla kedere düşmüş; “On tane oğlum olursa birini kurban edeceğim” diye adamıştı. Duası gerçekleşince rüyasında ikaz edildi. Oğulları arasında çektiği kura hep Abdullah’a isabet etti. Bir rahip, “Abdullah ile o zamanlar bir kimsenin diyeti olan on deve arasında kura çekin. Develere isabet ederse kesin; Abdullah’a çıkarsa develeri onar onar arttırın” tavsiyesinde bulundu.  Yüzüncüde develere isabet etti. Abdülmuttalib develeri kesti. İnsanın diyetinin yüz deve oluşu bundan kalmadır. İşte bu sebepledir ki Hazreti Peygamber “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuştur.

Hak için kurban..

Kurban kesmek için muayyen bir zenginlik ölçüsü aranmakla beraber, vaktiyle kurban kesmeyen pek olmazdı. Hayvan ucuzdu. Et nâdirdi. Kırlık yerde herkesin iyi-kötü sürüsü vardı. Kurbanını keser; fakirse etini kavurma yapar, sene boyu yerdi. Bunlar bayram günlerini bekler, kurbanı ucuza alırdı. Anadolu’dan İstanbul’a sürüler getirilirdi. Sur dışında konaklanır; kısım kısım sur içine gönderilip satılırdı. Umumiyetle herkes kurbanını kendi keserdi. Bilmeyen kasabını önceden ayarlar, sonra buna hediyesini verirdi. Evlerin bahçeleri müsaitti. Boş arsalar da çoktu. Sokaklarda pis manzaralar teşekkül etmezdi. Kurbanın her yeri muhterem olduğu için, iç azaları ortada bırakılmaz, gömülürdü.

Umumiyetle koyun kesilirdi. Eskiden sığır eti sevilmez, yenmez ve bulunmazdı. Koyun makbuldü. Dişi koyun makbul ise de, yavrulayıp süt vererek işe yaradığı için koç tercih edilirdi. Bayramdan birkaç gün önce alınır, bahçede beslenir, kınalanır, süslenir, şehirlerde bayram namazı dönüşü kesilirdi. Köylerde bayram namazı kılınmadığı için sabah namazından sonra kesilirdi. Evde çocuk varsa, bu hayvanla ahbap olduğu için kesilmesini istemez, gözyaşlarına boğulurdu. Çocuğu başka vaadlerle razı ederler, yahud üzmemek için başka hayvan alırlardı. Hayvan kesimine alışması için çocukları da götürürler; kanını alnına sürerler ve bu hayvanın cennette çocuğu karşılayacağını söyleyerek teselli ederlerdi.

Hâli vakti iyi olanlar üçte birini eve ayırıp gerisini konu-komşu, akraba ve fakirlere dağıtırdı. Zengin olup da dağıtmayanlar, “Hak için kurban/Küp için kavurma” sözüyle kınanırdı. Hayvanın postu tabaklanıp evde kullanılırdı. Hayvanî yağ rağbette olduğu için kuyruk yağı küpe basılır, yemeklere katılırdı. Her evde bıçaklar, satırlar, et tahtaları vardı. Kıyma, evlerde tahta üzerinde hususî bıçaklarla yapılırdı. Bayramda ev ziyaretlerinde şeker ve tatlı yerine kurban kavurması ikram edilirdi. Bayramda hediyeleşmek âdetti. Mendil kenarına para bağlanırdı. Eğer nişan ile düğün arasında kurban bayramı var ise, damadın kız evine bir koç göndermesi âdetti. Koç kınalanır, süslenir, boynuzuna da bir altın bağlanırdı.

Sarayda bayram

Padişah, sabah namazını Topkapı Sarayı’ndaki Ağalar Câmii’nde kıldıktan sonra, saray erkânı ile sabah namazından sonra Hırka-ı Şerif dairesinde bayramlaşırdı. Sonra arz odasında devlet erkânı ile bayramlaşılırdı. Sonra bayram alayı ile saraya yakın bir câmide bayram namazı kılınır; halk da padişahı görebilirdi. Az zaman içinde çok iş yapılması gerektiği için bilahare muayede (bayramlaşma) bayram namazından sonraya alındı. Padişah hafif bir kahvaltı yapıp istirahat ettikten sonra hareme geçerek ailesi ve harem halkı ile bayramlaşırdı. Devlet ricâli ve memurlar da birbirlerine giderek bayramlaşırdı. Sultan Mecid bu çok zahmetli ve masraflı olan ziyaretleri kaldırarak bayramlaşmanın kalem âmirinin evinde topluca yapılmasını irade etmişti.

Râmi’de Keçe Suyu kenarında saray hayvanları ile alâkalanan Saya Ocağı vardı. Burada beslenen kurbanlık koçlar süslenip tantana ile saraya getirilirdi. Padişahın da hazır bulunduğu bir merasimle kesilirdi. Padişah 40 kurban kestirirdi. Saray halkı pencerelerden seyrederdi. Kesildikten sonra hepsi fakirlere dağıtılırdı. Şeyhülislâm bir imtiyaz olarak padişaha bir koç gönderir; padişah da buna 5 tane ile mukabele ederdi.